“BİZE DEMOKRASİ FAZLA, KARDEŞİM”

İsmail Hakkı CENGİZ - 07.07.2011

Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.


Etrafımda bu söylemi dile getiren hayli çok insan var.

Sanmayın ki bu insanlar eğitimsiz, cahil-cühela takımı…

Ülkeye, topluma demokrasiyi fazla bulanlar içinde üniversite mezunları, hatta yüksek lisans yapmış olanlar bile mevcut…

Siz de çevrenizde böyle lafları duymuşsunuzdur… Belki siz de bu millete demokrasiyi fazla bulanlardansınızdır.

Aslına bakarsanız, demokrasiyi bu millete fazla bulanlar, milletin ekserisi… Milletin çoğuna göre; bizim için demokrasi gayet lükstür… Bize lâzım olan otoriter bir rejimdir… Bu milletin çoğu ferdi, en küçük bir aksaklık, bir problem karşısında sıklıkla, “Kardeşim, ne demokrasisi… Bize örfî (sıkı) bir rejim lâzım…” söylemini dile getirir! Bunlara göre; Atatürk gibi bir adam gelmeli… Bütün aksaklıkları gidermeli, pislikleri temizlemelidir…

x   x   x

İşte, şimdi Türkiye “sıkı” bir rejime girmiştir!

Ne zamandan beri?

12 Eylül 2010’dan beri…

“Sıkı rejim” nedir?

İktidarın çok güçlü olduğu… Her türlü icraatı yapmaya muktedir olduğu… Elini bağlayan, ona engel çıkaran herhangi bir kişi veya kurumun kalmadığı rejimdir.

12 Eylül 2010’daki halkoylaması, iktidara böyle bir güç bahşetmiştir. İktidar sözcülerinin “10 seçimden daha önemli” şeklinde vasfettiği halkoylaması bu gücü, “demokrasi” diye diye iktidara sunmuştur.

Geriye dönüp, şöyle bir bakın… Demokrasi konusunda hangi ilerleme sağlanmıştır? Hangi iyileştirmeler, hangi serbestlikler hayata geçirilmiştir?

Tam tersine, gazeteciler daha kolay içeri tıkılabilmeye, kitaplar daha kolay, hatta yayımlanmadan toplanabilmeye başlanmıştır.

Yazarlar ve kitaplar hakkındaki yaşadıklarımız; Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan bazı uygulamaları akla ve gündeme getirmiştir. O vakitler de İskilipli Atıf Hoca’nın kitapları toplatılmış, evi aranmış… Kazım Karabekir’in kitabına da daha basılmadan el konmuş!

O günlerde yapılan uygulamaların, şimdiki uygulamalar karşısında hatırlanması, manşet ve ekranlara taşınması son derece düşündürücü…

Düşününce neyi fark ediyorsunuz?

Şunu: 1925’lerde iktidarının elini bağlayan, icraatlarına engel olabilecek herhangi bir kurum söz konusu olmadığı gibi; 12 Eylül 2010’dan beri, bugünkü iktidarın da elini bağlayan hiçbir kurumun kalmadığını... Bugünkü iktidarın da o günkü kadar güçlü bir hale gelmiş olduğunu…

Hatırlayın; bugünkü iktidar, 12 Eylül 2010 öncesi, Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi, HSYK gibi kurumların icraatlarına engel olduğundan şikâyetçiydi. Artık böyle bir şikâyeti var mı?

Biz hiçbir yorum yapmayalım… Danıştay ve Yargıtay’a yeni seçilen başkanlar dolayısıyla, hükümetin 2 numaralı isminin neler söylediğine bakın yeter: Önce, Yargıtay başkanı seçilmiş, sınıf arkadaşı olması dolayısıyla, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın memnuniyeti medyaya yansımıştı…

Ardından Danıştay başkanı seçilince, Arınç sevincini nasıl dile getirmişti: “Kurban olduğum, verdikçe veriyor!”

x   x   x

Nihayet…

12 Haziran 2011…

Millet, “sıkı rejim”i gayet net bir çoğunlukla onayladı.

Haddizatında, böyle bir rejim, bu iktidara oy vermeyen pek çok insanın da özlediği bir rejimdi…

Yeni kabine kuruldu…

Şimdi, “hızlı” icraatlar vakti…

Millete, memlekete hayırlı olsun!

 

Önceki yazılar

Tarih: 07.07.2011 Okunma: 712

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?