TANRI'NIN VARLIĞI, YOKLUĞU ÜZERİNE...

Özgür DENİZ - 22.01.2012

‘’Her duygunun içinde bir mantık gizlidir ama her mantıklı olanın içinde duygu yoktur.’’ ÖZGÜR DENİZ

 

Sevgili dostlarım cümlenize merhabalar! Tanrı’nın varlığı yokluğu meselesi, derin bir meseledir. Gerçekten o kadar derindir ki, bazen o derinlikte yitebiliriz. Bazen o derinlikte yeniden var olabileceğimiz gibi. Ve aynı zamanda soyut bir meseledir. Ne yokluğu, ne de varlığı nesnel olarak ispat edilebilir. Yokluğuna dair konuşanlar tamamen mantık temelinde konuşmaktadırlar ve öznel düşüncelerini serdetmektedirler. Ama zannetmektedirler ki, mutlak doğru olanı ifade etmektedirler! Oysa bu kibirden ve mutlak yanılgıdan başka bir şey değildir ve ancak hüsranı intaç etmektedir ve dahi etmiştir. İleri sürülen fikirler, maddelerden ve önermelerden çıkarılan sonuçlardan elde edilen fikirlerdir. Maddenin sadece zevahirine göre hareket ederek düşünceler üretmişlerdir. Nesnellikten uzaktırlar. Yok diyende soyut düzlemde yok demektedir, var diyende soyut düzlemde var demektir. Ama şurası da bir gerçektir; yok’çuların dayanacakları güçlü argümanlarının olmamasına karşılık, var’cıların dayanacakları çok güçlü argümanlar mevcuttur. Zira Tanrı’yı var olanlar üzerinden idrak edebilirsiniz. Ve hakeza, maddeyi, bütün boyutlarıyla idrak ederek yani görünen, görünmeyen yüzünü dikkate alarak idrak edebilirsiniz. Bu tamamen içsel bir durumdur. Bu demek değildir ki, bu idrakte münhasıran duygu egemendir, hayır kesinlikle böyle değildir, duygusal olan mantıksal temelde destek görmektedir ve mantık ikna edilmektedir. Bilakis çatışma sadır olur ki, insan bunu fark eder ve ikna olması zorlaşır. Ama mutlak mantıksal olanda duygu yoktur ve zaten esas sorunda buradadır. Çünkü duygudan yani sonsuzluktan (duygu bir yerde sonsuzluğun ifadesidir, duyguyla ilgili şeylere bir sınır biçmeniz kabil değildir) yoksun olan mantık, madde duvarına çarparak darmadağın olmaktan kurtulamamaktadır.

 

Çağlar boyunca üzerinde düşünülmüş, fikir yürütülmüş çok derin bir mevzudur bu mevzuu. Her filozof kendi algılarına göre çıkarımlarda bulunmuştur. Tabiatta ki, varolan maddeler üzerine mantık yürütmüşler, belli önermeler oluşturmuşlar ve o önermelerden çıkarımlara ulaşmışlar ve sübjektif yargılara varmışlardır. Yani hiçbirisinin ifadesine yönelik olarak, bu mutlak doğrudur diyerek bakamayız. Bu yüzden de sürekli birbirlerini nakzedenler olmakla birlikte, birbirleriyle mutabık kalanlarda olmuştur. Ama şurası mutlak olarak bilinmelidir ki; bu mevzular tamamen mantık temelli mevzulardır. Binaenaleyh, bu mevzular üzerinde ortaya atılan fikirler kesinlikle ve kesinlikle özneldirler. Hiçbir kimse bu mevzuda nesnel fikirler öne süremez, sürememiştir de. Çağlar boyunca devam etmiştir bu. Çünkü çağlar boyunca iki taraf olmuştur; inanan taraf, inanmayan taraf. İnanmayan taraf, mutlak maddeciliğin ve mutlak akılcılığın etkisinde kalmıştır. İnanan taraf ise, kendisinde ki sonsuzluğu idrak edebildiği için, mutlak sonsuzluğun var olduğuna iman etmişlerdir. Çünkü kendisini bilen Tanrı’yı da bilir. Mutlaka bilir. Bir filozof şöyle demektedir; ‘’Tanrı’yı bilmenin, Tanrı’ya tapınmaktan daha kolay olduğunu anlayamıyorsunuz.’’ Yine bir filozofta şu derin ve anlamlı sözleri ifade etmektedir; ‘’bilginin en mükemmel ve en önemli biçimi, kendini bilmektir; çünkü kendini bilen bir kimse, Tanrı’yı da bilebilir.’’ Zira bir yerde Tanrı senin içindedir. İçinde ki sonsuzluk bilinci, Tanrı’nın varlığına dair en güçlü argümandır. Bedenler yok olur ama içimizde ki o sonsuzluk asla yok olmaz, o sonsuzlukla sonsuzluğa göçeriz.

