Evet, insan bir şeyleri savunur. Savunmak zorunda. Bu, varoluşsal bir durumdur. Ve insani bir haslettir. Kendinizi, ailenizi, vatanınızı, milletinizi, dininizi, mustazafları vb. şeyleri savunursunuz. Varoluşunuzun bir parçası olduğu için savunursunuz. Sizi ilgilendiren değerleri savunmadığınız zaman, savrulursunuz ve hayatta kalmanız zorlaşır. Ama insan, her halükarda hayatta kalmak ister. Çünkü hayat, cazibeli gösterilmiştir insana. İşte bu yüzden, benimde savunduğum bazı şeyler var. Mesela; bu ülkeyi, bu milleti, bu dini savunuyorum. Çünkü bunlarsız ben, ben olamam. Varlık iddiasında bulunamam. Ha, bir şekilde hayatta olur muyum? Olurum ama varlık iddiasında bulunmam, yani işte ben buradayım demem biraz zor olur. Bir yere aidiyet iddiasında olup yine özgürce yaşamak başka şeydir, aidiyetsiz kalıp serserice yaşayıp bunu özgürlük sanmak başka şeydir. Ülkeme ait olurum, milletime ait olurum, dinime ait olurum ama yine de kendi karakterimle yaşarım. Ama bu değerlerin rengini ve kokusunu taşıyarak, bu değerlerden arınarak değil.
Bu ülkeyi savunuyorum, çünkü başka ülkem yok. Yine, bu ülkenin düşmanları da çok olduğu için bu ülkeyi savunuyorum. Ben bir yerde yaşamak zorundayım, hayatta olduğum sürece. Öyleyse, bu ülkede doğdum, büyüdüm, yedim, içtim, koştum, oynadım, güldüm ve ağladım ve yine bu topraklarda ölmek arzumdur. Yani ben bu ülke oldum, bu ülkede ben oldu. Bütünleştik bir nevi. Ve insan, doğduğu ve doyduğu yeri savunur, korur. Bu ülke çok güzel. Her şeyiyle çok güzel. Bu ülkeye bin canım olsa da feda olsun. Başka ülkede, burada yaşadığım gibi yaşamam imkânsız. Düşüncem ne olursa olsun, bu ülkeyi seviyorum ve savunuyorum. Günahkâr bir kul olsam da, farklı bir yaşantım olsa da bu ülkeyi seviyorum, savunuyorum. Ama bu ülkeyi harcamak üzerine kurulu düşüncelerden de beriyim. Zira sadece ülkeyi savunmakla olmuyor, o ülkeye zarar verebilecek her şeyden o ülkeyi korumak gerekiyor. Günahkârsam da, sevapkârsam da bu ülkede yaşamak, soluklanmak en büyük sevincimdir. ‘’Yuvasız kuş yoktur’’ diye bir atasözümüz vardır yanılmıyorsam. Yani yer üzerinde yuvasız canlı yoktur. İnsanın büyük yuvası da vatanıdır. Küçük yuvası evidir malumunuz. Bu aynı zamanda varoluşsal bir gereksinimdir. Öyleyse, ben, ülkemi niçin sevmeyeyim, niçin savunmayayım? Olaya neresinden bakarsanız bakınız, hiçbir canlı kendi yuvasında bulduğu huzuru, başka yuvalarda bulamaz. Olayı açabiliriz ama lüzum yok, zira anlaşıldığına kaniyim. Kimsenin bu ülkeyi sevmekten ve savunmaktan gocunmamasını arzularım.
