VARLIĞIN TEMELLERİ ÜZERİNE TEZLER...18...SEÇİM ANALİZİ...

Özgür DENİZ - 13.06.2011

Yapılması gereken, vasat yol üzerinde sabit kalarak, ifrattan ve tefritten sakınarak, ahlak ve adalet devrimidir. Kesin kanıtlar temelinde, sapasağlam durup, adil bir düzen inşa etmektir. Bundan gayrı bir görevimiz yoktur. Devrimin temeli, kadim ve ortak temel değerlere istinat etmelidir. Zira ancak binyıllarca zaman sürecinde oluşturulmuş ortak bir vicdan, ortak bir değerler bütünü insanları birleştirebilir. Tüm insanları mülksüzleştirip devletin kölesi yapmak insanı yok etmektir. Tüm insanları, birkaç tane lordun kölesi yapmakta insanı yok etmektir. Yani hem komünizm hem kapitalizm insansızlık demektir. Ayrıca ikisi de, yaratıcılığın en büyük düşmanıdır. Zira bunların ikisinde de insan yoktur. Birinde ürettiğin kadar insansındır, birinde tükettiğin kadar insansındır. Yani sen, üretimin ve tüketimin sefil bir nesnesisindir, öznesi olman icap ettiği halde. Ve bu insanın fıtratına mugayirdir. Her şey insan için olması gerekirken, insan her şey için olmuştur. Bu ise dehşetli bir dengesizliktir. O zaman ne olmalıdır? Denge. Denge nerededir? İslam da. İnsanlar hür çalışacaklar, kazanacaklar, sahip olmaları gerektiği kadar sahip olacaklar. Kazandıklarını paylaşacaklar ve toplum yararına kullanacaklar. Yani aldıkları yere, geri dönüşüm yapacaklar. Ki servet, birkaç kişi arasında dönüp duran bişey olmasın yani birkaç kişinin mutlak inhisarında olmasın veyahut devletin tekelinde bulunmasın.

 

Yani mülk egemenlik aracı olmayacak, sömürü aracı olmayacak. Zengin kazandığından yoksula hakkını verecek. Kazanmakta, ahlak ve adalet temlinde olacak. Haksız kazanmak yasaklanacak. Harama, hırsızlığa, rüşvete, talana, soyguna, gaspa yeltenen kahpe dölü toplum huzurunda sallandırılacak. Bakın bakalım, o zaman, tek bir it oğlu it, bu ahlaksızlıklara tevessül edebiliyor mu? Esas olan yer burasıdır. Devlet zerre adaletsizlik yaptırmayacak. Yapanı böcek gibi, it gibi ezecek. Herkese çalıştığı olacak ama herkeste, kazandığını, layığı ile paylaşacak ve toplum yararına kullanacak. Ve herkese, hak ettiği ücreti layığı ile ödenecek. İşçi, memur, esnaf hak ettiğini alacak. Zira hazine, toplumun bütününün hazinesidir. Birilerinin özel kasası değil. Lüzumsuz harcamalar, kasti soygunlar, birilerine hazineyi peşkeş çekmeler, makamsal şatafatlar yasaklanacak. Zerre adaletsizlik yapan domuz idam edilecek. Arada uçurumlar olmayacak. Bu mevzuda şiddetli yaptırımlar olacak ve haksızlık yapana zerre merhamet edilmeyecek. Zira zalime merhamet, mazluma zulümdür. Hülasa, herkes özgürce çalışacak, alın teri dökecek, ahlaklı yoldan kazanacak ve kazandıkları üzerinde tasarruf yetkisi olacak. Devlette, kişilerin vermesi gereken vergiyi-zekâtı hakkıyla, asla tek bir kişi arasında ayrım yapmadan kazancına göre alacak. Modern zamanların alçakça, kahpece ayrımcılığını ref edecek. Yani adamına göre muamele olmayacak. Vergide adaletsizlik toplumu sarsar. Düzeni bozar. Vergiyi, mutlaka kazançlara göre ve zerre taviz vermeden alacak devlet. Vergi kaçırdığını tespit ettiği alçağa asla acımayacak.  

