Oy gizli, haber
kutsal, yorum hürdür.
Bir konu üzerinde, uzun süre, yüksekten atıp tutarak
kabadayı kabadayı yazıyorlar. Sonra bir yere gelip tıkanıyorlar. Tıknefes
oluyorlar.
Yazdıklarında isabet yok, fikir yok, samimiyet yok.
İşin içinden
nasıl sıyrılacaklar?
Halk dalkavukluğuyla!
Şimdiki halk dalkavukluğunun adı; halkın vicdanı…
“Toplumları halkın vicdanı değiştirirmiş. Ve halkın vicdanının bu davalarla ilgili
vereceği karar, Türkiye’nin geleceğini belirleyecekmiş. Halkın vicdanı bir bankanın kuyruğundaymış, bir vapurun bankındaymış,
ve nihayet artık gazete sayfalarındaymış. Halkın vicdanı görebilmek istermiş. Görünmez olan artık görünsün ister”miş.
Bunları, Taraf’ta,
Gökhan Özgün yazıyor. Başka gazetelerde de buna paralel yazılara bolca
rastlayabilirsiniz.
Bunları
yazanların halkla uzaktan yakından alâkaları olsa, bir alışverişleri olsa içim
hiç yanmayacak.
Vakıa, şu alıntıladığım hususlar bir gerçeğin ifadesi
de olabilir.
Fakat bir
bakalım, halkın vicdanı nice bir nesneymiş?
Şöyle…
Halkın inandığı dinin temel ilkelerinden biri, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”
der. İşte, halkın vicdanı,
milyonlarca komşusu açken, 1.000 (bin) dolarlık eşarp takabilen, defalarca Umreye
gidebilen ve başını yastığa koydu mu, rahatça
uyuyabilen bir vicdandır.
Yine dinimiz, “Temizlik
imanın yarısıdır”; derken, halkın
vicdanı, caddeleri kirletirken, sokaklara tükürürken hiiiç rahatsız olmayan
bir vicdandır.
Halkın vicdanı; “Bana
dokunmayan yılan bin yaşasın”, “Gelen ağam, giden paşam”, “Kaçanın anası
ağlamazmış” atasözlerini icat eden bir vicdan…
* * *
Hele, biraz
da şu yazarların, medyanın vicdanına bir bakalım…
Medyanın
vicdanı…
Küba’da 18 yaşındaki kızların satıldığını görebilen
ama kendi ülkesinde 12-13 yaşındaki çocukların satıldığını göremeyen bir
vicdan…
Vietnam’daki sefaleti gören ama gözlerinin önündeki
fecaati göremeyen bir vicdan…
Irak’taki, Filistin’deki, Karabağ’daki katliamları
göremeyen bir vicdan…
Örgütün kasası denilen ama beş parasız olduğu ortaya
çıkan, neden suçlandığını öğrenemeden 13 ay içeride tutulan ve ölen fakiri
göremeyen bir vicdan…
* * *
Nihayet, şu
nüfuz sahibi olanların da vicdanına bir göz atalım…
Başkanı olduğu belediye sınırlarında görev ihmalinden
dolayı bir işyerindeki patlamada
ölen 23 kişinin cenazeleri daha toprağa ulaşmadan, iki ünlünün nikâhını kıymaya
koşan ve patlayan havai fişekler
eşliğinde eğlenen bir büyükşehir
vicdanı…
Vatandaş hastanelerde bazen rehin kalır, daha çok da
aşağılanırken kendilerini “Gazi”
statüsüne çıkaran, kendilerine sülale ve kuşaklar boyu sürüyle ayrıcalıklar
sağlayan ve kaldırmaya söz verdikleri dokunulmazlıkların zırhını daha da
kalınlaştıran bir Yüce Meclis vicdanı…
“Lafı,
ağzınızda eğip bükmeyin. Şahitliği dosdoğru yapın.” kesin hükmüne rağmen, 50 sene üniforma giymiş,
yıllarca en üst düzeyde devlet görevinde bulunmuş, ağzından çıkan her hecenin
küre-i arz kadar ağırlığı olması gereken bir emekli Genel Kurmay Başkanının, “Anılarda geçtiği öne sürülerek gündeme
getirilen bu olaylarla ilgili olarak, ne vardır ne yoktur derim. Başka bir
ifadeyle ne teyit ederim ne tekzip ederim.” diyen vicdanı…
* * *
Halkın vicdanının bu kadar yüksek olduğu bir yerde
benim de vicdanım olmayıversin.
İsmail Hakkı’nın vicdanının olmamasıyla, halkın yüksek
vicdanında bir düşme ve azalma olmaz.
* * *
Üstatlardan
Vicdanın sesi o kadar nazlıdır ki, boğmak çok
kolaydır. Ama bu ses aynı zamanda öyle berraktır ki, başka bir şeyle
karıştırmak imkânsızdır.
Madam de Stael
Yeşilırmak Vadisinden
Rivayet Edilir Ki
Arif
Nihat Asya'ya
Bir yurt varmış evvel zaman
içinde,
Köprü gibi Avrasya'da
uzanmış...
Yarı aydınları Batı'ya Hayran,
Tarihine, dinine kin
kusanmış...
Sindirilmiş halkı, yahut
dalkavuk,
Fikirler inmezmiş öze, hep
kabuk,
Mikrofonu kapınca abuk sabuk
Konuşanlar, kaptırınca
susanmış...
Toto, loto gözde birer
lotarya,
Çalış, didin, kazan artık
angarya,
Piyango, tombala millî kumar
ya,
Caddelerde moda kazı kazanmış.
Unutmuşlar yetimleri, açları,
Hamle yapmaya yetmemiş
güçleri,
Bataklıkta uyurgezer gençleri,
İçler acısı halleri dumanmış.
Azgın bir canavarmış
bürokrasi,
Ağızlarda sakızmış demokrasi,
Torpilsiz çalışmayan idaresi
Başlı başına bir büyük
buhranmış.
Ateş çemberine dönmüş bölgesi,
''Köşe olmak” vatandaşın ilkesi,
Pek endermiş bu ülkenin
bilgesi,
Öz kültürüne darbe yamanmış.
Selâm almazlarmış rüşvet değil
diye,
Orda, rüşvetin adı zaten
hediye,
Sermayeyi tonton yüklemiş
kediye,
Devlet malı deniz, bankalar
talanmış.
Tükürürlermiş onlar sokaklara,
''Oku'' emri girmezmiş
kulaklara,
Ama şükürler olsun ki Allah'a,
Yüzde doksan dokuzu
Müslüman’mış.
2492(iki bin dört yüz doksan
iki) Aşık Nazmî
Önceki yazılar