FARKIMIZ NE?...3...

Özgür DENİZ - 19.01.2012

Düşünelim bakalım, Cumhurbaşkanının (genel ifadedir, yani bir zümreye, bir kliğe matuf ifadeler değildir) benden hangi üstünlüğü vardır? Yani benden daha çok mu insandır? Benden daha fazla mı bilgilidir? Ve buna kim karar verecek? Tek bir ayrıcalığı (üstünlüğü değil) vardır; o da makamıdır. Ama makamda kendisinin değildir, toplumun malıdır. Ve kendisi de oraya seçilmiş bir kişidir. Yani, çok büyük emekler vererek edinmiş olduğu bir meslek değildir o görev. Toplum tarafından emanet olarak verilmiş bir görevdir. Ya zengindir, ya da bir yerlerden desteklidir ki, o makama erişmiştir. Aksini iddia etmek gerçekten zordur, dürüst olmak gerekir. Peki, bu durumda, bir Cumhurbaşkanının, bulunduğu makam yüzünden, toplumun ortak payından, bir ayda, benim iki yılda aldığımı alma hakkı var mıdır? Varsa bu hakkı kim vermiştir ya da verenin böyle bir hibeye hakkı var mıdır? Hayır yani, Cumhurbaşkanının benden hangi üstünlüğü vardır? Ahlaken mi üstündür? Acaba! Bilgi olarak mı üstündür? Acaba! Ki, ahlaken değil ama bilgi olarak faraza (üstün demeyelim de) ileridedir, peki bu özelliği, onun, toplumun ortak payından, benim iki yılda aldığımı bir ayda alma hakkını doğurabilir mi? Asla doğuramaz.

 

Bana göre, bir cumhurbaşkanın bulunduğu makam, kendisinin, fazla hak almasını doğurur diyenler, daha kendisi olamamış, kendi değerini idrak edememiş, kendi hakkından bihaber olan tiplerdir. O da, benim gibi bir insandır. Yediği bellidir, içtiği bellidir, giydiği bellidir. Onun bütün hayatı bir yerde beleştir. Çünkü herkes o makama saygı duyar ya da yaltaklık yapar, bu yüzden de bütün imkânlarını o makam sahibinin önüne serer. Burada Cumhurbaşkanlığı makamını tahkir ve tezyif etme yoktur, bilakis şahsi değerlendirme vardır. Zira o makamı tahkir ve tezyif edecek kadar haysiyetsiz ve edepsiz değiliz. Çünkü o makam bir devletin en üst temsil makamıdır ve saygıyı kesinlikle hak eder. Saygısızlıkta gereken cezayı hak eder. Lakin bu demek değildir ki, adaletsizliği sarf-ı nazar etmemiz icap eder, asla! Böylece o makam sayesinde aldığı para tamamen kendi cebine kalır. Ha buna bir diyeceğimiz olamaz elbet, gözümüz de olmaz. Ama bizim isyanımız, adaletsizliğedir. Cumhurbaşkanı maaşı kesinlikle adil değildir. Ben adil olduğunu düşünüyorum kesinlikle. Cumhurbaşkanı, Allah’ın özel yarattığı ve seçtiği bir kişi değildir. Ki öyle olsa bile, bizlerden ayrıcalıklı olması diye bir şey olamaz ki, aksi Allah’ın adaletine münafi olurdu. Nihayetinde, Önderimiz (sav) böyle biriydi, yani Allah’ın seçtiği bir kuldu, peki ümmetinden hangi ayrıcalığı vardı, kendisini ümmetinin tek bir ferdinden üstün mü görmüştü, daha fazla hakkı olduğunu mu idrak etmişti beytül malda? Bilakis ümmetine, sevgiyle, ahlakla, adaletle hükmetmişti.

 

Çünkü bu toplumda milyonlarca insan var, çetin zorluklarla mücadele eden, milyonlarca memur var, açlık sınırında yaşayan. Bütün bunlara rağmen, bir Cumhurbaşkanı o kadar parayı asla hak edemez. Ki hak edecek hangi özelliği, ayrıcalığı vardır? Ama bizler yürüyen kervana öyle ayak uydurmuşuz ki, o kervanın yönünü değiştirmeyi hiç akıl edemiyoruz, ya da kervan doğru yönde mi acaba diye hiç düşünmüyoruz. Çünkü alıştırılmışız. Oysa kervanın yönü niye değişmesin? Kervan yanlış yöne gidiyor olamaz mı? Kervan en başta dizilirken, yanlış dizilmiş olamaz mı? Bizde değiştirme iradesi olursa, niçin bazı şeyler değişmesin? Ama insanlar girdikleri kalıba çok çabuk alışıyorlar. Önce nefret ediyoruz bulunduğumuz yerden, sonrada alışıyoruz. Ve bir duvar örüyoruz alışkanlıklarımızdan ve sonra o duvarı yıkmak zor geliyor bize. Bir zaman girmek zor gelirken, bir zaman çıkmak zor geliyor. İnsanız işte! Alışırken acı çekiyoruz, alıştıktan sonra da ayrılmaktan dolayı acı çekiyoruz. Ve alışkanlık, yorgunluğu doğuruyor, yorgunlukta korkuyu ve korku insanın gevşemesine neden oluyor. Böylece yaşayıp gidiyoruz ölüler gibi! Kalbimiz acıyor be dostum! Beynimizde bin tereddüt var!

