Yoksulluk, genel olarak, maddi yönden mahrum olmaktır. Aç olmaktır, çıplak kalmaktır, sürünerek yaşamaktır. Yani, bir nevi, ekonomik yönden güçsüz olma halidir. Alım gücünün olmamasıdır. Ve yoksulluk, muhtaçlığı doğurur. Çünkü herkesin ekmeğe, suya ve örtüye ihtiyacı vardır ve bu ihtiyaçlarını karşılaması için paraya ihtiyacı vardır. Parası olmayan da, para kazanmak için başkalarına muhtaç olacaktır. Muhtaçlıkta, emre girmeye ve emir almaya neden olur. Emre girende kendi varlık sebeplerini ıskalayarak ecelini bekler. Kendi köklerinden kopar ve kendi köklerinden kopmak canlılığını kaybetmektir. Kendini besleyene benzemeyi doğurur, emir almak. Yoksulluk, genelde maddi yönden mahrum olarak anlaşılırsa da, manevi yönden yoksul olmak gibi bir durumun olduğu da gerçekliktir. Aslında iki yoksulluk türü de birbirinin nedenidir ama mevzumuz bu değildir. Yoksulluk deyince, bizler daima maddi yönden mahrumiyeti anlarız. Ve bu yoksulluk, bütün tehlikelerin davetçisidir.
Yoksul, duvarsız bir bahçe gibidir, her türlü saldırıya açıktır. O bahçenin işgali çok kolaydır, istediğiniz tohumu istediğiniz şekilde, istediğiniz yönden atabilirsiniz. Yoksul, rahmet görmemiş toprak gibidir, çatlamaya meyyaldir, tek darbeyle ufalanmaya hazırdır. Bu yüzden Türk-İslam dünyası daima yoksullaştırılmaya çalışılmıştır. Sürekli sömürülmüştür. Bu âlemde güdümlü zenginler var edilmiştir ve onlar eliyle bu dünya sömürülmüş, yoksullaştırılmış ve baskı altında tutulmuştur, nihayet emir alır duruma gelmiştir, dış düşman içeride ki maşaları eliyle o toplum üzerinde egemenlik kurmuş ve istediği şeyi kolayca pazarlayabilmiştir. Bu dünya da ferdi zenginleşme hastalığı kasıtlı olarak yayılmış, paylaşma kültürü yok edilmiştir. Oysa bir kısım zengin, bir kısım yoksul olursa, o toplumda barış olmaz, huzur olmaz, o toplumda cehalet toplumu güve gibi içten içe yer bitirir. Hem zengin yozlaşır, hem yoksul yozlaşır ve cehalet tüm toplumu sarar. Düşmanın oyununa gelmek kolaylaşır. Ama paylaşım olan yerde, birlik olur, barış olur, huzur olur ve cehaletin karanlığı hüküm süremez orada, herkes ortak bilince ve akıla sahip olur. Ayrıca orada manevi bir güç potansiyeli olacağı gibi, buradan maddi bir gücün sadır olması da muhakkaktır. Çünkü paylaşım insanları birbirlerine bağlar. Ve insanları başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır. İnsani kaybı önler. Ama ferdi zenginlik hastalığı bu güzelliklere büyük darbe vurmaktadır. Bu ise lanetli bir tezgâhtır. Bizler ferdi zenginlik hastalığıyla pençeleşirken, düşmanlarımız da toplu zenginleşme vardır. Bizler zannediyoruz ki, düşman parça parçadır. Değildir dostlarım değildir. Nasıl Avrupa arka planda bir bütünse, zenginlerde arka planda bir bütündür. Misal; sizler, ülkemizdeki zenginlerin ve bizleri yoksullaştıranların birbirleriyle muhalif olduklarını mı düşünüyorsunuz? Böyle düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Perde önünde ayrılık vardır, perde arkasında ise birlik vardır. Çünkü gayeler birdir ve gayelerin birliği maddi planda da birliği zorlar. Asla unutmayınız ve daima hatırlayınız ki; ‘’küfür tek millettir.’’
Biz, zenginliği paylaşacağımıza, zenginliği şahsımıza münhasır kılıyoruz. Böylece de muhtelif sorunların ortaya çıkmasına neden oluyoruz. Sonra da bu sorunları gidermek için gücümüzü lüzumsuzca israf ediyoruz. Burada ki tuzağı göremiyoruz. Bizim politikacılarımız, iktidar olduklarında adaleti ikame edeceklerine ve zenginliği toplumsallaştıracaklarına, adaletsizliğe yöneliyorlar ve şahsi zenginleşme yoluna gidiyorlar. Böylece kendileri ve çevreleri zenginleşirken, büyük bir kesim yoksulluğun mahkûmu oluyor. İnsanlarımızı da kaybediyoruz, insan kaybı da güç kaybına neden oluyor. Bu durumda, insanlarımızın kendilerine yabancılaşmasını doğuruyor ve düşmanın kucağına düşmesine sebep oluyor. Oysa bizler adaleti ikame etsek ve ekonomik sahada egemen olup adaletsizliklere dur desek ve üstelik kazandıklarımızı da paylaşsak hem kardeşliğimiz perçinlenecektir, hem de insanı kaybımızın önüne geçilmiş olacaktır. Hem de bizleri sömürenlere hadlerini bildirmemiz ve sömürülerine engel olmamız kolaylaşacaktır. Bu da çok büyük bir güç demektir. Ciddi manada bireysel zenginimiz vardır, peki ne işe yaramaktadır? Hepsi düşmanın etkisi altındadır. Diğer tarafta da yoksulumuz ezilmektedir ve kendine yabancılaşmaktadır.