 

İnsan, varlığı, kendi bakışı doğrultusunda algılar. Olguları, kendi deruni müşahedelerine göre yorumlar. Zira her insanın kendine özel zihin dünyası vardır. Eğer böyle olmasaydı kölelik yok edilemezdi. İmtihan diye bir şey olmazdı. Bir taraf, diğer tarafın üzerinde süresiz egemenlik kurardı. İşte bu yüzden Allah, insanları farklı tabiatlarda yaratmıştır. Öyle değil mi? Her insan ayrı bir dünya. Duygusu farklı, düşüncesi farklı, hayalleri farklı. Burada gerçekten derin hikmetler olduğu aşikâr. Düşünsenize, insanlar, hayvanlar gibi ortak karakterde olsaydı, sürüler gibi güdülmeleri mukadder olurdu. Bir hayvanda bütün hayvanları tanıyabilme imkânı varken, bir insanda bütün insanları tanıyabilmek imkânsızıdır. Çünkü her insanın karakteri farklıdır ve ayrı ayrı tahlili gerekir. Ama bütünü bağlayan mutlak yasalarda koymuştur Allah. Bütünü bağlayan yasalara ihanet etmek ya da o yasaları yok saymak imtihan olgusunu yok saymaktır. İmtihan olgusunu kaldırmaya tevessül etmek ise yanlıştır ve bunu yapmak muhalidir. İnsanlığı mülkte tam eşit kılmak ya da mülksüzleştirmek ve farklılığı yok etmek temel yaslara ve mutlak öze mugayirdir, münafidir. Özgür iradeyi iptal etmektir. İnsani yetileri dondurmaktır. İnsani yaratımı boğmaktır. Hülasa, insanı, insan olmaktan çıkarmaktır. Zaten komünizmin özüne baktığınız zaman, insanın fıtratını asla kabul etmez ve insanı tek tipleştirme gayreti içerisindedir. Yazının sonunda, kapitalizm, komünizm, faşizm ile ilgili nüanslar vereceğim için şimdilik geçiyorum.

 

Şimdi birde şu mevzuu netlik kazansın: Allah, dinli dinsiz ayrımı yapmaz ve bütüne seslenir. Yani sadece muvahhitlere seslenmez ve bütün uyarıları bunlar için değildir. Bütün insanlık içindir. Ve O’nun açtığı-serdiği sofradan, herkes ihtiyacını alır, çalışmak koşuluyla. Ve O’nun kanunları bütün için geçerlidir. Buradan çıkarak, kimse, dini Müslümanlara yönelik olarak algılayıpta sadece Müslümanlara seslenemez. Herkese seslenmelidir. Değerlendirirken bütüncül değerlendirme yapmalıdır. Hep Müslümanlar tenkit edilirken ve belli tanımlarla yaftalanırken niçin hiç karşı taraf tanımlanmaz ve gerçek manada kapitalist olanlar tenkitlerden azade kılınır? Bu nasıl adalettir? Ahlakilik bunun neresindedir? Dediğim dedikçilik ve gerçeği inkâr hangi aklın ürünüdür acaba? Ya da birilerini bir şeye çağırmak için illa o şeyin özü örtülmeli midir? Dünya ehl-i müşrikin, ahiret ehl-i tevhidin olsun demek ne kadar mantıkidir? Abdestli kapitalist diye bir tamlama üretenlerin sözleri bundan başka manaya gelmekte midir? Zira İslamilere bu tür çağrılar yapılırken, karşı taraf sürekli mülke sahip olmaya çalışmaktadır. Hala görmemekte ısrar mı edeceksiniz bunu? Sizin kendinizden olanlara karşı tavrınız, aslında öbür tarafı sonsuz memnun etmektedir biliniz. Çünkü onların işlerini kolaylaştırmaktadır. Ama burada ki ince nüansı ihsas etmek icap eder ve bunu söyleyenlere de komplocu tanımlaması yapmamak iktiza eder.

