Van’da
meydana gelen deprem felaketi ile bir kere daha yerlere yığıldık kaldık.
Deprem anı
ve depremden sonra yaşananlar ilkelliğin ve beceriksizliğin inkâr edilemeyecek
şekilde ortaya çıkmasını sağladı.
Demek ki, “büyük
devlet” veya “dünyanın sayılı ekonomilerindeniz” gibi yüksek perdeden atıp
tutmaların hepsi boş ve kuru bir hayalmiş.
23 Ekim
2011 Pazar günü öğle saatlerinde meydana gelen deprem son yıllarda meydana
gelen, can kaybı ve yıkım şiddeti en büyük depremlerden biridir.
Depremde resmi
makamların açıklamasına göre 481 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, çok daha
fazlası yaralanmıştır.
Depremde
hayatını kaybeden vatandaşlarımıza başsağlığı, yaralananlara acil şifalar,
yakınlarına sabır ve metanetler diliyorum.
Şurasını
asla göz ardı etmeyelim. Van ve Erciş çevresi, Türkiye’nin diğer bölgelerinde
olduğu gibi deprem felaketi ile ilk kez karşılaşmıyor.
Aslına
bakmak gerekirse, deprem uzmanlarının açıklamalarına göre, ülkemizin her tarafı
deprem kuşağında ve her an yıkıcı ve büyük kayıplara neden olabilecek deprem olma
ihtimali yüksektir.
Ancak her
doğal afet ve deprem sonrasında karşılaştığımız manzara hiçbir zaman
değişmiyor.
Yine ihmal,
tedbirsizlik, vurdumduymazlık, adamsendecilik…
Sanki
hastalık damarlarımıza kanımıza kadar işlemiş.
Van ve
çevresinde 1903 yılında meydana gelen depremde çok sayıda insan kaybı yaşanmış.
Erciş’te 1944
ve 1946 yıllarında yıkıcı depremler olmuş. 1972’de, 1976’da da depremler olmaya
devam etmiş. Yine jeoloji mühendisleri Van ve Erciş çevresinin jeolojik
yapısının her zaman yıkıcı depremler üretmeye uygun olduğunu ifade ediyorlar.
Basından
takip edebildiğimiz görüntülere bakılacak olursa can kayıplarını yaşandığı
binaların depreme dayanıklı olmadığı, yapı tekniğinin yetersiz olduğu çok açık
olarak görülebiliyor.
İşin en
garip olan tarafı da depremde kamu binaları, okullar, hastaneler en fazla zarar
gören yerler olmasıdır.
İnsanların
gerek kendi kullanacakları, gerekse başkaları için yapılan binaları, depreme
dayanıklı olmayan malzemelerden ve yine deprem riski yüksek yerlerde yapmaya
kalkması kadar, bunların yapılmasına göz yuman yerel yönetimlerin ve kamu
kurumlarının da kayıplarından sorumlu olduğunu göz ardı etmemek gerekiyor.
Nedense toplum
olarak korkularımız hep felaketler kapıyı çalınca depreşiyor. Ama bir müddet
sonra, sanki hiçbir şey olmamış, sanki acılar yaşanmamış gibi düşünmeye,
yaşamaya devam ediyoruz.
Daha iki
hafta önce Antalya’da meydana gelen sel felaketi unutulup gitti bile. Serik’te,
Manavgat’ta sel felaketine maruz kalan insanlar, başlarının çaresine bakmak
üzere, acıları ve kayıplarıyla baş başa bırakıldı.
Kütahya’da
meydana gelen siyanürlü atık su felaketi ve yine Kütahya Simav’da meydana gelen
deprem ve o çevrelerde yaşayan insanların içinde bulunduğu durum sorarım kaç
kişinin umurunda?
Anlayacağınız
çok çabuk unutan bir toplum olduk. Ama meydana gelen her doğal afet sonrasında
birilerinin haksız yere zenginleşmesi ve haksız para kazanmasının önüne
geçilemedi.
Ülkemizde
ne zaman bir sel veya deprem felaketi yaşansa birilerinin kesesini doldurduğunu
gördük.
Depremle
birlikte aynı kesimler için yine hâsılat toplama mevsimi başlamış, rotalar
Erciş’e, Van’a yönelmiştir bile.
Fırsatçılar
kimi zaman yardım etme, kim zaman kurtarma, kimi zaman da yapma adına çakal
sürüleri gibi saldıracaklardır.
Bunları
durdurmanın, engellemenin bir yolu var mı, bilmem. Ama şimdiye kadar onları
kimse durduramadı.
Geçtiğimiz
günlerde yazdığımız bir yazıda Anamur-Çarıklar Efeler İlköğretim Okulundan söz
edeceğiz demiştik.
Aslında
Van’da meydana gelen depremde yıkılan okullar ve ölen öğretmen ve öğrencilerin
acısı yüreklerimizde iken konunun ayrıntısına girmek gerekirdi.
Ancak biz
konuyu detaylandırmadan ilgili kurumlar harekete geçer sorumlular hakkında işlem
yapılır düşüncesindeyiz.
Bekliyoruz.
Bu konuda işlem yapılmaz, sorumlular hakkında soruşturma yapılmazsa işin
detaylarına gireceğiz.
Tabii bizi
duyuyor ve dinliyorlarsa.
Ey ruh,
buradaysan, duyuyorsan üç defa tahtaya vur…