 

Aynı şekilde bir Başbakanın (genel ifadedir, yani bir zümreye, bir kliğe matuf ifadeler değildir)  benden ne üstünlüğü olabilir? Benden ayrıcalıklı olmasının nedeni nedir? Var mıdır böyle bir kanun? Benden daha fazla ücret almak hakkı mıdır? Ya da ücretler arasında uçurum olması zorunlu mudur? Ben insan değil miyim? Benim de yaşamaya hakkım yok mudur güzellikleri? Güzellikler sadece benim seçtiklerim için midir? Ya da zenginler, şöhretliler için midir? Nasıl bir dünyadır bu böyle ki, gemisini yürüten kaptandır telakkisi ruhları esir almıştır? Niçin böyle iradeden mahrumuz? Dünya niçin türlü nimetlerle donatılmıştır ve ben niçin bu türlü nimetlerden mahrumum? Ben, nimetlere, sadece bakmakla mı yetinmeliyim? Beni mahrum eden kimdir ve mahrum olmam niçindir? Makam sahiplerinin görevi, insanlar arasında adaleti sağlamak mıdır yoksa insanlara hükmetmek midir? Oysa ben bana hükmedecek değil, benimle bezerlerim arasında adaleti ikame edecek insanlara ihtiyaç duyuyorum. Peki, bu insanlar niçin adil olmaktan korkuyorlar ya da kaçıyorlar? Hey dostum, niçin bu kadar üzüyorlar bizi bunlar, bir cevabın var mıdır, şu zavallı ve biçare ruhumu teskin edecek, beynimde ki tereddüt bulutlarını dağıtacak? Ülkesinde onca aç, susuz insan yaşarken ve yaşamın zevklerinden mahrum kalırken, bir Cumhurbaşkanının ve bir Başbakanın zevk-ü sefa sürmesi ilahi adalete uygun mudur? Ya da adalet için mücadele vermeyipte, daha fazla kazanmak adına koşturmaları ahlaki midir, adil midir? Onları kim yaratmışsa, bizleri yaratan da O’dur. Peki, bunların ayrıcalıklı olmasının sebeb-i hikmeti nedir? Bizim böyle acı çekmemiz hak mıdır?

 

Hey dostum! Aynı şekilde, bir bakanın, bir generalin, bir vekilin ya da bürokratik şebekenin (genel ifadedir, yani bir zümreye, bir kliğe matuf ifadeler değildir) bulundukları konumu hükmetmek için kullanıpta, adalet için kullanmaması nasıl bir şeydir, anlatabilir misin bana? Yoksa hakları olduğunu hatta daha fazlasına layık olduklarını düşünenlerden misin? Peki, sana böyle düşündürten nedir dostum? Yoksa sen kendini kıymetsiz mi görüyorsun? Kendinin hiçbir şeye layık olmadığını ya da izzetsizce yaşamaya layık olduğunu mu düşünüyorsun? Hayır dostum, onların kendilerini layık gördükleri ne varsa, aynısına sende, bende layığız, inan bana dostum! Çünkü dünyada ki nimetler, sadece belli guruplara münhasır yaratılmamıştır. Onların görevi hizmet etmek dostum. Lüks içinde yaşamak, yoldaşlarını zengin etmek, makamlarını şahsi keyifleri için kullanmak değil. Sana yalan söylemiyorum dostum. Bizlerde insanız be dostum. Kırlarda sevinç içinde dolaşmak isteriz. Sevmek isteriz, bir sevgilimiz olsun ve onu sevindirelim isteriz. Onun küçücük yüreğini hüzünlendirmek istemeyiz değil mi? Eşimizi mutlu etmek, ona küçücükte olsa hediyeler almak isteriz. Çocuklarımızın gözlerinde sevinç pırıltıları, ışıkları görmek isteriz. Şöyle denizlerde yüzmek isteriz, dağların doruklarına çıkıp şarkımızı söylemek isteriz değil mi? Peki, niçin kendimizi, bu gibi şeylerin bizim hakkımız olmadığına inandırmışız? Ne kötü bir inançtır oysa bu. Ve işte bu yaşamsal zevklerimizi, bizleri yönettiklerini iddia edenler zehirlemektedirler. Bunu görmekte niçin zorlanıyoruz be dostum?

