Filiz AYGÜNDÜZ, MİLLİYET
Panzerlerin ve askerlerin ilk bakışta
göze çarptığı çarşının ortasından geçip okulun kapısına geldiğimde, bir polis
otomobili bekliyordu köşede. “Niye?” diye sordum yanımdaki rehber öğretmene.
“Okulların açıldığı günlerde alınan rutin güvenlik önlemleri...” dedi. Rutin?
1995 yılının eylül ayıydı. Henüz 23 yaşındaydım ve Diyarbakır’ın
Silvan ilçesine sınıf öğretmeni olarak atanmıştım. Okula girdim. Eteklerime
dolanan, ‘öğretmen bekleyen’ çocukların arasından geçip beni odasında
karşılayan müdür beyle tanıştım. Normalde, sınıfımı söyleyip, ders planımı
verip göndermesi lazım beni. Ama olmaz. Bu coğrafyada düzen başka.
Öğretmenin ‘kalmaya’ ikna edilmesi gerek ilkin, özellikle de Batı’dan
geliyorsa. Yani Güneydoğu’da öğretmen olmak öncelikle can güvenliği
konusunda teminat almak demek. Ne kadar verilebilirse tabii...
Eksik bilgi işin usulü
“Hiç öğretmen öldürüldü mü burada?” diye yekten sordum müdür beye. “Yok” dedi:
“Güvenlikten yana endişeniz olmasın; ama başınıza kiremit düşerse bilemem”...
Silvan’ın o dönem PKK,
Hizbullah,
JİTEM
üçgenine sıkışmış, güvenliğinin pamuk ipliğine bağlı bir kasaba olduğundan söz
etmedi. Söz edemedi.
Köy okullarından birine gidip, öğretmenden pamuk, tentürdiyot ardından da
sınıflardaki Atatürk resimlerini indirmesini isteyen, tehdit eden PKK’lılardan,
kaçırılıp öldürülen öğretmenlerden; fail-i meçhul cinayetlere kurban gidip,
ölüsü bile bulunamayanlardan, birkaç yıl önce bir beden öğretmeninin sırf kız
öğrencilerine eşofman giydirdiği için çarşı ortasında öldürüldüğünden, elindeki
poşetten yere saçılan portakalların arasından sızan kandan...
Bir şeyler anlattı ama eksik anlattı. Çünkü, öğretmen bekleyen bir sürü sınıfı
vardı. Biliyordu ki, her şeyi olduğu gibi anlatırsa, kalmazdı öğretmen. Dersler
boş geçerdi. O yüzden de işin usulü, biraz eksik bilgilendirmekti.
Dil mucizesi
Güneydoğu’da öğretmen olmanın, koca bir dil duvarına çarpmak olduğunu öğrendim
ilk. Ben Kürtçe
bilmiyordum, onlar da Türkçe... Evde, sokakta, teneffüste kullandıkları dil
Kürtçeydi. Başka bölgelerdeki yaşıtları önce dilini konuşmayı öğrenip daha
sonra okuma yazmaya geçerken; onlar önce okuma yazmayı sonra Türkçeyi
öğreniyordu.
Öğretmen öncelikle bu mucizeyi gerçekleştirmek zorundaydı. Yıl 2011. Durum yine
aynı. Öğretmen, dilini bilmediği çocuklara aynı anda hem Türkçeyi hem de okuma
- yazmayı öğretecek... Bu süreçte çocuklarıyla iletişim kuramamaya tahammül
etmeyi de kendisi öğrenecek. Gözünün içine bakan çocuklarla, gözleriyle
konuşmayı...
O gözler ki, öğretmenin gözlerinden çok daha korkulu; o coğrafyada çatışmalar
içinde büyümüş birçok çocuğunki gibi... Korku bulaşıcı.
Öğretmen, korkuyu, biraz da çocuklardan öğrenir. Daha sonra öğretmen
arkadaşlarıyla yaptığı sohbetlerden, dinlediği hikayelerden, okuduklarından...
Bundan 16 yıl öncesinde, benim görev yaptığım yıllarda Güneydoğu’da öğretmen
olmak, özellikle okulların açıldığı günlerde, bölgenin farklı yerlerindeki
meslektaşlarının öldürüldüğünü öğrenmekti TV haberlerinden, gazetelerden ve
bunun niyesine bir türlü akıl sır erdirememek demekti aynı zamanda.