Bu milleti savunuyorum. Çünkü bağrında yaşayabileceğim başka milletim yok. Ve bu milletin düşmanları ne de çok, işte bu yüzden de bu milleti savunuyorum. Bu millet, binlerce yıllık zaman sürecinde, güçlü bir medeniyet inşa etmiş, büyük imparatorluklar kurmuş, güçlü devletler tesis etmiş, görkemli savaşlar yapmış, devletler yıkmış, milletlere hükmetmiş, tarihte silinemeyecek bir iz bırakmış, köklü bir kültür var etmiş bir millettir. Kim ne derse desin, kim hangi yönden bakarsa baksın gerçek budur. Bunu inkâr etmek kabil değildir. Yanlışlarıyla, doğrularıyla bu milleti seviyorum. Bu milletin varoluşunun idamesi uğruna bin canım olsa fedadır. Yanlışlarını tabiî ki savunmuyorum ama yanlışlar yapmıştır diye de milletime kem gözle bakamam. Yanlış yapmak, insanın kaderidir bir yerde. Bunun gibi devletlerde yanlışlardan beri değildirler. Ve yanlışları var diye, bir şey tümden atılamaz. Böyle bir şey saçmalığın dik alası olur. Evet, belki günahlarım vardır, belki benimde büyük denecek yanlışlarım vardır. Her şeyimle birlikte ve her şeyiyle birlikte bu milleti seviyorum ve savunuyorum. Ailesizlik ne kadar acı ise, milletsizlikte o kadar acıdır. Evet, belki, İslam temelinde bakınca büyük bir milletimiz vardır ama bağrında yaşadığımız özel bir milletimizde vardır. Bu özel durumu kabullenmek, genel durumu inkâr etmek anlamına gelmez. Evet, genel olarak düşünecek olursak, ‘’İbrahim Milletindeniz.’’ Ama özel olarakta ‘’Türk Milletinin’’ mensubuyuz. Ve şu an somut yaşamın içinde bu millete dâhiliz. Tıpkı ülkesizlik gibi, milletsizlikte acıdır. Bir millete dâhil olmak ve o milletin farkında olarak yaşamak, insana huzur verir, güç verir. Üstelik milletiniz, gerçekten varlık sahnesinde güçlü bir yere sahip bir milletse. Kendi milletinin bağrında tattığın acıyı da, yaşadığın sevinci de başka milletlerin bağrında tatman ve yaşaman kabil değildir. Öyleyse niçin milletime hor bakayım, milletime ihanet edeyim, milletimin varlık sahnesinde daha etkin şekilde rol alması, yer bulması adına gayret etmeyeyim? Kimsenin, bu milletin bağrında yaşamaktan da, bu milleti sevmekten ve savunmaktan da gocunmamasını arzularım.
Bu dini savunuyorum. Çünkü bu dinden başka beni savunan bir din yok. Çünkü bu dinin düşmanları çok. Bu dinin müntesiplerinin de düşmanları çok. Milletime olan derin düşmanlıklarda bu yüzden. Çünkü milletim, bu dinin bayraktarlığını yapmış Müslüman bir millettir. Bu dinden başka horlanan bir din, bu dinin müntesiplerinden başka zulme maruz kalan başka din müntesipleri yok gibi, hatta yok gibi değil, bayağı yok. İşte bu yüzden, hem beni savunduğu için hem de sürekli yok sayıldığı, yok edilmeye çalışıldığı ve müntesipleri sürekli zulme maruz kaldığı için bu dini savunuyorum. Ayrıca, bu din hayattan çekildiği zaman, insanlığında yok olacağı inancındayım. Zira derinlerden, hayata ve insana hayat veren bir dindir bu. Bizler bunu fark edemesekte, ihsas edemesekte hakikat budur. Belki dinime hoş gelmeyen günahlarım vardır, belki dinime hoş gelmeyen alışkanlıklar edinmiş olabilirim. Ki nihayetinde insanım. Ve insan günahla maluldür. Ama tabiî ki, insanım diye de var olan günahlarımı meşru kılacak kadar haysiyetsiz değilim, kurtulmaya çalışmalıyım. Ve dinim hayatıma ve ülkeme tam anlamıyla egemen olmadığı için bu alışkanlıklarımdan devam edenler olabilir. Ama ben günahkârım diye, olumsuz alışkanlıklarım var diye, dinimi savunmaktan vazgeçemem ki, çünkü o beni her durumda savunuyor. Ve asla benim günahlarım, dinime yüklenemez. Kişilerin günahlarını, bunlar dindar diye dine yüklemek ve dini itham etmek en büyük zulümdür ve kahpeliktir. Bunu yapanlar ancak tescilli din düşmanı olan kâfirler ve müşriklerdir. Çünkü din, seni günaha teşvik etmez ve senin kirlenmeni istemez, ama sen günahlarınla dini kirletebilirsin. Yani din her halükârda temizidir, durudur, saftır. Kir varsa, bozukluk varsa, o kişinin kendisindedir. Her günah işleyeni de hemen damgalamamak icap eder, dinlemek, anlamak ve onun kurtulması adına insani çaba içinde olmak gerekir.
