İNSAN, HAYAT, AKIL, DEVRİM...

Özgür DENİZ - 05.03.2012

İnsan, büyük muamma. Kader inşacısı. Hem talebe, hem işçi. Aslı, meçhul bir yabancı. Bütünden bir parça ama bir benzerine, benzemeyen biri. Ezel bezminde mukaddes zincire vurulmuş asil ve soylu bir köle. Aramaya mahkûm bir sergüzeşt. İnleyen bir ney. Kendisi kadar, kavgası da büyük. Çözülemeyen bir bulmaca. Geldiği yere gitmeye mecbur bir yolcu. İnsan hakkında ne söylerseniz söyleyiniz, onu, asla tam olarak ifade edemeyeceksiniz. Çünkü çelişik bir varlıktır insan. Zıtlıklar içinde kendini arayan ama bulmak isterken, aynı zamanda bulmaktan da korkan bir varlık. Doğduğu hayata uyum sağlamaya çalışır mütemadiyen. Hatalarla malul bir mahlûk. Ama her ne olursa olsun bir kuldur o. İnsan, muhakkak kendini bulmalıdır, bilmelidir. Kendini arayan insan özgürleşir ve yücelir; kendini aramayı bırakan insan da zillete ve esarete mahkûm olur, alçalır. Arayan insan zincirleri kırar, aramayan insan ise zincirlere vurulur.

 

Hayat, insana bir armağan. İnsana, kendini göstermesi için açılmış ve bahşedilmiş bir alan. İçinde ölümü gizleyen bir mucize. Sürülmesi, işlenmesi gereken bir toprak. Öznesi insan olan bir tiyatro. Gökle yer arasında, doğumdan ölüme uzanan süreçte oynanan bir tiyatro. İnsan, bu tiyatro da, hep farklı bir roldedir. Tabir caizse Mutlak Yönetmenin tayin etmiş olduğu rolleri üstlenmiştir. Ama rolünü uygulaması kendisine bırakılmıştır. Kadının yanında kocadır, kocanın yanında kadın. Kadının yanında erkektir, erkeğin yanında kadın. Anne ve babanın yanında çocuktur, çocuğun yanında anne ve babadır. Kardeşin yanında abi ya da abla, abinin ve ablanın yanında kardeştir. Bir benzerinin yanında dost, arkadaş ya da bir yabancıdır. Müdürün yanında memur, memurun yanında müdürdür. Talebenin yanında muallim, muallimin yanında talebedir. Patronun yanında işçi, işçinin yanında patrondur. İşte böyle, insan her zaman farklıdır, farklı roldedir, farklı yetenekle donatılmıştır. Bu farklı konumlar, insan düşüncesini de etkiler ve konuma göre davranmaya zorlar. Aklını ve yüreğini kullanır daima. İnsan, rolünü çok iyi oynamalıdır. Benzerlerini mutlu etmelidir. Sahneyi terk ettiği zaman, ardında hem bir iz, hem de derin ve kutsal bir acı bırakabilmelidir. Bilakis, kat ettiği yolu boşuna yürümüş olacaktır. Doğumu anlamsızlaşacak, ölümü önemsenmeyecektir.

 

Akıl, yücelmenin ve yükselmenin mihenk taşıdır. Emsalsiz bir nimettir. İnsan ve hayat kadar derinliği olan bir şeydir. Zaten hayat sahnesinde ki atıdır, insanın. Roller, akıl sayesinde icra edilir. Biçimlendirilemeyen ama işlenen bir olgudur. Kullandıkça anlam ve önem kazanan bir şeydir. Sınırları, kuralları anlamlı kılan bir nimettir. Zira aklı olmayan için, sınır ve kural diye bir şey yoktur. Dinin bile ölçüsüdür. Akıl devre dışı kaldığı zaman, din hükmünü kaldırmış demektir. Sınırlar, kurallar anlamsızlaşıverir, akıl gitti zaman. İnsan, aklı sayesinde yükselir ve yücelir. Özgürlüğün sınırlı olması bile, aklın varlığı sebebiyledir. Çünkü salt özgürlük, akıl sahibi olmayanlar içindir. İnsanın anlamı da, önemi de buradadır. İnsan olmanın hikmeti de, akılla mütenasiptir. Süratle akan bir nehir misali olan hayatta, yön tayin eden bir çubuk gibidir akıl. İnsan, bu emsalsiz ve benzersiz nimetin kıymetini bilmelidir. Nimetin sahibine isyan için değil, itaat için kullanmalıdır.  

