Kuşak Çatışması ve Bakanlar Kurulu Kararı

İsmail Hakkı CENGİZ - 27.06.2008

            Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.

    

 

            Tukyuların ülkesindeyiz. Tarihler, takribi 5400 sene öncesini gösteriyor.

            Ülkenin eğitim vezirinin, aylardır uykularını kaçıran bir büyük derdi vardı; kuşak çatışması.

            Ülkenin her yerinden, bu konuda sürekli yakınmalar geliyor, vezirin kendi araştırmaları da yakınmaların doğru olduğunu gösteriyordu. Mesele gittikçe vahimleşmiş, ülkenin istikbalini tehdit eder olmuş, insanlar karamsarlaşmıştı.

            Eğitim veziri meselenin halli için vezirler kurulunun olağanüstü toplanmasını önerdi. Başvezir uygun buldu ve kabineyi acilen toplantıya çağırdı.

            Toplantı ancak akşam yemeğinden sonra başlayabildi.

            Eğitim veziri meseleyi açtı:

       - Arkadaşlar, durum gayet vahimdir. Çocuklarımız, bebekken bize mutluluk ve neşe veriyorlar. Ancak, bu neşe ve mutluluk, çocuklarımızın büyümesiyle birlikte yerini problemlere ve çatışmaya bırakıyor. Özellikle çocuklarımız ergenleşirken ortaya çıkan ve sürüp giden çatışmalara!

Çocuklarımız 14-15 yaşlarına geldikleri zaman onlardan daha sorumlu olmalarını, daha az israf etmelerini, böyle giderse okul masraflarını, şahsi harçlıklarını karşılayamayacağımızı söylüyoruz.

Biz çocukken böyle konularda sesimizi çıkaramaz, söylenene uyardık. Ama şimdi çocuklarımızı daha demokratik bir ortamda yetiştirdiğimiz için şöyle cevaplar alabiliyoruz:

“Dünyaya getirirken bize sormadınız. Mademki bizi dünyaya getirdiniz her ihtiyacımızı karşılayacak, en iyi okullarda okutacaksınız. Harçlığımızı da vereceksiniz.”

Hazine veziri, “Bize sormadınız” sözlerine takılmıştı. Söz istedi:

-         Ne yani, onlara sorma imkânımız varmış da biz mi sormamışız?

       Bu soru başvezirin de dikkatini çekmişti. Sıhhiye vezirine döndü:

-         Sayın Sıhhiye Veziri, doğmadan önce çocuklara sorma imkânımız var mıdır?

 Sıhhiye veziri, gırtlağını temizleyip, en bilgin duruşuyla cevapladı:

-         Efendim, yetki sizindir. “Sorun” derseniz, sorulur; “sormayın” derseniz sorulmaz.

Başvezirin yüzü aydınlandı. Böyle bir yetkisi olduğunu bilmiyordu. Sevindi.

-         Demek, yetki bende. İyi, ben bunu bir düşüneyim.

-         İsabet olur, efendim.

       Eğitim veziri devam etti:

-         Bunun gibi soru ve sözlerle pek çok ana-baba ve vezirliğimiz bunaltılmaktadır.

Kralın yeğeni, veliaht prens söz aldı:

-         Hepimiz çocuk olduk. Biz büyüdük, şimdi yetişkiniz. Bir süre sonra da şimdiki çocuklar yetişkin olacaklar.

       Başvezir, prense şefkatle, biraz da tepeden baktı:

-         Sen ne zaman büyüdün bebecan, sen hâlâ çocuk sayılırsın. İltifat, prensi memnun etti.

       Gençlik ve Atıcılık veziri söz aldı:

-          Çocuklara bir borcumuz var; belli bir yaşa kadar ihtiyaçlarını gidermek ve çağın gerektirdiği eğitimi vermek. Bunu sağlayamayacaksak çocuk yapmayı, hattâ evlenmeyi ertelemeliyiz.

       Aile ve çocuktan sorumlu olan kabinedeki tek kadın vezir, içinden bekâr olduğuna şükretti ve kendi kendisine ömrünün sonuna kadar evlenmeyeceğine dair söz verdi.

       Sanayi veziri söz aldı:

-          Hiç kimsenin 15-20 yıl sonrasını net olarak görmesini bekleyemeyiz. 20 yılda dünya dört kere değişiyor. Çocuk doğduğu zaman işler iyidir, ama sonra bozulmuş olabilir veya dünya o kadar değişmiştir ki, ihtiyaçlara yetişmek imkânsız hale gelmiş olabilir. Çocuklarla uzlaşmalıyız.

       Hazine veziri yeniden söz aldı:

-          Çocuklar veya gençler, ana-babalarına, “bize sormadınız”, derken insaflı değiller. Çünkü bu soru, işler iyi giderken; dünyanın nimetlerinden yararlanırken, eğlenirken, oynarken, gezerken, ata binerken, cirit atarken kimsenin aklına gelmiyor. Demek ki, yaşamanın külfetleri kadar nimetleri de var. Daha doğrusu nimetler, külfetlerden kat kat fazla.

       Tartışmalar uzamış, vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Toplantı boyunca, konuşulanları dikkatle dinleyen ama hiç konuşmayan, ömrünün çoğu Hint Bilgeleri arasında geçmiş olan 92 yaşındaki, ülkenin, gelmiş geçmiş en bilge veziri söz aldı. Tane tane konuştu. Çok derinden, aynı zamanda çok yükseklerden bir yerden geldiği izlenimi veren sesi son derece etkileyiciydi:

-         Hint öğretisine göre; doğmak, Tanrı tarafından göreve çağrılmaktır.

