Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
“Suç” dediğiniz nesne somut olmalı… Yani elle tutulmalı, gözle görülmeli… O nesnenin “suç” olduğuna dair kimsenin bir şüphesi olmamalı…
Dolayısıyla “suçlu” da herkese göre “suçlu” olmalı…
Bunları niçin tartışıyoruz?
Cezaevinde bulunan “tutuklu” veya “hükümlü” 9 milletvekili dolayısıyla…
Önce, Silivri’deki tutukluları ele alalım: Haberal, Balbay ve Alan… Bu 3 milletvekili “kuvvetli suç şüphesiyle” aylar ve yıllardır tutuklu bulunuyor…
Dikkat buyurun, niçin tutuklular: Kuvvetli “suç” şüphesiyle…
Bunlara “suçlu” diyebilir miyiz?
Hukuken diyemiyoruz. Çünkü “hüküm” giymemişler…
Ama siyaseten, medya ve halk nazarında vaziyetleri nasıl?
Bir kısım siyasîler, bir kısım medya ve belli ki halkın bir bölümünce “suçlu” görülüyorlar. Kim suçlu görüyor? İktidar kanadı… İktidara yakın medya ve iktidarı destekleyen seçmen… Halkın yüzde 50’si diyebiliriz.
Buna mukabil, muhalefet, Silivri’deki tutuklu milletvekillerini “suçlu” görmüyor. Suçlu görmediği için onları listelerinden aday gösterdi. Alınan oylara baktığımız vakit, halkın da yüzde 39’u bu milletvekillerini “masum” görüyor.
x x x
Öte yandan, BDP’nin listelerinden milletvekili seçilen biri “hükümlü” 5’i “tutuklu” toplam 6 milletvekili var. Hüküm giymiş olan Hatip Dicle, hukuken “suçu sabit” kabul ediliyor. Fakat geriye kalan 5 milletvekili, aynen Silivri’dekiler gibi “kuvvetli suç şüphesiyle” tutuklu bulunuyorlar. Bu 5 vekil, muhtemelen halkın daha büyük bir çoğunluğunun gözünde “suçlu” sayılıyordur. Fakat onlar da oy aldıkları seçmen gözünde “masum”dur. Demek ki halkın yüzde 6,5 kadarı da bu milletvekillerini suçlu görmüyor.
Peki, hakikat ne?
Hakikati “yargı” bulacak!
Hangi yargı?
Herkesin güvendiği, doğruluğundan, tarafsızlığından zerre kadar kuşku olmayan yargı!
x x x
Yargı ne kadar isabetli karar veriyor, bunu, iktidarın ileri gelenlerinden, “hukukçu” bir milletvekilinin sözlerine bakarak değerlendirelim:
Bülent Arınç, tutululukları kaldırılmayan milletvekilleri için diyor ki; “Kararlar kanunen ve hukuken doğru ama ‘vicdanen’ ne kadar doğrudur?”
İşte püf noktası burası!
Yargının doğru ve isabetli karar vermesi sağlayacak tek ölçüt, “hâkimlerin vicdanı”dır. Hâkimler, eğer vicdanlarına danışarak karar verirlerse kararları isabetli olur. İşin içine başka etkenler girerse vicdan devre dışı kalır. Karar isabetsiz olur.
Hatta hâkimler “Türk milleti adına” karar verseler bile kararları doğru olmayabilir. Çünkü millet de yanılabilir. Kaldı ki, bu söz tamamıyla boştur… Millete ne zaman, nasıl danıştılar?
Üstelik “millet adına” hüküm veren bir yargıç, aslında sorumluluğu da millete yüklüyor demektir. Böyle bir vekalette, böyle bir göndermede her zaman yanılma ihtimali vardır.
Şaşmayacak tek ölçü, kamu vicdanını tatmin edecek tek ölçü “hâkimlerin vicdanı”dır.
Adına karar verilen Türk milleti, hâkimlerinin vicdanına danışarak karar verecekleri günlerin gelmesini bekliyor.
x x x
YEMİN BİR KERE EDİLİR
Haftalardır “yemin” kriziyle yatıp kalkıyoruz.
Daha önce, TBMM açılışlarında böyle bir sorun yaşamadığımız için formalite deyip geçiyorduk. Fakat şimdi, “yemin” üzerinde düşünmek ve konuşmak şart oldu…
Bir konuda “yemin” bir kere edilir. Yani, ilk defa milletvekili seçildiniz, “yemin” edeceksiniz… Tamam!
Sonra, ikinci-üçüncü-dördüncü defa seçildiniz diyelim, her seferinde “yemin” etmek niçin şart olsun? Çok saçma değil mi?
Subay adayı, Harp Okuluna girişte yemin eder… Aradan 40–50 sene geçer orgeneral olur… Yemini geçerlidir… Kimsenin aklına, bu kadar zaman geçti, rütbe yükseldi gel bir daha “yemin” et demek gelmez…
Doktor, mesleğinin başında “Hipokrat yemini” eder… Mütehassıs olur, profesör olur… Yemini geçerlidir… Onun için de kimsenin aklına gel bir daha “yemin” et demek gelmez.
Çünkü yemin bir kere edilir.
Bu durum, milletvekilleri için de geçerli olmalıdır… Zaten geçerlidir de… Sanırım, yanlış bir yorumla, birden fazla seçilenleri tekrar tekrar “yemin” etmeye zorluyorlar.
Bu yanlıştan dönülmelidir. Tekrar seçilen vekillerin eski “yemin”leri geçerlidir.
Bu arada hatırlatalım: “Yemin”, kişinin şerefi ve namusudur… Sadece vekillik veya resmî görevli olduğu süreyle sınırlı değildir. Ömrünün sonuna kadar ona sadık kalmayı gerektirir.
Önceki yazılar