 

 

SEÇİM ANALİZİ

 

Lütfen, okuyan dostlar sakin kafayla okusunlar ve iyice anlasınlar. Eğer katılmadıkları yer varsa fikirle mukabele de bulunsunlar. Kızmaya lüzum yok. Zira bugüne kadar kızdıkta ne oldu? Oysa anlayarak teati yapılsa hatalarımızı görür ve aynı yanlışları yapmazdık. Doğru olarak bildiklerimizde ısrar etmek hep kaybettirmektedir. Gerçekleri konuşarak bir yere ulaşırız, gerçekleri konuşmadığımız zaman hep doğru bildiklerimizle avunuruz. Ve kaderimiz hep kaybediş olur. Gerçeklerden korkanların bir gelecekleri olamaz. Çünkü gelecek, gerçekler üzerine kurulur.

 

Bir yarıştı kuşkusuz. Ama sahte bir yarış, sahici değil. Reel şartlara ve kıstaslara göre yapılan bir yarış, idealist kıstaslara ve şartlara göre değil. Kazanan halk olarak gözükse de, uzun vaade asla halk değil ve böyle bir yarışta kazanan hiçbir zaman halk olmamıştır ve bundan böyle de halk olmayacaktır. Halkın kazandığı söylenmiş olsa da. Zira oyunun kurallarını belirleyenler özde halk düşmanlarıdır. Yani düşmanın oyununu oynuyoruz. Düşmanın silahlarını kullanmak zorunda kalıyoruz daima. Kendi silahlarımızsa kınındadır. Ne zaman ki; vicdanın onayladığı şartlarda ve kıstaslarda bir yarış olursa ve kendi silahlarımızı özgürce kullanacağımız bir yarış olursa, ancak o zaman kazanan halk olabilecektir. Her seçim aslında kayıptır. Geleceğin kaybı, umudun kaybı, barışın kaybı, emeğin kaybı, adaletin ve ahlakın kaybı. Kayıp Müslümanlar içindir genelde. Şöyle ki; Müslümanlar kazandıkları her seçimle dünyaya daha bir alışmışlardır, bağlanmışlardır; zira makam, kazanç, şöhret sahibi olmuşlardır. Daha sonra ise, bunları kaybetmemek için değerlerinden taviz vermişlerdir. Ayrıca demokrasiye imanları artmıştır. Fakat bu büyük bir tehlike oluşturmuştur. Zira Müslümanlara iktidar verenler gün gelmiş iktidarı ellerinden almışlardır ve bütün değerleri çürütmüşlerdir. Fakat demokrasiye iman eden Müslümanlar çözümü demokraside aramışlardır, demokrasi de onlara kolay kolay bir zafer vaat etmemiştir. Önceden verilen zaferlerde demokrasiye olan imanın kavileşmesi için olmuştur ancak bu idrak edilememiştir. Mustazafların kurtuluşu asla demokraside değildir ve olamaz. Müstekbirlerin kalesidir demokrasi.

 