Yoksullukla boğuşan bir toplum düşünemez ve politikacıların çarklarını döndürmeye yarar, kodamanların oyunlarında ölmeye yarar. Popüler kültürün müptelası olur. Halk bilinçli ve sistemli şekilde yoksullaştırılmaktadır. Yoksulluk tıpkı cehalet gibi başa beladır ve haddizatında ikisi birbirini besler. Yoksullaşan halk, kültürünü taşıyamaz, değerlerini yaşayamaz. Yoksullaşan halk okuyamaz ve cehaletin karanlığında mahvolur gider. Sürekli bir yozlaşma sürecinin esiridir. Milletin çocuklarının ne ürettiğinin bir değeri vardır, ne de emeğinin bir karşılığı vardır. Bu çok alçakça bir tezgâhtır. Yoksulluk, bir kısımın zengin olup, bir kısımın fakir kalmasıyla çözülecek bir mesele değildir. Yoksulluğun panzehiri paylaşmaktır. Paylaşmak kültürü tam anlamıyla egemen olmadıkça, yoksulluğun ortadan kalkması kabil değildir. Yoksulluk, bağımsızlığın önünde de önemli bir engeldir. Zenginlik paylaşılmalıdır ve zenginleşme bireysel bazda kalmamalı, toplumsal alana yayılmalıdır. Böylece hem millet olarak zenginleşirken hem de güçlü olmak mümkündür. Çünkü paylaşımın olduğu yerde birlik vardır, birliğin olduğu yerde de güç vardır.
Müslümanlar asla dünyaya sahip olmak adına mücadele veremezler, vermemeleri gerekir. Bilakis haindirler. Daha güçlü olduğumuz zaman egemen olmamız kolaylaşır anlayışı ahmakça bir anlayıştır. Çünkü bizler düzeltmeye geciktiğimiz oranda, düşman bozmaya devam etmektedir. Ve bozukluk toplumu sardığı zaman düzeltmenin belki de imkânı kalmayacaktır. Ama bunu hiç düşünemiyoruz. Şunu kesinlikle bilelim ki; bizler paylaştıkça zenginleşeceğiz ve zenginleştikçe güçleneceğiz. Yani, birlikte zenginleşme ve birlikte güçlenme. Nihayet egemenlik. Olması gereken budur. Çünkü bizler ferdi zenginleşme derdindeyken, nice yoksullarımızı bu arada kaybedeceğizdir. İnsanlık zulmün pençesinde kıvranacaktır. Çünkü mazlumlar, zenginlerin hâkimiyetini beklemek zorunda değildirler.
Bu arada, ihtiyaç maddelerimizin, zenginlerin alım gücüne göre ücretlendirilmesi de alçakça bir kumpastır. Çünkü bu durumda, yoksullar daha çok mağduriyetler yaşamakta, daha ağır acılar çekmektedir. Zenginlere olan kini daha da artmaktadır ve bu da tehlikeli istismarlara yol açmaktadır. Yaşam alanı daralmaktadır. Zengin olan için sorun olmazken, yoksul için sorunlar daha da artmaktadır. Alım gücü zayıflamaktadır. Yoksulun ekonomik durumu daha aşağılara doğru düşmektedir. Temel ihtiyaç maddelerini bile karşılayamaz duruma düşmektedir. Böyle bir durum da zengin olan için hiçbir sıkıntı sadır olmamaktadır. Çünkü onun için fiyatların yükselmesi önemli değildir. Bilakis kendi çıkarınadır. Hem ürününü pahalıya satmaktadır hem de egemenlik alanını genişletmektedir. Bu yüzden pahalılıkta, ferdi zenginleşmekte yoksulun acılarını dayanılmaz kılmaktadır. Ve bunlar derin krizlere neden olan alçakça tuzaklardır.
Son tahlilde; kesinlikle paylaşım kültürünü egemen kılmalıyız. Ferdi zenginleşme hastalığından kurtulmalıyız. Sakladıkça değil, paylaştıkça çoğalırız. Sakladıkça, kendi zenginliğimizle kalırız ve yoksullarımızın bizden uzaklaşmasına neden oluruz. Ama paylaştıkça millet olarak zenginleşiriz ve yoksullarımızın da bizim yanımızda kalmalarını sağlarız ve bu devasa bir güç demektir. Lütfen lanetli tuzakları bozalım, tezgâhları parçalayalım ve paylaşım kültürünü egemen kılalım.