Sakın Tüketme, Tükenirsin

Hüseyin ŞİNASİ - 04.07.2011

                                   

 

         24 Haziranda başlayıp 4 Temmuzda biten kaçışımızda, herkes İstanbul’dan kaçar, sahil kentlerine, yaylalara ve sakin yurt köşelerine kapağı atarken biz tersini yapıp İstanbul’a gittik. İstanbul’a daha önceleri de birkaç kez gitmiş, ancak bu kadar uzun süreli hiç kalmamıştık.

Bu kısa sayılabilecek bu zaman aralığında İstanbul’a neden dünya kenti dendiğini, kültür başkenti ilan edildiğini anlayabiliyorsunuz. Dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri olan İstanbul’da eğer bir yakınınız ve arkadaşınız yoksa yapayalnız kalıveriyorsunuz. Ama İstanbul’u iyi bilen birisi ile eski çağlardan günümüze harika bir yolculuk yapıyor, kendinizden geçiyorsunuz. Kısacası İstanbul’da tarih, doğa deniz ve teknoloji almış başını gidiyor. Bu sonsuz koşuda kendinize güveniniz varsa, nefesiniz yetiyor, koşabiliyorsanız varsınız. Yoksa sizi bir köşeye fırlatıp atıveriyorlar. Kimse yüzünüze bile bakmıyor.

Sokağa çıktığınızda kenar semtlerde fazla bir kalabalık ile karşılaşmıyorsunuz. Ama merkeze doğru gittikçe, hem insan trafiği, hem araç trafiği ile karşılaşıyor, ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz. Dolmuşlar, otobüsler, deniz ulaşım araçları, alışveriş mağazaları tıka basa dolu. İnsanlarda korkunç bir alışveriş hastalığı meydana gelmiş. Etrafında ne görürse onu almak için adeta saldırıyorlar. Araçlar birbirleriyle yarış halinde, gözünü açan, erken davranan öne geçip, basıyor gaza.

Çamlıca Tepesinden boğazı seyre dalmak, Piyer Loti’de Haliç’e bakıp demli bir çay içmek, Eyüp Sultan’da insanların dualar ve yakarışları arasında dolaşmak, Süleymaniye Camii’nin ihtişamı karşısında büyülenip kalmak, Gülhane Parkına hayran kalmamak mümkün değil. Bir de Eminönü’nde ekmek arası balık yemek olamazsa olmazlar arasındaymış.  Adım attığınız hemen her yerde dünyanın her tarafından gelmiş turistlerle karşılaşıyor ve bunca olağanüstü şeyler karşısında hiç şaşırmıyorsunuz.

Bu arada sıcağı sıcağına bırakıp gittiğimiz sıcak siyasi gelişmeler de her gün yeni bir boyut kazanmış. Ne yalan söyleyeyim. Aradan geçen bu on gün içinde bir iki tane gazete ve televizyonlar haricinde gelişmeleri takip etme imkânımız olmadı.

İyi ki bazı gelişmelerden uzak durmuşuz. Bu arada neler olmuş bir bakalım. TBMM yeni dönem çalışmalarına başlamış. 28 Haziran’daki yemin törenine BDP’liler hiç katılmamış, CHP milletvekilleri mecliste bulundukları halde yemin etmemişler. Tutuklu milletvekilleri mahkemelerden tahliye kararı alamayınca ortalık karışmış. Nur topu gibi yeni krizimiz daha patlak vermiş. BDP’liler başka bir telden, yemin törenine katılmayan CHP’liler ayrı bir telden çalmaya devam ediyorlar.

Büyüme ve ihracat rakamları açıklanmış. Büyüme konusunda bir dünya rekoru kırılırken, ihracat rakamları umut verirken bu sevincin fazla sürmediği, ertesi günden itibaren konuşulmadığı, hatta bu büyümenin bir tehlike habercisi olduğunu söyleyenlerle karşılaştık.

Etrafımıza dikkatlice bakınca, genç yaşlı, kadın erkek herkesin çılgıncasına almaya ve tüketmeye yöneldiği çok çabuk anlaşılıyor. Bu alışverişler daha çok da kredi kartlarından yapılıyor. Ama toplumun her kesiminde, bu aşırı tüketim hastalığının dizginlemesi ve tasarruf alışkanlığının geliştirilmesi lazım. Hani ne demişler “sakla samanı gelir zamanı.” Yoksa halimiz ağustos böceğinden farklı olmayacak. Ama kim duyar, kim yapar bunu? Asıl sorun burada. Bir yazıda kullanılan ifade çok güzeldi. Tüketme, tüketirsen, tükenirsin.

 

 

          

Tarih: 04.07.2011 Okunma: 884

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?