Bu toprakta yaşamak geçmişten günümüze zordur. Biz farkında olmasak da, bu toprakta dün de bugün de dünyanın gözü vardır. Anadolu’yu dolaştığınızda, tarihe baktığınızda, bu topraklarda yaşamış medeniyetleri incelediğinizde MÖ:12.000 Yılına kadar inebiliyorsunuz. Bu medeniyetlerin hepsinde ortak özellik GÜÇ! Yani, bu topraklar hep güçlü toplumları bağrına basmıştır. Zayıfladığınızda, içine virüs bulaştıysa silip atmıştır. Bu özellik hiç mi hiç bugüne kadar değişmemiş, bugünden sonra da değişmeyecektir.
“Bu toprağın insanı”,
Birleştirici bir kavram olduğu için kullanıyorum. Yurdumun insanı; çilekeş, sabırlı, itaatkâr, saygılı, misafirperver, göçebe, dış etkilere açık, inançlarına bağlı, az okuyan daha çok duyduğuna inanan, toprağına bağlı, atasına saygılı, güçlüyü seven, iklime göre mizacı sertleşen, çocukları için yaşayan, kaderci, namus kavramında acımasız, töreye bağlıdır. Son dönemlerde karnı doymayınca “Doğduğu yeri değil doyduğu yeri vatan” kabul etmeye mahkûm bırakılmıştır. Kısacası, yurdumun insanı, ülkeyi yönetenlerin bilinçsiz ve basiretsiz politikaları yüzünden toprağından koparılmış ve sahipsiz bırakılmıştır. Bu sahipsizliği bütün çıkar çevrelerine fırsat doğurmuştur. Çevrenize baktığınızda birçok örneğini görürsünüz!
Nasıl bir bitki topraktan çıkarıldığında yaşama şansı kalmıyorsa, toprağından kopartılan insan da çok sancılı bir döneme giriyor. Toprağına bağlıyken insan güçlü olur. Eker, biçer, döver karnını doyurur. Dışarıya çok az bağımlı kalırdı. Âşık Veysel bu toprağın dostluğunu ve sevgisini bize nasıl miras bıraktı?”Dost dost diye nicesine sarıldım./Benim sadık yârim kara topraktır.”Bu toprağın kıymeti bundan daha güzel anlatılabilir mi?
Kısaca eskilerin deyimiyle; tuz, gaz, bezin dışında her şeyini üretirdi insanımız. Bugün öyle mi? Her şeye bağımlı hale geldi. Ne acıdır ki Allah için keseceği kurbanlık hayvanı bile(ANGUS) dışarıdan almak zorunda bırakıldı. Bugün milyarlarca dolarlık tarım ürününü karnımızı doyurabilmek için dışarıdan almak zorundayız. Gerisini siz düşünün…
Bu durum, toplumu dirençsiz kılmakta, dış güçlerin oyun sahasını genişletmektedir. Bu topraklarda gözü olanlar; hiç acımadan bazen açıkça, bazen de sinsice sürekli bir şeyleri bahane ederek, kaşıyarak bizi bize düşman etmeyi başarmışlardır. Doğruyu- yanlışı ayırt edemeyen bir toplum haline getirildik. Her konuda ortalıkta bilgi kirliliği kol geziyor. Toplum mühendisleri bizim zafiyetlerimizi iyi bildikleri için, medyayı da iyi kullanarak istedikleri gibi at oynatmaktadırlar. Duyduğumuzu, okuduğumuzu, gördüğümüzü hiç sorgulamadan doğru kabul ediyoruz. Son dönemlerde hafızamız da çok zayıfladı. Geçmişi çok çabuk unutur hale geldik.
Yanı başımızdaki komşumuz Suriye; 15 Yıl boyunca bölücü terörü her yönüyle besledi, destekledi, şımarttı ve bu topraklarda kardeşkanı akıttı. Bir anda hiç bir şey olmamış gibi sarmaş dolaş oluverdik. Dün bize karşı terörü besleyenleri, iç karışıklıkları nedeniyle bugün de sınırlarımızdan içeri alarak, üç öğün yemek verip besliyoruz. Bu nasıl bir psikolojidir anlamıyorum, anlayan varsa beri gelsin.
Bu toprağın insanı iç ve dış çıkar gruplarınca sürekli ŞUCU- BUCU olmaya zorlanmıştır. Günden güne yalnızlaştırılan insan, güçsüz bırakılmakta ve bir şekilde bir yerlere bağımlı hale getirilmektedir. Hiçbir zaman BİZ olamadık. Hep şucu- bucu olduk. Gücümüz bu şekilde sürekli zayıf bırakıldı. Bu duruma ne zamana kadar geçit vereceğiz?
Aslında yakın tarihimiz bile bize yeter. Gidin Çanakkale’ye biz nasıl millet olduk? Orada her şey açık ve net. Bu fakir fukara milletin maddi-manevi gücünü orada görün. Gidin Atatürk Barajına hiçbir dış kredi verilmeyen GAP. Projesinde neler yapabiliyoruz? Bu iki bölgeye, TC.’de imkânı olan her vatandaş çoluğunu çocuğunu götürmelidir. Hatta bu devlet politikası haline getirilmelidir. Tabii Anıtkabir’i de bu arada unutmayalım. Anıtkabir Müzesindeki Kurtuluş Savaşı ile ilgili bölümü de her yurttaşın görmesinde sonsuz fayda vardır.
Bu toprağın insanı kendini yalnızlıktan, şucu-bucu olmaktan, ondan –bundan medet ummayı bırakmalı ve kendi gücünün farkına varmalıdır. Kendine uzatılan balığı elinin tersi ile itmeli, balık tutmasını öğrenmelidir. Başkasının verdiği balık onu ancak bir öğün doyurur. Eğer balık tutmasını öğrenip, biraz mücadele ederse her gün karnı doyar ve kimseye muhtaç olmaz. Her şeyden önemlisi başı dik olur.
Bu topraklar ancak başı dik ve güçlü insanları-toplumları bağrına basıyor. Deniz gibi bu topraklar da, zayıf ve güçsüzü bir şekilde dışarı atıyor. Güçlüyü bağrına basıyor. Ama gidecek başka vatanımız da yok, tercih şansımız da... Onun için güçlü ve birlikte olmaktan başka çaremiz yok. Geç kalmadan.
Her canlıya terk edilmek acı verir. Uğrunda kan döktüğümüz topraklar da, biz de bugün acı çekiyoruz. Güzel Anadolu da.
Hilmi ÇAKIR
18 HAZİRAN 2011