Ben bütün günahkâr halimle, bütün hatalarımla ve kusurlarımla, dinim; ülkeme ve hayatıma egemen olsun ve beni kurtarsın istiyorum. Bazı günahlardan kendiniz kurtulursunuz, kendi çabanızla ama bazı günahlardan da devlet gücüyle kurtulmanız lazım gelebilir. Çünkü devlet, fertlerin hayatında etkilidir ve fertlerin hayatını tanzim etmekte yetkilidir, bu yetkili olma durumunu fertlerin şahsi hayatlarına müdahale anlamında değil genel anlamda düşününüz lütfen. Bazı günah merkezleri fertleri etkisi altına alabilir ve fertler bu merkezler üzerinde etkili olamazlar ama devlet etkili olabilir. Zira bazı devletlerin günahları teşvik ettiği bir vakıadır, tıpkı bunun gibi yasaklayabilmesi de kabildir. Seküler devletler, günahlarla ayakta kalırlar ve bu yüzden günahları teşvik ederler. Ama ilahi tandanslı devletler ise yani ahlak ve adalet temelli devletler ise, iyiliklerle, güzelliklerle, sevaplarla ayakta kalabilirler ancak ve insanlarını koruyabilirler. Evet, insan kendisini kurtarabilir ama bu çokta kolay bişey değildir. Bu sözlerim genellikle günahkârlar içindir. Zira günahlar serbest olursa, günahkârların yolu da açık olur. Ama devletin yetkisini kullanıp engelleyebileceği günah üreten merkezler vardır. Günaha alışmış insanlar, bu merkezler açık olduğu müddetçe günaha meyledecektir. İşte demek istediğim şey budur, yani insanların kendi çabaları bazen yetersiz kalabilir ve devletin gücünün ortaya çıkması gereken durumlar olabilir, insanların günahlardan uzak kalması için. Ama bu devletler asla seküler devletler olmayacaktır, yani ahlaksızlıklar ve adaletsizlikler temelinde vücut bulmuş ve varlığının idamesi bu türlü yanlışlıklara bağlı devletler olmayacaktır. Bilakis, ilahi tandanslı devletler olacaklardır. Yani, ahlak ve adalet temelli, fıtrat yasalarıyla hükmeden, devletler olacaklardır.