 

İnsan, sonsuz güzelliklerle ve özelliklerle donatılmış mükemmel bir varlıktır. İnsan gerçekten mükemmel bir varlıktır. Bunu hangi yönüne baksanız mutlak netlikte müşahede edersiniz. Ve insan, hayvanların aksine, dış âlemi yönünden ne kadar sınırlıysa, iç âlemi yönünden de bir o kadar sınırsızdır. Ve insanın içinde ki o sonsuzluk ki, insanı yaşatabilmekte, tıkanıp kalmaktan korumaktadır. Hayvan ise, iç âlemi yönünden sınırlıyken, dış âlemi yönünden sınırsızdır. Buna rağmen, insan, kendisini sınırlı maddenin kölesi yapmaktadır. Kendi varlığını sınırlı olan maddeye bağlamaktadır. Bu ise derin bir paradokstur. İnsan da his vardır ama hayvan bu özellikten mahrumdur. Ve insan bu his sayesinde sonsuzluğa yönelebilmektedir. İşte Tanrı’ya ulaşmanın en güçlü yolu da bu yöndür. Ve insan, bu yönüyle ulaştığı verileri, mantığa vurmakta ve mantık kabul etmekte hiçte zorlanmamaktadır. Çünkü Tanrı’nın varlığı, mantığa da asla aykırı değildir, olamazda. Tanrı, insanın ruhsal derinliklerine hükmeden bir müzik gibidir. Feuerbach bile şöyle demektedir; ‘’duygu, Tanrısallığın bir organıdır.’’ Yani duygu, insanın içinde ki en asil, en mükemmel şeydir. O duygu ki, insanın, insan olmasının yolunda ki en güçlü şeydir. Ve duygu, gerçekten de Tanrısal bir lütuftur ve şeydir. Ve bizler bu yolla Tanrısallığı algılayabiliriz ve Tanrı’nın varlığına ulaşabiliriz.

 

Çağlardan çağlara, filozofların düşünceleri hep değişkenlik göstermiştir. Çünkü herkesin algılamaları kendisine göre olmuştur. Herkesin farklı bir bakış açısı vardır. Herkesin, varlığın temeli olarak gördüğü bir madde olmuştur ve herkes, o madde üzerinden varoluşu izah etmeye çalışmışlardır. Şimdi diyebilir miyiz ki; filozoflar mutlak gerçeği ifade etmişlerdir? Peki, bunu hangisi için söyleyeceğiz? Zira her birinin farklı bir teorisi vardır. Çünkü her biri beşerdir ve şaşmaz umdeler ortaya koymaları imkânsızdır. Bu yüzden her birinin söylemleri de, kendi mantıksal kurgularının ürünü olan ve mutlak olarak öznel kalmaya mahkûm fikirlerdir. Öyleyse, öznel fikirlerden, mutlak varlığa ulaşmak muhal ender muhaldir. Hatta böyle bir iddiada bulunmak traji-komik bir durumdur. Mantıksal sefaletin mahkûmu olmaktır. Tanrı’nın sözlerinden başka mutlak doğru söz yoktur ve o sözler Tanrı’nın varlığının en büyük delilidirler.  

 