 

Hayat, mütemadiyen uyuyacak ve korkacak kadar uzun değildir dostum. Ve mütemadiyen uykuyla ve korkuyla yaşamak iğrenç bir şeydir. Seni bütün yaşam zevklerinden mahrum bırakır. Anlıyor musun beni ya da duyuyor musun? Duymanı ve anlamanı ne kadar da çok isterim oysa. Çünkü duymak ve anlamak, labirentin girdaplarından kurtulmanın tek yoludur. Hayat teorilerle yaşanmaz dostum. Teorilerin tek bir gayesi vardır; bizi uyutmak, alıştırmak ve nihayet korkutmak, böylece duvarlar içine hapsetmek. Oysa bizler, bir şeylerin anlamlı olduğu zamanları yaşamak istiyoruz. Bir şeylerin anlamlı olduğu zamanlarda yaşamak vardı şimdi değil mi dostum? Yaşadıklarımız bizi bunu söylemeye zorluyor. Çünkü her şey o kadar anlamsız ki, adeta boğuluyoruz saçmalıklar denizinde. Ve anlamın peşinde olan tek bir kişi kalmamış handiyse. Ne bizler, ne bizlere hükmedenler hayata bir anlam katma ve hayatı anlamlı yaşama peşindeler. Bilakis kupkurular, reziller ve donuklar. Sürekli malayani ile meşguller. Çok paraya sahip olmayı, güç peşinde koşmayı bir şey sanıyorlar. Adi herifler hepside!

 

Öyle değil mi be dostum? Bunlar gerçekten de kötü ve yanlış heriflerin tekidir dostum. Bunlar mutlak mülkiyetçilik hastalığına (bu hastalık öyle bir hastalıktır ki, hem bulaşıcıdır hem de nice hastalıkların sebebidir) yakalanmışlar dostum. Yani bizi üzenler, bize zulmedenler, bizlerin haklarını göz göre göre çalanlar, yaşam zevklerimizi zehirleyenler, bizleri anlamsız bir hayata mahkûm edenler. Nasıl da, kendi kurmadığımız ve kendimiz tarafından döndürülmeyen bir çarkın kurbanlarıyız, mütemadiyen öğütülüyoruz. Oysa bizim aleyhimize işleyen çarkları paramparça edebiliriz ve kendi çarklarımızı yeniden kurabiliriz. Yeter ki, irademiz bizim elimizde olsun. Kararlarımızı hakikat temelinde verelim. Rezil ve sahtekâr teorilerin tutsakları olmayalım. Tatlı nutukların aldananı olmayalım. Ama zihinlerimiz darlaşmış dostum, mahvetmişler zihinlerimizi. Zihnin darlaşması neye benzer biliyor musun? Midenin küçülmesi gibidir. Mide küçülünce yemekten kesilirsin. İşte bunun gibi, zihnin daralınca da, hayatta olup bitenleri anlaman zorlaşır. Çünkü varlık âleminden gelen verileri algılaman ve bu algılamalarını doğru yönde yorumlaman mümkün olmaz. Algılaman olmayınca anlaman da olmaz ve böylece kısır bir dünyanın mahkûmu olursun. Nihayet her yapılanı doğru bulursun. Ve gördüğümüz şey, bundan başka şey değildir maatteessüf!

 

Son tahlilde; Kavrayışımız yok olmuş. Arayışımız bitmiş. Duruşumuz bozulmuş. Kalp ülkemizde ki sevgi ıramaklarımız kurumuş. Beyin göklerimizde ki düşünce bulutları çekilmiş. Bitmişiz biz dostum! Yitmişiz biz. Bıçak gibi düşünceler dilim dilim doğruyor tenimi dostum! Acı veriyor bedenime ve ruhuma. Kafam da demir dövüyorlar sanki. Kalbimdeki derin yaralar kanıyor. Tenim alev alev yanıyor. Ve ölümün kokusu sarıyor tüm bedenimi ve ruhumu.

 

Hey dostum baksana:

 

Temizlen ve insanlığın özüne dön!

 

EVRENSEL SOSYOLOG ŞEHİT DR. ALİ ŞERİATİ’NİN DUASI

 

‘’Ey Kadir olan Allah’ım! Âlimlerimize mesuliyet, halkımıza ilim, dindarlarımıza din, müminlerimize aydınlık, aydınlarımıza iman, tutucularımıza kavrayış, kavramışlarımıza tutuculuk, kadınlarımıza bilinç, erkeklerimize şeref, yaşlılarımıza bilgi, gençlerimize asalet, öğretmenlerimize inanç, öğrencilerimize de inanç, uyuyanlarımıza uyanıklık, uyanıklarımıza irade, muhafazakârlarımıza hareket, suskunlarımıza feryad, yazarlarımıza güvenirlilik, sanatçılarımıza dert, şairlerimize şuur, araştırmacılarımıza hedef, tebliğlerimize gerçek, kıskançlarımıza şifa, bencillerimize insaf, sevenlerimize edeb,  mezheplerimize vahdet, halkımıza kendini bilme, tüm milletimize samimiyet, himmet, özveri, kurtuluşa yaraşırlık ve izzet bağışla.’’

 

Bende kendi adıma, sonsuz âminler olsun diyorum, bu çok derin ve asilce duaya.

 

Tarih: 19.01.2012 Okunma: 731

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?