Misal; kumarhaneler açık olduğu müddetçe, bu yöne meyilli insanlarda bu günah merkezlerini boş bırakmayacaklardır. Ve günahlar, fertlerin yönelimiyle toplumsal boyut kazanacaktır. Yine zina merkezleri olan salonlar ve umumhaneler olduğu müddetçe, bu yöne meyilli olanlar, ya da bu türlü günahları alışkanlık edinmiş insanlar, bu günah merkezlerini boş bırakmayacaklardır. Kimisi isteyerek gidecektir, kimisi gitmek istemiyordur ama açık olduğu içinde nefsine yenik düşüp gidiyordur. Bunlar olmayacak şeyler değildir. İşte burada, devletin, gücünü göstermesi gerekir ve bu merkezleri yok etmesi gerekir. Zira devlet bunu yapmadığı sürece, insanlar bu günahlara meyledecektir. Böylece insanlar güçsüz düşecek, sağlıksız olacak ve bu durum devlete de olumsuz şekilde yansıyacaktır. Tabi bu herkes için geçerli değildir ama kendisi için geçerli olanlar vardır. Bu tür günahlara yönelimli olan, ya da bu tür günahları alışkanlık haline getirmiş olan bazı insanlar, bu günah merkezlerinin daima açık kalmasından yana olabilirler, bazıları da nefsine yenik düştüklerinden dolayı bu tür günahlara meylettikleri için, devletin gücünü ortaya koymasını ve bu merkezleri yok etmesini arzularlar. İşte bu tür insanları lanetlemek yanlıştır. Çünkü bu insanlar kendi çabalarıyla kurtulamadıkları için, devletin aracılığı ile kurtulmayı düşlemektedirler ve aslında affedilebilir duruma sahiptirler. Zira bu tür günah merkezleri olduğu müddetçe buralara yönelimli insanların kurtuluşu biraz zordur. İşte bu yüzden, İslam’ın, toplum hayatına egemen olmasından yana olmalıyız. Bu herkes için en hayırlı olandır.
Bir yazımızda (DİN SAVAŞI) şöyle söylemiştik: ‘’Bir insan, İslam’ın hoşuna gitmeyen bir yaşamın pençesine mahkûm olmuş olsa bile, yine de İslam’ın hâkimiyetini istemelidir, isteyebilmelidir. Evet, mahkûmu olduğu kirli yaşamdan kurtulmalıdır, kurtulmak için gayret etmelidir ama hem kurtulmaya çalışıyor hem de aynı anda devam ediyorsa bile, yine de İslam’ın hâkimiyetini arzulamalıdır ve bunun için gayret etmelidir. Bu yönlü olan insanlara destek vermelidir. Yaşadığı hayat ve yaşadığı hayata kendini alıştıranlar, kendisini aldatmamalıdır. İslam geldiği zaman, yaşadığı hayatı ortadan kaldıracak mıdır, yine de bunu bildiği halde, İslam’ın hayatına ve hayatlara egemen olması adına gayret etmelidir. İşte bu, kendini değiştirmeyi istemektir. İşte bu, içsel devrimini ikmal etmenin tam adıdır. İnadına İslam demek, büyük yürek ister. İnadına İslam demek, samimiyetin ve değişmeye kendini adamanın mutlak ispatıdır. Göreceksiniz, o zaman, bütün dünya değişecektir. Kirlenen dünya temizlenecektir. Cehenneme dönen hayatlar, cennet bahçesini andıracaktır.’’
Evet, İslam geldiği zaman, bizleri günahlardan arındırmaya çalışacaktır. Bizlerin sağlıklı olması adına gayret edecektir. Tabi bu devlet eliyle olacaktır. Ama devlette İslam’dan beslenecektir. Ne kadar günahkâr olursak olalım, yine de dinin hayatlarımızı tanzim etmesine fırsat vermeliyiz. Dinden korkmamalıyız. Bizi dinden korkutanlar, günahkârlardır, günaha bilerek meyledenlerdir, bizlerin günahkâr olmamızdan beslenenlerdir. Ama bizler inadına dinden taraf olmalıyız. Zira din, hiçbir insanoğlunun ya da insankızının kötülüğünü, izzetsizce yaşamasını, mutsuz olup acılara mahkûm olmasını istemez. Din hayattır ve hayatlara hayat verir. Saf hakikat budur. Ama dinden korkanlar ve kaçanlar, bizleri aldatmaktadırlar. Sırf kendi kirli ve iğrenç zevklerinin yok olmasından korktukları için. Dine düşmanlık güdenler, bu ülkeye ve bu millete karşı kinle dolu olanlardır. Bu ülkenin ve milletin aziz evlatları, bu gerçeği ihsas ve fark etmelidirler. Zira bu ülkenin de, bu milletin de yegâne kurtuluş yolu budur. Bu milletin evlatları, bu topraklarda İslam’ın hâkim olması adına mücadele vermelidirler. Tarih boyunca İslam’ın bayraktarlığını yapmaktan hangi zararı gördü ki şimdi görsün? Bu milletin evlatları, kendi üzerlerinde oynanan oyunları görmelidirler. Dünyaya bir ışık olacaksa ve bir ışık tutacaksa, o ışıkta, ışığı tutanda bu milletin evlatları olacaktır. Buna bütün kalbimle inanıyor ve iman ediyorum. Yeter ki, bu milletin evlatları kim olduklarının ve kutsal vazifelerinin ne olduğunun idrakine varmış olsunlar.