Sürekli çekilen bir korkudan öğretmene her koşulda sahip çıkan halkın şefkatine
sığınmak; onu paylaşarak hafifletmek demekti.
Olağanüstü
hal bölgelerinin yabancılık çekmediği panzerlere ve kan kırmızı renklere
çocukların resim defterlerinde rastladığında bile umudunu kaybetmemek demekti.
Birbirimizin hikayelerini dinler, birbirimizi anlarsak bir gün zilin çalacağına
inanmak demekti.
Korkuyu öğrenmek
Bir öğretmen arkadaşım anlatmıştı: “Siirt’ten
Eruh’a gidiyoruz, minibüsle... Yıl 2005. Sabah saatleri... Bizden 15 dakika
sonra geçtiğimiz yol üzerinde mayın patlıyor. Eğer 15 dakika önce geçsek, bir minübüs
insan yok olacağız... İçinde Türk öğretmeni ve Kürt öğretmeniyle birlikte...”
Bugün hâlâ Güneydoğu’da öğretmen olmak, terör
ikliminin üç aşağı beş yukarı değişmediği bir bölgedeyseniz, ‘işe korkuyla
gitmeyi’, ‘işten korkuyla dönmeyi’ öğrenmek demek.
Ve bazen Güneydoğu’da bazı bölgelerde öğretmen olmak, içecek sigara bulamamak
demek. Kepenkler indirilmiş; bakkalı, marketi hepsi kapalı... Sigaradan geçtim;
sağlı sollu, bir kasabaya sabahın geldiğini anladığın bütün dükkanlar kapı
duvar, ölüm sessizliği...
Dükkanların açılmadığı aydınlık bir gece vakti sanki... Ve sen okula gidip
eğitim vereceksin. Öğretmen olmak orada, sağlam durabilmek, çelik gibi
sinirlere sahip olmak demek. Ruhuna bu manzara karşısında daralmamayı öğretmek,
bunu öğrencilerine belli etmemek demek...
İki söylem arasında
Akşam erkenden indi. Şehir merkezinde değilsin. Bir kasabada, bir dağın
eteğindeki köyde ya da mezradasın. Seçeneklerin sınırlı. Ev - okul, varsa
öğretmen evi üçgeni. Üniversiteden yeni mezun olmuşsun. 21-22 yaşlar...
Akademik ortamın özgür düşünce pratiğindenden çıkıp, geldiğin yer burası.
Öğrendiklerini pekiştirecek, seni geliştirecek alternatif ortamlar, sinema,
tiyatro, sergi hayal... En iyi ihtimalle sendika
bünyesinde açılan birkaç kurs, mütevazı paneller... Okul sonrası döndüğün ev.
Ev dediğin bir oda bir salon. Dört duvar arasında çevrilen kitap sayfaları.
Peki orada ne kadar güvendesin? Kimbilir? Öğretmen olmak, “Sınıfta asimilasyon
amaçlı eğitim vermiyorsan korkacak bir şey yok” diyen sesle, “Sınıfta örgüt
propagandası yapmıyorsan korkacak bir şey yok” diyen ses arasında kalmak demek.
Her ikisini de yapmadığını bildiğin halde, derdini, kime, nasıl anlatacağını
bilememek; o korkuyla gözün kapıda uyumaya çalışmak demek. Sabah okula
giderken, dönüp dönüp arkana bakmak, adımlarını ürkek atmak demek...
Bahar umudu
Son 10 yıl içinde epey değişti manzara... İklim
öğretmen için tam anlamıyla Akdeniz olmadı belki; ama bir bahar umudu da yok değildi.
Birkaç gün öncesine dek...
Şimdi 12 öğretmenin kaçırılmasının ardından, Güneydoğu’da öğretmenin
koşullarını bir kez daha gözden geçirmek, ona yeni seçenekler sunmak gerek. Son
olaylar nedeniyle korkuyla da terörize edildiği bu günlerde ona güvenlik zaafı
olmayan bir hayat tanımlamak...
Eski tanımları tekrarlamadan, yine mi ‘90’lara dönüyoruz korkusunu çekmeden;
çektirmeden. Tüm eğitim camiası, aydınları, siyasetçileri, yazarı, çizeri,
gazetecisi ve yeniden okullarına başlayacağını umduğumuz o 12 öğretmenle
birlikte...