Bugünlerde bir “dindar nesil yetiştirme” konusu tartışmalara neden oluyor. Bu konuya temas edeceğiz. Ancak bu konudan önce yakın çevremizde yayına başlayan biri haftalık gazete “Ajans Anamur”, diğeri dijital ortamda şu soğuk kış günlerinde bir güneş gibi Anamur ufkunda parlayıveren “Anamur Sedir Dergisi”’den söz etmemiz gerekecek.
Bir süre önce büro açılışlarına katıldığımız ve Anamur’un tüm renkleri ve düşüncelerini bir araya getirmeyi başaran Orçun Öztürk ve İbrahim Polat ikilisi bu defa “Ajans Anamur” adıyla haftalık ofset bir gazete ile karşımıza çıktı. İlk sayıları olmasına rağmen grafik ve tasarımı çok hoş olmuş. Haberler, röportajlar ve köşe yazıları yer almış. Elbette medya organlarının olmazsa olmazı bolca reklam koymuşlar.
Diğer önemli gelişmeden www.anamurunsesi.com sitesi sahibi ve eğitimci dostumuz Çınar Bey arayınca haberim oldu. Bir zamanlar Anamur’da fırtınalar koparan “Anamur Sedir Dergisi” internet ortamında tekrar yayınlanmaya başlanmış. Siteye www.anamursedir.com adresinden ulaşılabiliyor. Güzel bir çalışma olmuş. Sayfalar arasında geçişler çok kolay ve insanı yormayan, bıktırmayan bir tasarıma sahip. Anamur’da sosyal kültürel, ekonomik ve sanat haberlerinin yer alacağı büyük bir eksiği tamamlamış. Emeği geçen herkesi kutluyorum.
Anamur Sedir Dergisi, 1993-1994yıllarında bir grup edebiyat, kültür, sanat sevdalısı insanın gayret ve çabalarının ürünü olarak ortaya çıkmıştı. İlk sayısından itibaren çok geniş anlamda yankı bulmuş bir hareketti. O zamanın Anamur Sedir Dergisi hareketi içinde yer almış olmak bizim için şeref ve gurur kaynağıdır.
İnternet ortamında yayına başlayan “Anamur Sedir” yönetimi de bize bir köşe açmışlar. Elbette uzun yıllardan sonra tekrar hayat bulan Anamur Sedir Dergisinde yazı yazmak bizim için şereftir. Yalnız emir büyük yerden Anamur Sedir Dergisine yazarken siyaset konusuna fazla girmemeye özen göstereceğiz. O nedenle yazımızın başında sözünü ettiğimiz “dindar nesil yetiştirme” konusuna halk arasında sıkça anlatılan bir anekdotu aktararak katılmak istiyorum.
Hepimiz biliriz ki, eskiden beri yetişmekte olan kız olsun, erkek olsun yeni nesil ilk dini bilgilerini anne ve babasından, büyüklerinden veya arkadaşlarından alır. Bu bakımdan küçük dimağlara anne ve babanın, dede ve ninelerin tecrübe ve nasihatleri aklımızın bir köşesinde hep yazılıdır. Ama anne ve babalar bazı durumlarda yetersiz kalabiliyor. İşte böyle durumlarda köy ve küçük kasabalarda cami hocaları işin içine girer. Daha fazlasını isteyenler için ülkenin dört bir tarafında açılmış kurslar, yurtlar ve dernekler vardır.
Bundan kırk-elli yıl önceleri Anadolu’nun bir köşesinde yaşı hayli ilerlemiş bir hoca, köydeki çocuklara dinin gereklerini öğretmeye başlamış. Bu çocukların arasında genç bir delikanlı varmış. Hocasını merakla dinler ve anlatılanları samimiyetle yerine getirmeye çalışırmış. Bir zaman sonra çoğu köylerdeki gençler gibi o da yurt dışına çalışmaya gitmiş.
Gittiği ülkede bir işe girip çalışmaya başlamış. Bir süre sonra o çevrede yaşayan ve zengin bir ailenin kızına âşık olmuş. Konuşup anlaşmışlar ve evlenmeye karar vermişler. Ancak gencin Türk ve Müslüman olması, sevdiği kızın da Alman olması arada büyük bir sorunmuş. Ama iki insan birbirini karşılıksız severse sorun kalmazmış derler. Genç kız sevdiği genç için Müslüman olmayı kabul etmiş. Ama bir süre sonra amansız bir hastalık sonucu vefat etmiş. Genç buna çok üzülmüş. Genç kızın ölümünden bir süre sonra gencin rüyasına girip bir vasiyette bulunmuş. “Beni burada koyma köyüne götür. Emanetimi buralarda bırakma” demiş
Genç, sevdiği kızı kaybetmenin üzüntüsü ile kıvranırken köyüne dönmeyi düşünmüş, kızın rüyadaki vasiyeti aklına gelmiş. Bir gece sessizce kızın mezarını açıp cenazeyi götürmeyi düşünmüş. Ama mezarı açınca hayretler içinde kalmış. Mezarda sevdiği kız yerine, köydeki hocası yatmaktadır. Korkuyla mezarı kapatıp, köye gitmek üzere yola çıkmış.
Genç, köye varışında ilk işi köyün yaşlı hocasını sormak olmuş. Ne var ki, sevip saydığı hocası da sevdiği kız gibi aynı zamanlarda vefat etmiş. Hocanın hanımına gidip, başsağlığı ve üzüntülerini dile getirmiş. Hocasını ne kadar çok sevdiğini defalarca anlatmış. Hocanın mezarını gösterirlerse bir Fatiha okumak istediğini söylemiş. Hocanın hanımı gencin bu davranışından çok memnun olmuş. Köyün mezarlığına beraberce gidip hocanın mezarını gence göstermiş.
O gece ölen nişanlısını tekrar rüyasında görmüş. Rüyada nişanlısı “ben buradayım, şu emanetlerden beni kurtar” diye yalvarmış. Bir akşam mezarlığa varıp hocanın mezarını açınca hayretler içinde kalmış. Hocanın mezarında nişanlısı yatıyormuş. Kıymetli eşyaları alıp, mezarı kapattıktan sonra köye dönmüş. Ama kafası fena halde karışmış. Nasıl olur da hocayla, sevdiği kızın mezarları yer değiştirir? Bunun bir sebebi olmalı demiş kendince. Utana sıkıla hocanın hanımına varmış, Hocanın hayattayken ne yapıp ne yapmadığını sormuş. Hocanın hanımı bu soruya “hoca iyiydi, hoştu, ama itikadı zayıftı” cevabını vermiş. Devamla “gusül abdesti almayı istemezdi” demiş. Genç de bir şey demeden oradan ayrılmış.
Evet, nihayetinde bu bir hikâye. Hikâyelerin doğru olma ihtimali de, yanlış olma durumu da var. Ama şunu iyi biliyoruz. Kimin inancı sağlam, kimin zayıf veya yok hepsini, hesap gününün sahibi Allah bilir. Bize düşen gecesi ile gündüzü bir olabilmek. Ya olduğumuz gibi görünmek, ya göründüğümüz gibi olmak.