Çok çalışmalıyız dostlarım. Ferdi hayatımızda olsun, toplum hayatımızda olsun mütemadiyen çalışmalıyız. Dinç ve direngen olmalıyız. Düşmanlarımız, bizleri görünce ürkmelidir. ‘’İşleyen demir ışıldar’’ diye boşuna dememiş atalarımız. İşlemeyen demir pas tutar, insan da çürür. Yükselmek için çalışmak gerekir. İş, insanı üretir. Çünkü iş yaparken, insan, sürekli düşünür. Hem düşünsel, hem de bedensel bir faaliyet içerisinde bulur kendini. Zira hem fikri olarak gelişirken, hem de sağlıklı bir yapıya kavuşur. İnsanı, bir amaca yönelik olarak belli eylemlere sevk eder, iş yapmak. İnsan, iş yaparken, kendi kendini de eğitmiş olur. İş, insanı hem eğitir, hem yönlendirir, hem aydınlatır, hem de sağlıklı kılar. Çalışan insanlar mutludurlar. Çünkü çalışan insanlar kazanırlar, kazanan insanlar da paylaşırlar, paylaşabilen insanlar da bundan büyük mutluluk duyarlar. Çalışmak, iş yapmak, helaldir. İşlememek, tembellik yapmak ise haramdır. Müslüman tembel olamaz. Tembellik, meskeneti ve mezelleti tevlit eder. Böyle yaşamakta, Müslüman’a yakışmaz. ‘’Herkese çalıştığı vardır’’ yasası, biz insanlar için, mutlak, değişmez, kutsal ve hükmünü üzerimizde uygulayan bir yasadır.
Ülkemizin tam bağımsızlığına kavuşması da, fert fert bizlerin çalışmasıyla doğru orantılıdır. Çünkü her ferdin üretimiyle ülkeler zenginleşirler. Zenginlikler, ortak üretimlerin sonucudur. Her ne kadar da belli zümreler daha fazla pay alsalar da. Üretmek için nasıl gayret ediyorsak, adil paylaşım içinde gayret etmeliyiz. Bu sorunumuzu da, bu şekilde halledebiliriz ancak. Eğer çalışmazsak, üretmezsek boyunduruk altına girmemiz zor olmaz. Çünkü dünya, üretenlerindir bir yerde. Düşman hegomanyası; fertlerin, milletin ve vatanın bağımsızlığını ortadan kaldırmak amacını güder. Bu yüzden, egemen olmak istediği ülkelerde üretimi durdurmak ve kendi ürettiklerini satmak ister. Bu yüzdende, milletlerin fertlerini üretimden uzaklaştırırlar. Üretenleri de bir şekilde, içeride ki ajanları sayesinde diskalifiye etmeye çalışırlar. Önce o ülkelere kültürlerini taşırlar, sonra o ülkelerin insanlarını alıştırırlar, nihayetinde ise kendi istedikleri yola sokarlar. Eğlenceye, futbola vb. şeylere yönlendirerek, insanları işten uzaklaştırırlar ve işe karşı isteksizleştirirler. Böylece insanlar tembelleşirler, üretim yapamazlar, kolay kazanma yollarını ararlar ve sürekli tüketen asalaklar olurlar. Bağımsızlığın koşulu; çalışmak, üretmek ve mücadele etmektir.
Vatanını savunmak, milletinin yükselmesi için gayret etmek ve milli istiklalini kazanmak, her kişinin en kutsal savaşı olmak zorundadır. Bu mukaddes vatanın her çocuğu, görkemli bir ruh birliği içinde yaşamalıdır. Düşmanın, açık ya da gizli taarruzlarına karşı, uyanık ve direngen olmalıdır. Dini ve milli kimliği ile dini ve milli tarihleri buna temel olmalıdır. Her vatan evladı, bu uğurda gerekirse birer militan olmalıdır. Her savunma kutsaldır. Ve herkes vatanını savunur, savunmalıdır. Vatanı için çalışır, çalışmalıdır. Çünkü vatan, insanların duvarıdır. Vatan, insanların evidir. Vatanın geri kalması, vatanın işgal altında olması, insan ruhunu azaplara gark eder. Ancak kalbi olanlar hissederler bu acıyı, gazabı. Topraklarını korumak, aynı zamanda dinin de gereğidir. Allah (cc), yurtlarımızı işgal edenlere karşı, Kendi yolunda savaşmamızı emreder. Ölüm kaderse şayet, yurt savunması uğrunda can vermek, ölümlerin en şereflisi olsa gerek! Ölümden korkanların mutlak kaderi, zulümler altında inlemektir.
Yurt savunması, birliği de koşul kılar. Küçük çıkar hesaplarını geri planda bırakmayı, hizip kavgalarıyla enerjimizi tüketmeyi yasak eder. Çünkü tek olarak yurt savunması yapılamaz. Savunma, topluluğu koşul kılar. Nasıl kendimizi savunmak için bir gayret içinde oluyorsak, milletimizi ve vatanımızı savunmak içinde bir gayret içinde olmalıyız. Mekteplerimizi, kışlalarımızı ve mabetlerimizi, bu kutsal mücadele uğrunda kullanabilmeliyiz. Zira bu yerler asıl varlık sebeplerinin dışında kullanılmış olurlar. Mektepler, kışlalar ve camiler, eğitim yeridirler, irşad yeridirler, talim yeridirler. Ama gizli işgal altında olan topraklarda; mabetler, kışlalar ve mektepler uyutma yeri olarak kullanılırlar ve maalesef bizim ülkemizde bu amaçla kullanılmaktadır bu yerlerimiz. Bir millet için, bundan daha büyük azap olabilir mi?