 Seçim, özellikle üç partinin yarıştığı bir maratondu adeta. AKP, MHP, CHP, bu üç parti kozlarını paylaştı sayılır. Zira ortaya çıkan sonuç bunu gösteriyor. En azından sayısal olarak bakıldığı zaman alınan oy oranları bunu açık ediyor. Zaten zımnen de millete bunu dayatıyorlar. Aksi, siyaseti kökten sarsacak bir durum olur. Fakat akleden yok. Bu siyasi netice, sloganik söylemlerin, hamasi nutukların boş olduğunu gösterdi. Milletin ekmeğine kan doğrayan ama baronlara kanlı ekmek sağlayan tiplerin prim yapmayacağını ispat etti. Öyle klişe lafların prim yapmadığını gösterdi. Halk, tabir caizse, mühür bende dedi ve gerçek meydan okuyuşunu yaptı. Süleyman benim dedi. Benim dediğim olacak, sizler benim kölelerimsiniz, gerekirse köpeklerimde olacaksınız dedi. Amma bana köle ve köpek muamelesi yapamazsınız dedi. Kimse kızmasın, bu artık bir gerçekliktir. En azından mevcut sistem dâhilinde geçerli olan bir gerçekliktir. Şöyle ki; demokrasi diyorsanız ve demokrasi de halkın kucağına oturup seçilmeye çalışıyorsanız, kendinizi halka beğendirmek zorundasınız. Halkın istediklerini vermek zorundasınız. Ve muhalifinize de diyecek hiçbir şeyiniz olamaz. Zira aynı koşullarda ve şartlarda yarışa katılıyorsunuz. Karşındakine; halkı aldatıyor diyorsanız, o zaman sizde aldatacaksınız. Ama tabi halkın aldanmasını sağlayabilmekte var işin ucunda. Hülasa; kimsenin kimseye diyecek sözü olamaz. Ve ben bir tespitte bulunuyorum. Bu söylediklerime yalan diyebilecek birisi varsa buyursun desin amma yüreklice de tartışması icap eder. Gerçekleri konuşarak bir yere ulaşabiliriz, gerçekler konuşulmadığı zaman doğru olduğunu sandıklarımızla avunur dururuz amma sonuç hüsran olur ve köy görünmekte. Gerçeklerden korkmayacaksın arkadaşım. Olay ne ise ortaya koyacaksın ve namusluca analizini yapacaksın. Zira bugüne kadar kaybedenlerin hepsi, gerçeklerden korktukları için kaybetmişlerdir. Şerefsizim, durum ayniyle budur.

 

Seçimin galibi hiç kuşkusuz AKP dir. Seçimin gerçek mağlubu MHP dir. Burada ne demek istediğim umarım anlaşılıyordur. ‘’POLİTKA-POLİTİKACI’’ yazımda da izah etmiştim. Geçilmesi gerekenleri geçiyorum. Zira bu ülkenin ve bu milletin, Mustafa Kemal’in arkasına saklanarak zulmedenlerden çekmediği kalmadı. İşte yukarıda ifade ettiğim ‘’gerçekten korkulmaması gerekir’’ sözüm tam da burası için geçerlidir. Gerçekleri ortaya sereceksin ki; hatalarını görüp düzeltebilesin amma sen yaptıklarının doğru olduğunu düşünürsen daha çok sürünürsün. Zira senin doğru ve gerçek olarak kabul ettiklerin, halk indinde yanlıştır, yalandır ve zorbalıktır. Bu ülkeyi ve bu halkı tapulu malı olarak görenler, muhakkak bir özeleştiri yapması gerekir. Halk yıllarca susturuldu, horlandı, ezildi, hatta idam edildi. Âlimlerin de, siyasetçilerin de, milletin kendisinin de çekmediği kalmadı. Ve hala da çekmektedir. Kimse bunu inkâr edemez. Yani bugün başörtüsü zulmü vs. birileri istese anında çözülemez mi? Kimse kusura bakmasın öküz değiliz bebeğim! Ve sen bu gerçeği görmezden gelerek kendine iyilik ettiğini sanıyorsan mutlak olarak yanılıyorsun. Bütün kurumlar adeta muhasara altındaydı. İstense bu ülkede her şey yapılabilirdi amma hiçbir şey yapılmadı kötülükten başkaca. Oysa halk bir yere kadar korkutulabilirdi, susturulabilirdi, sindirilebilirdi, tepkisizleştirilebilirdi. Amma şu gerçek unutuldu: ‘’sessiz atın çiftesi pektir.’’ ‘’ağzında bal olan arının kuyruğunda iğnesi vardır.’’ Yani halk sessiz diye ezmek gerekmez, bilakis merhamet etmek gerekir. Zira bir yerde hepiniz onun ekmeğini yiyorsunuz. Onun, çalışıp, alınteri, kan ve ter akıtarak ürettikleriyle hükümranlık sürüyorsunuz, ağalık taslıyorsunuz. Peki, size noluyor da: bunca kan, yaş, ter akıtarak sizi besleyenlere hayvanmış gibi muamele yapıyorsunuz? Buna hakkınız var mıdır? Bu insanlık mıdır? Hem böyle fütursuzca işler yapacaksınız hem de halkın terk edişinden yakınacaksınız. Adam olacaksınız oğlum adam. Ha gayrı meşru yollardan hükmetmeyi düşlüyorsanız, adam olmanıza gerek yok tabi!

