Kelimeler, ilkeler, ritüeller, formlar vs. birer yol işaretleridir. Tıpkı pusula gibidir bu işaretler, insanları gitmek istedikleri yere götüren ve insanları aynı yolda, aynı hedefte buluşturan. İnsanlar, yürüdükleri yollarında istikametlerini kaybetmemeleri için bu işaretleri takip etmelidirler. Misal; tıpkı günlük hayatta bir yerden bir yere giderlerken takip ettikleri trafik levhaları gibi. Ya da uydukları trafik işaretleri gibi. Bu levhalara ve işaretlere uymadığımız zaman neler olduğunu yaşayarak tecrübe ediyoruz hepimiz. Eğer işaretleri kaybederlerse yoldan çıkabilirler ve farklı yollara sapabilirler. Bu da, inandıkları ideallerin gerçekleşmesine darbedir. Özellikle Müslümanlar şaşmaz işaretlere sahiptirler. Müslümanların, bugün, içinde bulundukları elim ve vahim durum, işaretlerini kaybetmelerinin sonucudur. Sürekli sapıtmalarının, birbirleriyle boğazlaşmalarının ve istikametlerini yitirmelerinin nedeni, işaretlerini, başkalarının işaretleri ile karıştırmalarının neticesidir ya da kendi kafalarından işaretler uydurmalarıdır. Oysa İlahi işaretler, asla beşeri işaretlerle karıştırılamazlar ve bir tutulamazlar. Müslümanların işaretlerini başka işaretlerle karıştırmaya çalışanlar, bulanıklaştıranlar veya işaretlerini tahrif etmeye yeltenenler, bilinmelidir ki; Allah’a ve vatana ihanet etmektedirler.
Müslümanlar arasında ki ihtilaf rüzgârlarını dindirecek olan yegâne şey; kadim işaretlerde buluşabilmeyi gerçekleştirmektir. Hatta Türk-İslam Birliği’nin tahakkuku bile buna bağlıdır. Çünkü bütün soydaşlarımız ve dindaşlarımız ile de işaretlerimiz birdir bizim. İşaretlerin değişimi, yollarında değişimini intaç edecektir ki, etmiştir de. Yolların birleşmesi için kadim işaretlerde yeniden buluşmak gerekir. İşte o zaman dünyada ki layık olduğumuz yeri alacağız. Bir de şu paradoks vardır. Bir zamanlar aynı işaretleri takip edip, birlikte büyük bedeller ödediğimiz dostlarımıza, ilerleyen zamanlarda işaretlerimizi değiştirerek, ihanete yelken açıyoruz. Bu da derin çatlaklara yol açıyor ve ayrılıkların nedeni oluyor. Böylece birlikte çoğalacağımıza, parçalara ayrılıyoruz ve büyük birliği gerçekleştiremiyoruz. Binaenaleyh, düşmanlarımız karşısında izzetsiz ve ezik şekilde duruyoruz.
Müslüman Türk (Kürt, Laz, Çerkes, Alevi vs.) Milleti olarak bir an önce kadim işaretlerimize sahip çıkmalıyız. Küçük farklılıkları bir kenara bırakmalıyız. Büyük aynılıklarımıza bakmalıyız. İhtilaflara son vermeliyiz. Birbirimizi, hesapsız, çıkarsız, umarsız sevebilmeliyiz. Birbirimizle öyle bir kenetlenmeliyiz ki, bizi hiçbir şey ayıramamalıdır. Bir diğerimizin, bir dava adına can vermesinin ardından, o şehidin şahadetinden rant üretecek kadar alçalmamalıyız. Bu yapılmakta ve yürekleri burkmaktadır, ayrıca derin güven bunalımlarına neden olmaktadır. Bizim ülkemizde ki, en büyük alçaklıklardan biridir bu. Çünkü davalarımız adına can verenlerin şahadetlerine asla sadık kalmadık, her zaman onlar üzerinden rant ürettik. Bu da, insanların, samimi yönelimleri ve namuslu hareketleri dikkate almamasına ve aynı yolda yürümekten kaçınmasına neden oldu. İhanet hançeri, duygulu ve sadakatli yürekleri kanatır ve umutsuzluğun derinleşmesine neden olur. Nihayet, büyük ve toplu kaybediş hâsıl olur.
Birlikte çoğalmalıyız ama bunu yapabilmek içinde, ince çıkar hesapları yapmamalıyız ve kadim işaretlerimizde buluşabilmeyi başarmalıyız. Ne kadar çok olduğumuz ve kapasitemiz bellidir ama çokluğumuzla ve kapasitemizle mütenasip bir başarıya vasıl olamamaktayız. Çünkü bizler hep çıkar çarklarımızı döndürme gayretindeyiz ve bu yüzdende ince hesaplar peşindeyiz. Menfaat mukabilinde işaretlerimizi takip etmeyi bırakıyoruz ve yol arkadaşlarımıza ihanet ediyoruz. Bu rezil tavırda birlikte çoğalmamızın önünde ki en büyük engeldir. Ve bu durum, bizleri, korkunç bir ayrılığın ve belirsizliğin mahkûmu kılmaktadır. Oysa bizler koca bir gövdeydik, daima en öndeydik ve en doğru yöndeydik. Fakat gövdemizi parçaladılar, önümüze geçtiler, işaretlerimizi değiştirdiler ve yönümüzü kaybetmemize neden oldular. Böylece parçalandık ve nihayet düşman önünde diz çöker hale geldik.