Düşman işgaline karşı direniş, bir diriliş sorunudur. En temelde ise, söz ve anlayış sorunudur. Çünkü diriliş, sözünü bilmenin ve idrak etmenin bir neticesidir. Nisyan, uyku, ihtilaf, tembellik ve cehalet ise; sözünden bihaber olmanın neticeleridir. Her devlet, her millet ve her din varlığını korumak ister. Bu tarih boyunca böyledir. Bu uğurda yapılan savaşların tarihidir, insanlık tarihi. Ve her savaşın temelinde bir söz vardır. Ve her sözün bir hedefi vardır. Her insan eğitime ihtiyaç duyar, her insan bir üst irade tarafından yönlendirilmek ister, her insan aydınlatılmak ister. Evet, insanın okumak, öğrenmek ve bilmek gücü vardır ama her şeyi de bilemez ki. Her insanın kendisinden daha tecrübeli biri mutlaka vardır ve tecrübeler paylaşılmak içindir. İnsan, sınırlı bir varlıktır. Eğer insan mutlak bilgiye sahip olsaydı, irşada ve eğitime ihtiyacı olmasaydı, insanlık Önder-ler-inin (sav-as) gönderilmesine gerek kalmazdı. Öyleyse, bilmediklerimizi, bilenlerden öğrenmeliyiz, bunu sorun yapmamalıyız. Allah (cc), insanlığın Önder-ler-ine (sav-as) öğretti, Onlarda bizlere öğretti. Öğrenmek ve eğitilmek, doğuştan ölüme uzanan bir süreci kapsar.
İnsanlar, mektep, mabet ve kışla üçlüsünde eğitme tabi olurlar. Buralar, toplu eğitim yerleridir. İnsanların irşad oldukları, eğitildikleri, talim gördükleri yerlerdir. Bir milletin en kutsal mekânlarıdır diyebiliriz bu yerler için. Düşmanın, ilk göz diktiği ve asıl amacından saptırmaya çalıştığı yerlerdir buralar. Bu yüzden bu mekânlarımıza azami özeni göstermeliyiz. Ülkemiz ve milletimiz adına, bu özeni gösterdiğimizi söyleyemeyiz ne hazin ki. Zira görünen köy kılavuz istemez. Üç kurumumuz da amacından saptırılmış durumdadır. Zira buralardan geçen insanlarımızın hali malumumuzdur. Hayat konusunda zayıfız, ibadette zayıfız, silah konusunda zayıfız. Peki, söylediklerimiz de haksız mıyız? Elbette ki, gönlümüz haksız olduğumuzu haykırsın isteriz ama ne hazin ki haklıyız ve bu yüzden de derin acılar için kıvranmakta, dehşetli ateşlerde yanmaktayız. Bu yerlerimiz kurtarıldığı zaman, ülkemiz ve milletimiz de gizli işgalde kurtarılmış olacaktır ve bağımsızlığımıza da işte o zaman kavuşacağız. Fakat bu, küçük çıkar hesapları yapmakla, hizip kavgalarıyla enerjimizi tüketmekle ve ihtilaf cehenneminde yaşamakla olmaz kuzum. Tembellikle, cehaletle olmaz.
Kışlalarımız, mabetlerimiz ve mekteplerimiz mutlaka yerli olmalıdır, milli olmalıdır. Buraya, hukukumuzu da ekleyiverelim. Bütün bu kurumlarımız, ocaklarımız, uyanış, diriliş ve direniş merkezlerimiz, milli mücadelemizin mihenk taşı olan yerlerimiz; milletin özünden doğmuş olmalıdır. Mukaddes ve mutlak sözümüz (Allah’ımızın –cc- sözü) üzerinde yükselmiş ve yükselmekte olmalıdır. Milletin, düşman işgaline karşı, vatanını ve varlığını müdafaa edebilme temeli üzerinde şekillenmelidir. Bilakis, buralar şeytaniyetin ocakları olmaktan kurtulamazlar. Buralarda eğitilen, irşad edilen, talim gören, aydınlatılan ve hayata hazırlanan insanlarımız, kesinlikle ama kesinlikle, kendi sözümüz (Allah’ımızın –cc- sözü) temelinde eğitilmeli, irşad edilmeli, talim görmeli ve aydınlatılmalıdır ki, muazzam bir bilinçle donanmış olsun. Direngen ve dinç olsun. Sağlıklı ve çalışkan olsun. Hedef sahibi olsun. Dava sahibi olsun. Mücadele azmi bulunsun. Gerektiği zaman, meydanlara inip düşmana vurmaya hazır olsun. Allah’ın sözüne uyan, asla düşmez, asla korkmaz, asla uyumaz, asla kaçmaz, asla tembel olmaz, asla cahil olmaz, asla yenilmez (yenilgisi bile zaferdir onun). ‘’Allah, hakkı söyler ve doğru yolu gösterir.’’ Ahzab-4.