 

Demek ki; öyle havadan politika yapmakla olmuyormuş, boş konuşmakla, altı olmayan korkutucu söylemlerle işler yürümüyormuş. Zamanı geldiğinde, anasını ağlatanların anasını ağlatıyormuş halk. Bu milletin bütün normlarını, değerlerini yıkarsan gün gelir öyle bir yıkılırsın ki elinden tutacak tek kişi dahi bulamazsın. Güveni yok etmeye gelmez oğlum. İnancı sarsamaya gelmez oğlum. Bu millet, belki hep susar amma konuşunca da öyle bir kusar ki feleğini şaşırırsın. Politikadan çakmıyorsan, meydan da çakılmamak için geri çekileceksin ah benim canım. Kızsanız da, kızmasanız da muhalefetiniz sizi ezdi geçti. Bundan sonra daha gerçekçi olmak, halkı anlamak icap ediyor demek ki! Evet beyler! Halkı anlayacaksınız. Halka saygı duyacaksınız. Töreye, dine ihanet etmeyeceksiniz. Geleneği olmayanın geleceği olamaz. Gelenekleri tahkir ve tezyif ederek, gelenekleri bozmaya çalışarak var olamazsınız. Bu eşyanın doğasına aykırıdır. Gerçeksiz gelecek inşa edilemez. Tarihsiz ve dinsiz millet, talihsiz millettir.

 

Değişen bir dünya var. Değişen bir insanlık var. Çağın dışında kalırsanız, olduğunuz yerde çakılır kalırsınız. Normlarınız, değerleriniz, töreniz, dininiz temelinde kalarak ve bunlardan taviz vermeyerek çağdaş olmayı başaracaksınız. Güçlü devlet, geleneği olan devlettir. Güçlü devleti tarihine bağlı olan devlettir. Güçlü devlet, dini olan devlettir. Güçlü devlet töresini bilen devlettir. Aynı şekilde, güçlü millette bu kadim olgulara sahip olan millettir. Öyleyse, bir partinin de, politika yaparken bunlara dikkat etmesi gerekmektedir. Bunlara dikkat etmeyenler, dikkate alınmaya değmezler. Hem öyle lafla değil, bizzat eylemle dikkate aldığınızı ispat edeceksiniz. Bilakis ıskat olunacaksınız. Aslında bu izahlarımızı değişik yazılarımızda, farklı şekillerde vurguladık.

 

“Dostluğu öldüren en tehlikeli silah itimatsızlıktır.” Hz. Ali. Evet, bu söz; hem devletler bazında, hem milletler bazında, hem de insanlar bazında geçerliliği olan kuvvetli bir sözdür. Zaten söyleyende sözün üstadıdır. Sen politika yapıyorsan, ilk evvelde inandırıcı olacaksın arkadaşım. Halk sana muhakkak inanacak. Ağzının haykırdığını kulağın duyacak ve söylediğini yapacaksın. Halk; kardeşim bunlarda sadece laf var, nutuk bol demeyecek; evet bunlar söylüyorsa yapar mutlaka diyecek. Halkın önünde bir başka, arkasında bir başka olmayacaksın. Zira gün gelir muhakkak tezat ortaya çıkar ve bütün itimadını kaybedersin ve bu senin acı sonun olur. Sözünde özünde bir olacak. Bir yerlerden çekinerek politika yapılmaz. Özellikle bu toprakların has evladı isen ve bir yerlerin icazetiyle iş yapıyorsan defolup gitmelisin. Çünkü bu utanç vesikasıdır, bu toprakların öz evladı için. Zira kendine hayrı olmayanın, millete bir hayrının olması hayaldir. Önce kendin kurtul ki; milleti kurtarabileceğinin bir altyapısı olsun. Ki yaşadığımız toplumda bunlar olmuyor değil. Adam politika yapıyor. Halkın karşısına çıkıyor öyle bir konuşuyor ki; tam halkın kendisi, fakat arka tarafta çevrilenler çok farklı ve bu tür şeyler mutlaka sızıntı yapıyor. Böyle olunca da millet şüphe duymaya başlıyor ve şüphe derinleştikçe güven sıfırı buluyor. Tabiatıyla sandıkta gömülme hâsıl oluyor. İşte, bu olmayacak kardeşim. Söylediğini yapacaksın. Toplum sana güvenecek. İşte bunlar gelirse, her şey berbat olur demeyecek. Zaten bunu bir defa dedirttin mi artık bittiğinin resmidir. Ve zaten bütün bitişler böyle başlamıştır. Hülasa; politikayı bileceksin arkadaşım. Bilmiyorsan, becerebildiğin işi yapacaksın. Politikanın öznesi, halktır. Politikada zaferin teminatı, itimattır.