Tanrı’nın varlığı ya da yokluğu üzerine nesnel bir çıkarımda bulunmak ve yargıya varmak imkânsızın imkânsızıdır. Bu konuda ki gayretler beyhudedir ve öyle de olmuştur. Yok’çular bu konuda mutlak olarak hüsrana mahkûmken, var’cılar için böyle bir şey söz konusu değildir. Evet, var’cılar da nesnel olarak bir sonuca ulaşamazlar ama çok güçlü argümanlar üzerinden hareket ettikleri de kesin bir gerçektir. En azından var’cılar maddeyi bütün boyutlarıyla algılayabilmektedirler, ama yok’çular maddenin görünen yüzüne odaklandıkları için maddenin derinliklerine sızamamaktadırlar. Yok’çular mutlak mantıkçılıkla hareket etmelerine mukabil var’cılar mantık ve duygu bütünlüğü içerisinde hareket etmektedirler ve bu yüzden de daha güçlü verilere ulaşabilmektedirler. Yok’çular, insanın derunun daki sonsuzluk bilincinden uzaktırlar ama var’cılar bu sonsuzluğun bilincindedirler ve bu büyük bir avantajdır, ayrıcalıktır. Hülasa; herkes kendi algılamalarına göre bir şeyler söylemeye çalışmışlardır. Ve herkes kendi sözünü söylemiştir. Zira varlık âlemine, herkes kendi gözüyle bakar ve gördüklerini kendi mantık kuralları içinde yorumlar. Hiçbir kimse varlık âlemine başkasının gözüyle bakamaz ve varlık âlemini başkasının mantığıyla yorumlayamaz. Nihayetinde, hiç kimse, başka bir kimsenin fikrini mutlak doğru olarak kabul edemez, bu mevzuda.

 

Bütün filozofların, elime geçen kitaplarını okudum, okumaya çalıştım mümkün mertebe. Hepsi de doğayı kendi gözleriyle müşahede etmişler, kendi önermelerini kurmuşlar, kendi yargılarını oluşturmuşlardır. Yani kendi öznel düşünceleriyle bir sonuca, bir çıkarıma ulaşmaya çalışmışlardır. Hepsinde de, kendi algılarının çıkarımlarını gördüm. Hepsinde de, kendi içsel çığlıklarını duydum. Dolayısıyla herkes kendi fikrini ortaya sürmüştür. Çünkü hiçbir insan, başka birinin fikrini ortaya süremez, başka birinin gözüyle doğaya bakamaz, başka birinin algılamalarıyla doğayı algılayamaz. Ama netice ortadadır. Ve bu durum, insanların daima şüpheler içinde boğulmalarına ve bu yolda ömür çürütmelerine neden olmuştur. Ele geçen bir şey yoktur. Buraya odaklananların şüpheleri daha da artmış ve inkâra yönelmişlerdir. İnananlar da yine bildikleri yolda devam etmişlerdir. Zira bir filozofun düşüncelerine dayanarak Tanrı’nın varlığını inkâr etmek acizliktir, zavallılıktır. Ama ne gariptir ki, insanlar, filozoflarda bir gizem bulmuşlar, onlara kendilerince bir farklılık atfetmişler ve onların peşlerine takılmaktan gizli bir zevk almışlardır ama bu ne kadar akıllıca bir iştir? Burada bir bilinç olup olmadığı sorgulanması gereken bir durumdur!

 

Nihayetinde; herkes, ne söylerse söylesin, bu, kendi ulaştığı sonuçlardan başka bir şey olmayacaktır, olmamıştır. Buyurun aksini söyleyin de boyunuzun ölçüsünü alalım bir. Bu mevzuda ki söylemlerle, normal yaşam konularında ki söylemler farklıdır. Normal yaşamda, başkalarının söylediklerini kabul edebiliriz, nihayetinde aynı sonuçlara bizde varabiliriz ve yaşam konusunda ki söylemler ölçülebilir söylemlerdir bir yerde. Yani doğruluğu, yanlışlığı kontrol edilebilir söylemlerdir. Ama varoluşun en temel konusunda ki söylemler çok farklıdır, çünkü hayatlar bu söylemler üzerinde şekillenmektedir. Öyleyse bu konuda ki söylemlerin öznelliğine ve nesnelliğine dikkat etmek zorundayızdır. Zira bu konuda ki söylemler ölçülebilir söylemler değildirdiler ve bizde kabul ettiğimiz takdirde onların düşüncelerinden başka bir şey kabul etmeyeceğizdir. Öyleyse niçin bir beşerin düşüncesine tabi olalım da Tanrı’dan yüz çevirelim? Bu konuda konuşan ve filozofların izinden giden çömezler de tekrardan başka şey yapmamışlardır ve yapmamaktadırlar. Yani söyledikleri bir şey yoktur. Sadece kendi kendilerini tatmin etmektedirler ve güya filozofça tavrılar içerisinde ahkâm kesmekte, poz yapmaktadırlar. Bir nevi bireysel tatmin peşindedirler. Yoksa bir şey söyledikleri yoktur ve asla da olmayacaktır. ‘’VARLIĞIN TEMELLERİ ÜZERİNE TEZLER’’ başlıklı seri yazımızda değindik bu mevzulara aslında hem de derin şekilde. Ayrıca ‘’AHİRET VAR-YOK’’ başlıklı yazımızda da kısaca değindik. Hakeza ‘’İNSAN VE DİN’’ başlıklı yazımızda da bu minvalde bir yazı sayılır.