Şimdi, millet ve ümmet olarak, yani büyük Türk-İslam dünyası olarak, bir vartanın eşiğindeyiz. Ya kadim işaretlerimize geri dönüp, o işaretler öncülüğünde bulunmamız gereken yola koyulacağız ya da uçurumdan yuvarlanıp yok olacağız. Artık kendi işaretlerimiz temelinde kendi oyunumuzu kurmalıyız ve batılın karşısında çelikten bir gövde olarak durmalıyız. Sorulması gereken yerlerden, sorulacak hesaplarımızı sormalıyız. Bilmeliyiz ki, işaretlerin belirgin olduğu yerde inanç vardır, inancın oldu yerde de umutlar tazedir, tazelenmiştir. Umutların tazeliği de, müthiş bir enerji demektir. Ama bir zamanlar bizlerin işaretlerini değiştirenler, yeniden işaretlerimizi değiştirme gayretine düşmüşlerdir. Buna asla fırsat vermemeliyiz ve kadim işaretlerimize dönmeliyiz, aynı yolda buluşmalıyız, aynı dili konuşmalıyız ve olmamız gereken yerde olmalıyız. Düşmanın işaretlerini takip edenler, düşmanın kelimeleriyle konuşanlar asla kendileri olamazlar, düşmanlarına benzerler ve düşmanın çizdiği kaderin tutsağı olurlar. Ve varlık içinde yaşadığını sansa da o gerçekte izzetsiz ve zelil bir köledir.
Son tahlilde; yol işaretlerimizi bilmeliyiz, o işaretlerin muhtevasını çok iyi idrak etmeliyiz ve o işaretleri şereflice izlemeliyiz. Bilakis var olma iradesi gösteremeyiz ve hep ayak takımı olarak yaşamaya mahkûm oluruz, bir zamanlar hükmettiklerimiz karşısında. Allah (cc), Önder (sav), Kitap ve vatan (küçük –üzerinde yaşadığın toprak- ve büyük vatan –soydaşlarının ve dindaşlarının yaşadıkları bütün topraklar-) senin varoluşunun temelleridir, senin işaretlerinin ve kelimelerinin kaynaklarıdır.
Kendini bil ve kendin ol, işaretlerine ve kelimelerine sahip çık, ey güzel ümmetin ve güzel milletin aziz evlatları!
EKSTRA:
BİR:
Bugün, Türk Milleti’nin (bütün unsurlarıyla birlikte) yıkılmaya çalışılması, işaretlerinin ve kelimelerinin değiştirilerek inancına darbe vurulmaya yeltenilmesi ve parçalanarak hükmedilmek istenmesi; İslam’ı yıkmak içindir. Çünkü Türk Milleti yıkıldığı zaman (gövde paramparça edildiği zaman) İslam’ı yıkmak daha kolay olacaktır. Bu yüzden Türk Milleti’nin varoluşu için gayret etmek, tarihi, dini ve milli bir sorumluluktur. Burada kalıpsal bakarak hemen haksız ithamlara tevessül etmemeliyiz. Bu durum ince idrak iktiza eden bir durumdur. İslam sancağını dalgalandırmak ve İslam’ın ahlak ve adaletini yeryüzünde egemen kılmak, tarihi bir şuurun ve bilincin muktezasıdır Türk Milleti üzerinde. Ya da böyle olmalıdır diyelim. Çünkü Allah, dininin sancaktarcılığını yapacak olan toplumu, o toplumun sahip olduğu ulvi erdemlere göre belirleyecektir. Ve bu milletin evlatları kadim medeniyetlerinin işaretlerine, kelimelerine ve erdemlerine sahip çıkmalıdır ve ilahi ödüle layık olmalıdır.
İKİ:
Düşmanı anlamalısınız. Düşmanın nereden ve nasıl taarruzda bulunacağını bilmelisiniz. Çünkü anlamadığınız şeyle savaşamazsınız.
ÜÇ:
İnancın olduğu yerde umut vardır. İnanç yoksa umutta yoktur. Çünkü umut, inançla anlamlıdır. Türkiye’min ırmaklarının berrak suları, dağlarının zümrüt yeşili ağaçları, tarih kokan şehirleri, bütün görkemiyle yaşanan dört mevsim, vaktinde yuvaya dönen kuşlar ve akşamüstü şarkısını söyleyen balıkçı. Burası bizim evimiz, güzel vatanımız, canımız ve varlığımız, milletimiz onun için canını seve seve verir. Bu konuda ki, inancımız ve umudumuz tamdır.
ECDADIMIZIN AZİZ HATIRASI İÇİN
Kan yerine iman döküldü zamana.
Tarih Türk esir olmaz yazdı.
Bir marş yükseldi asumana.
Bu marş kalemden dökülen niyazdı.
Türk islam’sız olamaz dahası var mı?
Adımız anılınca tarih dirilir.
Türk’ün islam’dan başka davası var mı?
Adımız ebedde ve ezelde bilinir.
Adlarını tarihe gönüllere yazdılar
Düşmanın mezarını kazdılar
Kâh çoktular kâh azdılar
Bir şarkı gibi yüreklerde bestelendiler
Niyazlarda güller gibi destelendiler
Bazen boncuk yaş olup süzüldüler gözümüzden
Bazen kelam-ı bal olup aktılar sözümüzden
Çoğunlukla volkandılar taştılar özümüzden
Tüm yürekler sevgileriyle dalgalandılar
İnsanlar al-i makamlarına sevdalandılar
(BU ŞİİR, KARDEŞİMİN YÜREĞİNDEN, DİLİNDEN, KALEMİNDEN)