 

Sen kendini kafdağında görüp, halk bana güvenmek zorunda gibi ahmaklıklarla hareket edemezsin. Ne demek; halk sana muhtaç? Sen mi veriyorsun ekmeğini? Sen mi içiriyorsun suyunu? Böyle saçmalıklarla politika yapılmaz bebeğim! Sen halka hizmet etmek zorundasın. Halkı, kendine inandırmak zorundasın. Halkın gönlünü kazanmak zorundasın. Halkın değerlerine saygı duymak zorundasın. Halk düşmanları ile savaşmak zorundasın. Halkı ezdirmemek zorundasın. Halkın karşısında konuştuklarını, sana yetki verilince uygulamak zorundasın. Halk sana yetki verdiği zaman, bu yetkiyi en güzel şekilde kullanmak zorundasın. Halk oyalanmayı sevmez, oyuna gelmeyi sevmez. Yetkiyi al, bir halt yapma ve devret ya da yetkiyi al ama olmayacak yanlışlar yap ve yine devret. Bu halkı delirtir. Bana kızmayın. Gerçek budur. Ülkemin politik manzarası da budur. Halk istikrarlı bir durum ister. İkide bir kaybedenden hoşlanmaz. Zira bu kafayı yedirtir halka. Çünkü umutlarını, hayallerini eskitir böyle kaotik bir durum. Öyleyse, temelleri sarsmadan işini iyi yapacaksın. Gönülleri alacak ve emaneti kapacaksın.

 

 Son tahlilde; özünüz ve sözünüz bir olacak. Yüzünüz halka dönük olacak. Söyleminizle eyleminiz doğru orantılı olacak. Gerçeklere boyun eğeceksiniz. Alternatifiniz olacak, tenkit ettiklerinize karşı. Nutuk çekmeyeceksiniz. Hamasi söylemlere fazla itibar etmeyeceksiniz. Güveni sarsmayacaksınız. Basmakalıp sözlere itibar etmeyeceksiniz. Bir gelip, bir gitmeyeceksiniz. Siteminizi iyi kurmuş olacaksınız. Dinamik bir yapıya sahip olacaksınız. Sisteminizi her tenkit edeni hain ilan etmeyeceksiniz. Devletin ve hassas kurumların yanlışlarını dile getirenleri, hainlikle damgalamayacaksınız. Hainlik yapanları iyi tefrik edeceksiniz ve yapmayanların gönlünü gücendirmeyeceksiniz. Muhakkak şeffaf olacaksınız. Görünmeyen güçlerden gelecek desteklere güvenmeyeceksiniz. Kurumlarda ki ihanetleri asla sahiplenmeyeceksiniz. Çürümeyi önleyeceksiniz. Değerlerinize sahip çıkacaksınız. Törenize lafla değil eylemle sahip çıkacaksınız. Yani yaşayacaksınız. Yaşamayıp ama sürekli konuşmak, o şeyin kıymetini düşürür. Ve bu durum güveninde düşmanıdır. İçinizi kirletmeyeceksiniz. Halk düşmanlığı yapmayacak, yapanlarla asla dost olmayacaksınız. Dininizin, devletinizin, milletinizin, ülkenizin ve törelerinizin düşmanlarına kucak açmayacaksınız. Kimliğinize ihanet etmeyeceksiniz. Hülasa; adam gibi adam olacaksınız.

Tarih: 13.06.2011 Okunma: 663

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?