Türkiye’mde (ismine kurban olduğum ülkemde, canım ülkemde) garip şeyler oluyor. Bu durum, yalanlanabilecek kadar gizli değil. Derinler hiçte sakin değil. Ki derinler zaten sakin olmaz. Müthiş bir dalgalanma var ve dipteki dalgalanmalar tehlikelidir. Belki yüzeye yansımıyor olabilir ama derinlerde, sıcaklık derecesi yüksek düzeyde olan müthiş kaynama olduğu bir gerçek. Fasılalı patlamalar bunun en güçlü delilidir. Ve bu kabul edilse de edilmese de, örtülü bir milli mücadele kavgasının ifadesidir. Sanki gizli bir iktidar mücadelesi var ve bu nedenle devletin temelleri sarsılıyor gibi. Herkes yeni yapılanma da bir yer kapma derdinde. Kimsenin, varolan yapıyı koruma refleksiyle hareket etmediği apaçık. Bu ülkeye sahip çıkması gerekenler bile servet, şöhret, makam derdinde maatteessüf. Allah, onlara, akıl, izan ve vicdan versin. Bütün varlığı bu dünya ile sınırlı olanları anlarız ama sözlerinde öbür dünyayı sürekli dillerine dolayanları nasıl anlamalıyız bilemiyorum. Bu yüzden düşünmeden iş yapılıyor ve bilerek ya da bilmeyerek ihanete varan hareketler ortaya çıkıyor. Böylece eskiyi tasfiye edeceğiz derken zemin sarsılıyor. Oysa bir şey yapılacaksa bile temele dokunmadan yapılabilir. Ama ne garip ki, temellerin zedelenmekte olduğu yansıyor dışarıya. Temel atmak kolay bir şey değildir ve yıkmak kolay, yapmak zordur efendiler. ‘’Niceleri vardır ki, yıkmakta gösterdikleri başarıyı, yapmakta gösterememişlerdir.’’ Sultan Abdülhamit Han. Kurumlarla rastgele oynamak ve kurumların ciddiyetine halel getirmek tehlikelidir. Sırf kendinden olanların belli mevkilere yerleştirilmesi için oturmuş bir düzeni çökertme gayretine girmek akıllıca değildir, bilakis ahmaklığın dik alasıdır. Evet, bir yenilenme yapabilirsiniz ve bu doğaldır ama bu, temelde değil, yüzeyde olur ve olmalıdır. Kurumların itibarını sarsarsanız, kurumların gücünü ve sözünü dikkate alan olmaz ve bu, feci bir kaosun tetiklenmesi anlamına gelir ki, vahimdir. Devlet kurumlarının aşırı ve düzeysiz güç kullanması da, tepki çekmeyeyim diye her şeye sessiz kalması da tehlikelidir. Devlet, ahlak, adalet ve hakkaniyet temelinde kalarak, gücünü gerekirse en şiddetli şekliyle göstermelidir. Onca zalim ve bunca zulüm varken ve bütün bunlar karşısında insanlar çaresizken, devlet; çaresizlerin, çaresi olmak zorundadır. Bu, devletin, ilk vazifesi ve varlık sebebidir. Devlette çaresiz olursa, çaresizler ne yapsın? O zaman dünyanın hali nice olur?
Devlet kurumlarının bazı yanlışlarını ortaya sererek, devletin varlığını tehlikeye sokacak hamlelere meşruiyet kazandırılamaz. Bunu, her kim yaparsa yapsın, haklılık kazanamaz. Kurumların bünyesinde ki kişilerin, hususi çıkar hesapları yüzünden ihanete varan hatalar yapmaları ve bu hatalarının hiç farkına varmamaları büyük suçtur elbette ki, ama bazı suçlar arka planda da hallolabilecekken, illede gözlere sokarcasına bu yanlışları toplumsal düzeleme yansıtmak hamakatlık alameti olsa gerek. Hassas noktalarda ki, hassas kişilerin, buraya çok dikkat etmeleri gerekmez mi? Ne yazık ki, bu hatalara çokça düşülmektedir. Sürekli devlet baskısından, istihbari çalışmalardan şikâyet etmekte tuzaktır. Ve millet bu tuzağa düşürülmeye, buradan da milletin; devlete ve devletin hassas kurumlarına muhalif olmasına çalışılıyor. Böyle telafisi imkânsız hatalar sadece devlete ve önemli kurumlara zarar vermez. Toplumsal dokuyu da zedeler, toplumda güven bunalımına neden olur ve birileri bu damardan girerek toplumsal ajitasyonlara başlar. O zamanda önüne geçilemeyecek boyutlara ulaşan belalara bulaşırsınız. Düşmanlarınıza koz verirsiniz. Devlet düşmanlığı yapan birilerinin yönlendirmeleriyle hareket edemezsiniz. Devletin de, teröristleri takip etmesinden şikâyetçi olamazsınız. Bu terörist illa dağda gezen eli silahlı terörist olmak zorunda değildir; şehirde dolaşan, beyefendi muamelesi gören, eli kalem tutan bir teröristte olabilir pekâlâ. Ki bu tür teröristler mebzul miktardadır topraklarımızda hatta kurumlarımızın bünyesinde bile çoktur. Bunlar, dağdaki eli silahlı, ağzı salyalı teröristlerden (bu ifadeyi kandırılmış olanlar için değil, siyonizme bilinçli olarak köpeklik yapan ve masumları zorla dağa çıkaranlar için kullanıyorum) daha tehlikelidirler. Devlet, kendi varlığına suikast içinde olanları elbette ki takip edecektir ve etmelidir. Ne yani, kendine yönelik suikastlara ve dış düşmanla yapılan kirli, kanlı ittifaklara gülüp geçse miydi? Devlet bireyler üzerinde baskı kuramaz, devlet şuna müdahale edemez, buna müdahale edemez, peki bu devlet niçin vardır kuzum? Devlete vuranlar, devletin varlığına karşı çıktıkları için değil, kendi istedikleri devlet olmadığı için vurmaktadırlar. Bunu kesinlikle fark ve idrak etmeliyiz. Filhakika, Müslüman Türk Milleti’nin hâkimiyetinde ki bir devlete karşıdırlar. Ama güya teorik olarak, devletin varlığına karşıymış gibi söylemlerde bulunmaktadırlar. Böylece milleti kandırmaktadırlar. Peki, yeryüzünde devletsiz bir millet var mıdır?