       *                      *                      *

       Konuşulanların ışığı altında son sözü söylemek üzere, Başvezir başını elleri arasına aldı ve uzun bir düşünceye daldı. Gün ağarmak üzereydi.

       Başını kaldırdı ve kararını açıkladı:

-         Değerli arkadaşlar, meseleyi bütün boyutlarıyla enine, boyuna değerlendirdim. Bu iş bizi aşar. Çocukla ana-baba arasına biz girmeyelim. Kuşak çatışmasının çözümünü ailelere bırakmayı öneriyor, kararı oylarınıza sunuyorum. Kabul edenler… Güzel, oybirliğiyle kabul edilmiştir.
      

       Eğitim veziri, bir büyük meseleyi daha çözmüş olmanın emsalsiz huzurunu hissediyor, aile ve çocuktan sorumlu vezir, kendisini bu meseleye hiç bulaştırmayan başvezire şükran duyuyordu.

       Çaylar geldi. Tavşan kanıydı.

       *                      *                      *

     Üstatlardan

      Çocuklarımıza bırakabileceğimiz dayanıklı iki miras var: Biri kökler, diğeri ise kanatlar.

Stephen  Covey

            *                      *                      *

            Çocukluk

            Affan dedeye para saydım,
            Sattı bana çocukluğumu…
            Artık ne yaşım var, ne adım,
            Bilmiyorum kim olduğumu…
            Hiçbir şey sorulmasın benden,
            Haberim yok olan bitenden.

            Bu bahar havası, bu bahçe,
            Havuzda su şırıl şırıldır…
            Uçurtmam bulutlardan yüce,
            Zıpzıplarım pırıl pırıldır…
            Ne güzel dönüyor çemberim,
            Hiç bitmesin horoz şekerim.

                                    Cahit Sıtkı Tarancı

 

 

Önceki yazılar

Tarih: 27.06.2008 Okunma: 722

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

Necmi Uçar

11.05.2008 - 22:59

Sayın Özgür Bey, Bağdat için yazdıklarınız içimi acıttı doğrusu. Zaten üzülüyordum daha çok üzüldüm. Neden diyede düşünmekten kendimi alamıyorum ve diyorum ki sadece işgal edenler değil gel işgal et diyenler daha suçlu gibime geliyor.Yoksa dışarıdan gelip orada hükümranlık sürmek kolay iş değil böyle ucuza kapatılamaz, adamlar gidecekleri yerde önce satılıkları alıyor, bölüyor, parçalıyor, sonra da yutuyor.

Kadir

12.05.2008 - 09:45

Ana ne doğurandır, ne doyurandır, terbiye ile yoğurandır. Muhteşem. Elinize sağlık. Saygılarımla...

özgür deniz

12.05.2008 - 18:20

baki muhabbetle NECMİ UÇAR ve KADİR üstadlar.en MÜTEAL olan razı olsun.kesinlikle katılıyorum.yerli köpekler olmasa yersiz köpekler bu kadar ne kolay havlayabilirler ne insanlık onurunu çiğneyebilirle ne hanelere kusabilirler ne namusları kirletebilirler.ama ne hazin ki, dimdik ölmeye haysiyetsizce eğilmeyi tercih ediyoruz.yani MADDEYE YENİLMİŞ VE KAYBETMİŞ bir insan var.yani yerliler cesur olsalar yersizler asla soysuzluğa ciret edemezler.BESMELELİ olanlar BESLEME ye dönüşürse dünya daha çok çürür ve insan daha çok kirlenir.RABBAİM sonumuzu hayreylesin.insanın çürüdğü bir devre tanıklık yapıyoruz maalesef.çok acı ama söz gücün tekelinde.güç ise ahlaksızdır ve haysiyetsizdir zamanımızda.saygı muhabbet selam dua.

Necmi Uçar

11.05.2008 - 22:59

Sayın Özgür Bey, Bağdat için yazdıklarınız içimi acıttı doğrusu. Zaten üzülüyordum daha çok üzüldüm. Neden diyede düşünmekten kendimi alamıyorum ve diyorum ki sadece işgal edenler değil gel işgal et diyenler daha suçlu gibime geliyor.Yoksa dışarıdan gelip orada hükümranlık sürmek kolay iş değil böyle ucuza kapatılamaz, adamlar gidecekleri yerde önce satılıkları alıyor, bölüyor, parçalıyor, sonra da yutuyor.

Kadir

12.05.2008 - 09:45

Ana ne doğurandır, ne doyurandır, terbiye ile yoğurandır. Muhteşem. Elinize sağlık. Saygılarımla...

özgür deniz

12.05.2008 - 18:20

baki muhabbetle NECMİ UÇAR ve KADİR üstadlar.en MÜTEAL olan razı olsun.kesinlikle katılıyorum.yerli köpekler olmasa yersiz köpekler bu kadar ne kolay havlayabilirler ne insanlık onurunu çiğneyebilirle ne hanelere kusabilirler ne namusları kirletebilirler.ama ne hazin ki, dimdik ölmeye haysiyetsizce eğilmeyi tercih ediyoruz.yani MADDEYE YENİLMİŞ VE KAYBETMİŞ bir insan var.yani yerliler cesur olsalar yersizler asla soysuzluğa ciret edemezler.BESMELELİ olanlar BESLEME ye dönüşürse dünya daha çok çürür ve insan daha çok kirlenir.RABBAİM sonumuzu hayreylesin.insanın çürüdğü bir devre tanıklık yapıyoruz maalesef.çok acı ama söz gücün tekelinde.güç ise ahlaksızdır ve haysiyetsizdir zamanımızda.saygı muhabbet selam dua.