Bakınız, bütün bunları, Müslüman ve Türk olmayan biri olarakta söylüyor olabilirim. Ama bütün bu söylediklerimi, kalbimin ve aklımın olanca gücüyle söylüyorum. Çünkü İslam dinini ve Türk milletini önemsiyorum. Bakış açımın temelinde, herhangi bir ideoloji yoktur. Saf insanlık değerleri vardır. Bu yüzden kısır bir bakış açısına sahip değilim, olmadığımı düşünüyorum ve öyle bakmamaya da çalışıyorum. Yani şu dindenim, şu millettenim mühim değildir. Mühim olan haysiyetli ve izzetli yaşamdır yani insanca yaşamdır. Bu yüzden bu iki unsura büyük önem atfediyorum. Belki bir Aleviyim’dir, bir Kürt’ümdür ya da başka aidiyetlerim vardır. Belki bir Şiiyimdir. Ama ne önemi var. Bakış açılarımızın temeli, dar çerçeveli olursa mantıklı tahliller yapmamız ve doğru kararlar vermemiz zordur. Ben bu milletin önderliğinde İslam dininin yeryüzüne yüce kurtuluşu vaat ettiğine inanıyor ve iman ediyorum. Ne bu milletin önderliğinden, ne de bu dinin hayata ve hayatlara hâkim olmasından gocunuyorum. Bu milletten de, bu dinden de insanlığa gelmiş zerre zarar yoktur ve gelmez de.
Son tahlilde; ülkemi de, milleti mi de, dinimi de, bütün kalbimle ve aklımla seviyorum ve savunuyorum. Ne kadar da günahlarla, hatalarla, kusurlarla malul olsam da, bu varoluş kaynaklarımı seviyorum ve savunuyorum. Sorun günahkâr olmakta değil, günahlardan kurtulmaya çalışmak istememektedir. Gerçek yol, doğru yol bellidir. O yolda yürüyecek yolcu olabilmektir önemli olan. Peki, gerçek ve doğru yolda yürüyecek yolcu olabilecek yüreğimiz var mıdır? Varsa sorun yoktur. Yoksa bütün kurtuluş arama çabamız, bütün ahlak ve adalet mücadelemiz, ülke, millet ve din sevgimiz koca bir yalandan ibarettir ve yaptığımız şeyde şarlatanlık ve sahtekârlıktır. Kendimizi kandırmayalım insanoğulları ve insankızları! Ne kadar günahkârda olsak bile, İslam’ın hayatlarımıza hayat vermesinden korkmayalım. İslam’ın egemenliğinden korkmayalım. İslam, ülkemizin de, milletimizin de, tesis etmemiz şart olan devletimizin de garantisidir. Bilakis, ne topraklarımızın, ne milli varlığımızın, ne de tesis edeceğimiz devletimizin garantisi vardır. İslamsız hayat, hayat değildir. İslam, varlığımızın tuzudur, suyudur, güneşidir, ateşidir, toprağıdır, havasıdır.