Devlet, gerektiği zamanda ve yerde gücünü göstermek zorundadır. Devlet, gücünü göstermediği zaman, devleti dikkate alan olmaz. Ve ortalıkta dolaşan, ipi koparılmış çakallar, devletlik taslamaya başlarlar. Devletin, gücünü göstermesi demek, ille zalim olması demek değildir. Tabi gücün ortaya konuluşu ve ortaya konulma sebebi de çok önemlidir. Hiçbir devlet yoktur ki, gerektiği zaman gücünü göstermesin. Aile üzerinden bir misalle örnekleyelim olayı, hani atalarımız diyor ya; ‘’kızını dövmeyen, dizini döver’’ diye, aynen öyle. Ama devletin, yaşatmak için gücünü göstermesi gerekir. ‘’Kılıç inip kalkmalıdır, ama yaşatmak için.’’ Şeyh Edebali. Biz, devlet gücünü gördüğümüz zaman, hemen bunu baskı olarak anlıyoruz. Oysa bu yanlış bir algılamadır. Baskı dediğimiz şey, bizim ruhumuzun derinliklerinde varolan bir şeydir. Ruhumuzun bedenimize yaptığı baskıyla yaşadığımız ve yaşamak zorunda olduğumuz inkârı imkânsız bir gerçektir. Eğer ruhun beden üzerinde ki baskısı olmasa; beden kokuşur, çürür ve çukura gömülür. Ve baskı bir yerde yapıcıdır, yıkıcı olduğundan daha fazla. İnsan, her zaman, ruhun bedene yaptığı baskıyla yaşar. Beden mutlak özgürlük ister, seyyal yaşamak ister ama ruh bunu engeller ki, engellemesi de gerekir. Yoksa insan hayvanlaşırdı, belki daha aşağılara düşerdi. Baskı, varlığın bir gerçeğidir. Bu yüzden, baskısız devletin olma ihtimali yoktur. Hatta baskı, bir yerde, devletin sigortasıdır. Devlet, kendine yönelen tehditlere gülümseyecek değildir. Filhakika, devlet baskısına karşı çıktıklarını iddia edenler de, haddizatında devletin varlığına düşmandırlar ama bunu açıktan ifade etmekten çekindikleri için zımnen dile getiriyorlar. Sınırsız özgürlük diye bir şey yoktur. Sınırsız özgürlükten dem vurmak ahmaklıktır ve tuzaktır. Eğitimin özünde bile baskı vardır. Bu durum, olması da gerekendir. Tecrübesi olmayana, tecrübesi olan bir kılavuzdur ve bu eğitimin yönetimidir. Siz buna baskı demezsiniz, telkin dersiniz belki ama her ikisinde de gizli bir zorlama olduğu apaçıktır ve bu olumsuz algılanacak bir şey değildir. Zira her aile, evladını ve her devlet, neslini korumak, kollamak, onları en güzel şekilde yetiştirmek ister, istemelidir. Bunu din bile emreder.
Bizler, kadim köklerimiz ve medeniyetimiz temelinde düşüneceğimize, bir iki tane sefil beyinli mikrobun yönlendirmeleri doğrultusunda düşünüyoruz ve böylece yalpalıyoruz, saçmalıyoruz, büyük yanlışlar yapıyoruz. Sizler, o zehirli yılanların arka planda ne olduklarına ve hangi gizli niyetleri taşıdıklarına bakmalısınız. Devlet baskısından şikâyetçi olanlar, kurumların gayri iradi hatalarından dert yananlar, bu milletin devletini sarsıp yok ederek kendilerine ve köpekliklerini yaptıkları babalarına hayvan gibi yaşama alanı açmak istiyorlar, bu şehit kanlarıyla yıkanmış temiz topraklarda. Kendi arzuları yönünde acımasız bir dikta kurmak istiyorlar. Bu kadim milletin evlatlarından intikam almak hırsıyla yanıyorlar. Bu ülkenin, bu milletin, üzerinde durduğu yüce değerleri tarumar etmek istiyorlar. Bu ülkeyi ve milleti, siyonizmin güdümüne sokmak istiyorlar. Bu yüzden de, mütemadiyen bu milletin çocuklarının beyinlerine yönelik tazyikatlarda, yönlendirmelerde bulunuyorlar. Bu milletin çocuklarını, kadim kök ve değerlerinden uzaklaştırmak ve böylece sağlam olan zeminimizi sarsmak istiyorlar. Bu yolda da, bilinci dumura uğramış, imanı sarsılmış gurupları ve kişileri ruh cephesinden sahaya sürüyorlar ki, etkileri katmerli olsun. Sağ olsunlar, güya maneviyattan dem vuran, ahlaktan söz eden ve dindarlık masalları anlatanlar çok güzel yol açıyorlar bu zehirli yılanlara. Ama bir gün gelecek, büyük yanlış içinde olduklarını görecekler ve pişman olacaklar, inşaallah o gün son gün olmaz!