 

Devrim ya da inkılâp, köhnemiş ve insana yabancılaşmış düzenlerin sonudur. Çıkar üzerine kurulu düzenlerin, ahlak ve adalet temeli üzerine kurulu düzenlere dönüşmesidir. Müslüman- Türk Milleti, muhakkak, devrimci bir ruha sahip olması gerekir. Alışılmış itaat şekillerini terk etmesi ve sorgulayıcı bir akılla hareket etmesi gerekir. Bir armağan olan hayatı, benzerlerinin istediği gibi değilde, Allah’ın istediği gibi yaşayabilmesi için bu ruhu kuşanması mutlak koşuldur. Kadim devrilerde ki, emsalsiz ve yenilmez gücene tekrar kavuşması için bu ruhla donanması icap eder. Yani fıtratına mütenasip yaşaması için devrimci olmak zorundadır. Fıtratını bozan ve sürekli kayıplar yaşatan; particilik, mezhepçilik, gurupçuluk, cemaatçilik anlayışlarını terk etmesi gerekir. Devrim, bütünlük gerektirir ama bunlar bölücüdür. Herkes, kendine ait bir şeyler var edipte onun kavgasını veremez, verirse zillet içinde yaşamaya mahkûm olur. Yani insanın fıtratına mugayir kavramlar ihdas etmek ve o kavramlar uğruna birbirine kılıç çekmek, emsalsiz bir hamakatlık timsalidir. Misal, demokrasi, laiklik, çağdaşlık, particilik, cemaatçilik, mezhepçilik, liberalizm, ideolojiler vb. kavramlar uğruna kavga vermek için var değildir insanlar. İstisnasız bütün mevcudatı kuşatan ve kadim olgular olan, kaynağı vahiy olan ve fıtrata dercedilmiş bulunan ahlak ve adalet için kavga vermelidir insan. En büyük ve soylu kavga budur. Devrim, ahlaklı ve adil bir düzen kurmak için olmalıdır. Yoksa zaten kullaştırılmış insanları yeniden kullaştırmak için değil. Böyle bir devrimde, ancak ve ancak, vahiy temelli milli devrim olabilir.

 

Kendi ürettiğimiz kavramlar, bölmekten ve kurulu düzenlerin idamesini sağlamaktan başka bir işe yaramazlar. Ki bugüne kadar, bu kavramlarla yaşadık, şimdi neredeyiz malumdur. Bizler ezildik, bu kavramları bizlere papağan gibi ezberlettirenler ise görmediğimiz zeminlerde keyif çattılar köpek gibi. Ve üstelik bize karşı düşmandılar ama görülmeyen zeminlerde dostça yaşadılar. Bizleri, dünya nimetlerine ulaşmak için kullandılar. İnsan, birazcıkta olsa aklını kullanmalıdır. Manzara hakkında düşünmelidir. Durumu hissetmelidir. Çıkara odaklı insanlar ve yapılar, niçin hiç ahlaktan ve adaletten bahsetmezler de sürekli üretilmiş ve kavgaya sebep olan kavramları papağan gibi tekrar edip dururlar? Çünkü çıkar çarkları böyle dönmektedir. Rantlar bu şekilde devşirilmektedir. Adil ve ahlaklı bir düzende; çıkar çarkı ve sömürü düzenleri işlemeyecek, parayla ve güçle elde edilen konumlar kaybedilecektir. Öyleyse ahlaktan ve adaletten niçin bahsedilsin ki? Ahlak ve adalet, insanların hayrına olan olgulardır. Harici olgular ise, sömürücülerin, namussuzların çarklarının dönmesini sağlayan olgulardır.

 

Ahlakın ve adaletin egemen olduğu düzenlerde, kulla kulluk son bulacaktır. Esaretin zinciri kırılacaktır. İnsanlar, gerçekten mümkün olan özgürlüklerine kavuşacaklardır. Kaynaklarını kendileri için kullanacaklardır. Toprakları, gizli ve açık işgalden kurtulacak ve bağımsızlaşacaktır. Böylece, Firavunların, Karunların, Belamların çekicilikleri kalmayacak, insanlar üzerinde ki tasallutları kalkacaktır. Ama bütün bunların olması için, insanın uyanması ve dirilmesi gerekir. Bilinç temelli bir cesareti kuşanması gerekir. Adalet ve ahlak olguları temelinde birleşmesi gerekir. Vatanları, kimlikleri ve dinleri üzerinde durarak, ahlak ve adalet kavgasını vermeleri icap eder. Akıl ve kalp, burada çok büyük öneme sahiptir. Zira biri düşüncenin, biri de duygunun merkezidir. Düşünmeyenin ve hissetmeyenin de devrimci olması imkânsızdır. Düşünmek ve hissetmek, çıkara dayalı bütün kurulu düzenlerin ve sömürü düzenlerinin ecelidir. Ama vahiy temelinde düşünmek ve hissetmek mutlak koşuldur, farklı temellerde düşünmek ve hissetmek bizleri asla kurtarmayacaktır. Vahiy temelinde gerçekleşmeyecek hiçbir devrim, bu millete, huzur, mutluluk, özgürlük, bağımsızlık, başarı, umut vaat etmez asla. Bu yüzden, vahiyden kopuk devrim peşinde olanların ardına asla düşmeyiniz. Onların sizleri götürecekleri nihai yer, alevli ateşlerle dolu cehennem çukurudur,

 