 

Son tahlilde; filozofları okuduktan sonra gördüm ki, sonu gelmeyen bir tartışma ve boğuşmadan başka bir şey yaptıkları yoktur. Sürekli bir sayıklama vardır. Sürekli bir tekrar vardır. Sürekli bir iç çekiş vardır. Mutlak maddecilik vardır. Duygu yoktur. Tanrıcılık oyunu oynanmaktadır. Her şey yine muallâkta kalmakta, öngörüler sürekli bir diğeri tarafından çürütülmekte ve yeniden bir kavga başlamaktadır. Böyle bir paradokslar âlemine mahkûm olmak akıl karı değildir. Zira ömür sınırlıdır ve insan amaçsız değildir. İnsan bir amaç için yaşamaktadır ve var olmasının bir sebebi vardır. Öyleyse insan, nefsi arzular peşinde koşarak ömrünü heba edemez. Boş işlerle iştigal ederek vaktini öldüremez. İnsan dikkatli yaşamak zorundadır. Kendini aramak, bulmak, bilmek zorundadır. Çünkü o, insandır!

 

En son tahlilde; Kur’ân da ise, çok saf ve berrak gerçekleri gördüm. Yaşanılan hayattan başka şey görmedim. Ne bir boğuntu var, ne de kapalı bir şey var. Bizlere yetecek her şey var orada. Bunu bizatihi müşahede ettim. Bu yüzden filozoflardan uzaklaşmadım ama fazlada umursamamaya başladım. Çünkü verdikleri zerre bir şey yoktur ve olmayacaktır da. İnsanı şüphe içinde yaşamaya mahkûm kılmaktan ve şeytanın tuzağına düşürmekten başka yaptıkları ve yapacakları bir şey yoktur. Bunu bizatihi gördüm. Ve din şüphe götürmez. Ve Tanrı’sız din olmaz. Ya iman edersin ya da imanı reddersin. İki yol vardır. Bundan sonra da artık kendi yaşam serüvenine dalar gidersin, belli deneyimler sana yol işaretleri olur bu serüvende. Ve aldığın kararlarla kendi kaderini çizersin.

 

Filozoflar mı? Peygamberler mi? Kur’an mı? Beşeri sözler mi? Karar senin, kader senin! Ve sen başıboş bırakılmış ve istediği yerde otlayan bir mahlûk değilsin! İç dünyanda sınırsız ama dış dünyanda tahdit edilmiş bir varlıksın, insansın!

 

Ve bil ki ve asla unutma ki! Tanrı’yı inkâr etmen, kendini inkâr etmendir. Kendini inkâr etmende, ahmaklığın dik alasıdır. Birilerinin boş sözleriyle kendine karşı kör olman ve kendini inkâr etmen hangi akılla bağdaşır acaba? Bütün varlık âlemi, zerreden zerrata kadar, Tanrı’nın varlığının mutlak ispatı iken, Tanrı’yı inkâr etmekte ne demek oluyor ey insan?

 

 

NOT:

Burada, TANRI lafzını taammüden kullandığım aşikârdır. Zira bu lafzı kullanmam da, bir ironi gizlidir. Bunun fark ve idrak edilmesini istirham ederim bütün gönüldaşlarımdan, kardeşlerimden. Lafza takılıp yazının özünün, gözden kaçırılmamasını arzularım. ALLAH diyecektim ve demesini de bilirim elhamdülillah velâkin böyle kullanmam icap etti. Yüce Allah’ım affetsin. Âmin. Ve O’nun affına kesinlikle itimadım tamdır ve O affedicidir. Siz dostlarımın da bendenizi anlayacağınızdan zerre kuşku duymuyorum. Zira ALLAH lafzı yerine TANRI lafzını kullanacak kadar küstah değilim ve de haddimi aşmam.

 

 

Tarih: 22.01.2012 Okunma: 773

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?