İnsanlar, uykudadır ve aldanış içindedir. Binaenaleyh, hüsrandadır. İnsanları, uyandıracak, diriltecek, harekete geçirecek yegâne şey; vahiy bilincidir, vahiy temelli milli siyaset yöntemidir. Vahiy, insanı özgürleştirecek biricik kaynaktır. İnsanlar, vahiyden koptukları için, kokmuşlardır ve içinde bulundukları hale mahkûm olmuşlardır. Bütün insani özelliklerini, ayrıcalıklarını kaybetmişlerdir. Dünya da çarpışan iki kuvvet vardır ve çarpışma alanı insan denilen coğrafyadır. Bunlar; vahiy ve vahye düşman olan harici kuvvetlerdir, düşüncelerdir. İnsan safını seçmelidir. Eğer, insanca yaşamak istiyorsa, fıtratına mütenasip var oluşunu gerçekleştirmek istiyorsa, varlık evini korumak istiyorsa vahyin safında yerini almalıdır. Hiç kimse, kimsenin önüne hazırlanmış yemek getirip koymaz. Şayet koyuyorsa, ondan şüphe etmek gerekir.

 

İnsan, bir partinin kavgacısı değil, ahlakın ve adaletin kavgacısı olmak zorundadır. Parti için kavga vermek, bizim, ne insani, ne milli, ne de İslami vazifelerimiz arasında değildir ve olamazda. İnsanın, yegâne, mukaddes, insani, milli ve İslami vazifesi vardır: Ahlak ve Adalet için; hesapsızca, umarsızca, pervasızca, akıllıca ve yüreklice kavga vermektir. Gayrısı boş işlerdir. Adil ve ahlaklı olmayanların cehenneme kadar yolları vardır. Ben, en mukaddes varlığımı, ahlaksız ve adaletsiz alçaklar uğruna harcayamam. Birileri ahlaksız ve adaletsiz iseler; ister vatan desinler, ister özgürlük desinler, isterse tevhid desinler benim indimde zerre miskal kıymetleri ve itibarları yoktur ve olamazda. 

 

İnsanlar istiyorlar ki; benim için söyle, herkes için söyleme. Bu gerçekten vicdan yaralayıcı ve akılları dondurucu bir şeydir. Ahlaksızca bir arzudur. Allah için söylemek varken, bütün insanların iyiliği için söylemek varken, niçin münhasıran birilerini memnun etmek adına söyleyeyim? Niçin birilerinin çıkarı uğruna gerçekleri gizleyeyim ve bütün insanlığın çıkarını bir iki soysuzun çıkarına feda edeyim? Ben köpek miyim ki? Bu insanlıktan çıkmaktır! Bu dünya da bir nevi yalnızım. Hiçbir kimsenin, gurubun adamı olmadım ve Allah’ın verdiği büyük ve emsalsiz bir nimet olan aklım işlediği müddetçe de olmayacağım. Ben, milletimin, ülkemin ve dinimin (yüce ve emsalsiz değerlerimin) adamıyım ve Allah’ın kuluyum. Bu böyledir, başka bir seçenek kabil-i mümkün değildir.

 

Son tahlilde; Müslüman Türk Milleti, Vahiy temelli, millet tabanlı milli siyasette ittifak etmelidir ve görkemli bir milli devrim yapmalıdır. Ahlak ve adalet temeline oturtulmuş kutsal düzenini inşa etmelidir. Bilakis, tarih yapmış, tarihe ve insanlığa yön vermiş bir millet, şeytaniyetin kıskacında boğulacak ve yok olup gidecektir. Kendi topraklarında, kendi kimliğini taşıyamadan ve kendi dinini yaşayamadan varlık sahnesinden çekilecektir.

 

Allah, Önder, vahiy, vatan, milli siyaset ve milli düzen, ahlak ve adalet

Tarih: 05.03.2012 Okunma: 704

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

Osman GENÇ

28.12.2011 - 17:10

Bu kısa süede epey yol almışız. Bu zamana kadar dış politikamızda hiç bir şey olmazken bundan böyle en azından astrolog lar gelecek yıllarda dış politikamıza yön vermeye bailadılar... Beninde en çok sevdiğim iki kelime( sıfır sorun) diş politikada sıfır sorun deyişleriydi...Güzelde işe yaramış....Allah çok şükür gelecek yıllara bundan böyle geleçek kaygısı duymadan gireceğiz!!... Ne demiş Erzurumlu İbrahim HAKKI.. Hak şerleri hayreyler,..............bende inşallah diye dua ediyorum...............saygıyla

Osman GENÇ

28.12.2011 - 17:10

Bu kısa süede epey yol almışız. Bu zamana kadar dış politikamızda hiç bir şey olmazken bundan böyle en azından astrolog lar gelecek yıllarda dış politikamıza yön vermeye bailadılar... Beninde en çok sevdiğim iki kelime( sıfır sorun) diş politikada sıfır sorun deyişleriydi...Güzelde işe yaramış....Allah çok şükür gelecek yıllara bundan böyle geleçek kaygısı duymadan gireceğiz!!... Ne demiş Erzurumlu İbrahim HAKKI.. Hak şerleri hayreyler,..............bende inşallah diye dua ediyorum...............saygıyla