Kapitalizm, dehşetli bir sömürüyü tevlit eder. Milli kaynaklar alçakça yağmalanır ve kâr, münhasıran kodamanlar arasında taksim edilir. Her kurum, her cemaat, her parti kahir ekseriyetle kodamanlar lehine çalışır. İslam temelli milli siyasetten kaçmak, gerçeği gizlemek ve gerçek adına mücadele etmemekte, bir nevi, kodamanlar lehine çalışmaktır. Kodamanlar, her türlü zevki namussuzca ve köpekçe yaşarlarken, büyük bir kitle bakınmakla iktifa eder. Böylece sınıfsal ayrım algısı ortaya çıkar. Toplum katmanları arasında uçurumlar meydana gelir. Adaletsizlik had safhaya ulaşır. Ayrım keskinleşir. Bu ayrım, toplum yaşamının her yönünde bariz şekilde kendini gösterir. Yoksullar daha da yoksullaşırlar ve ezilirler. İşçiler, patronlar karşısında ezilen taraflar olurlar. Bu durum da; yoksulları ve işçileri savunacak bir ideoloji lazım olur. İşte bu ideoloji komünizm olur (!). Böylece kodamanlar kapitalizm tarafında görünürken, yoksullar ve işçiler komünizm saflarında yer alırlar. İkisi arsında ki tezat hiç bitmez, böylece kavga da bitmez. Yoksullar ve işçiler, zoraki olarak, kendilerini savunduğu varsayımıyla komünizmin saflarında yer alırlar. Tabi bu tespit, genel için söylenemez ama muayyen bir azınlık böyle davranır. Haddizatında, bu iki düşman (sözde düşman, özde dost) arasında ki kavga bitmez değil, bitirilmez! Zira kavganın bitmesi demek, devasa rantların da kesilmesi demektir. Ve elde edilen devasa kar, ikisi arasında paylaşılır. Bu paylaşım, arkada ki büyük güçler arasında olur. Halk, bu paylaşımı görmez ve hissetmez. Bazen uzlaşma olarak gösterilir bunlar arasında ki ilişki ve olması gerektiği söylenir kitlelere. Zira güya zoraki bir uzlaşıdır bu! Lenin, bu uzlaşıyı, düşmanla kâr adına uzlaşmak olmadığı için tolere edilebilir bir şey olarak ifade eder ve belli mantıksal kurgularla da olayı temellendirmeye çalışır. Ama derinlerdedir bu uzlaşının nedeni, öyle basit ve yüzeysel bir uzlaşı değildir. Bunu fark etmek için ince bakmak icap eder. Bahusus bizim ülkemizde, işçilerin ve yoksulların, komünizmin ocağına düşmelerinin yegâne nedeni; İslam’ın ve milli siyasetin, muhafazakârların ve modernistlerin inisiyatifine terk edilmesidir. Yani bozulmasıdır. Dinin yaşanılmaması, yaşanılanların din olarak dayatılmasıdır. İslam’ın, yegâne ve mutlak alternatif olma durumunun gözlerden kaçırılmasıdır. Zira bir milletin kaynaklarının yağmalanmaması adına direnecek tek taraf vardır; bunlar, İslam temelli Milli Siyasete gönül vermiş olanlardır. Bunlar görevlerini namusluca yapmadıkları içindir ki, meydan başkalarına kalmaktadır. Tabi, ezilen ve sömürülen kitlelere biz sahip çıkmayınca da, elbet bir sahip çıkan (!) bulunmaktadır. Aptallık ve ahmaklık başa beladır!
Komünizmde, insanlar, yığın olarak tavsif edilirler ve yığınların düzeyine inilmemesi gerektiği, onların aydınlatılması ve eğitilmesi gerektiği söylenir. Bahusus Lenin, bu ifadeyi çok sık kullanır. Ama tıpkı uzlaşma olayında olduğu gibi, bunu da kendince mantıksal temellere oturtmuştur. Ama buna kimse kılıf bulamaz, ta ki bu kişi Lenin bile olsa. Çünkü millet, komünistlerin indinde hala yığındır. Kafası basmayan, gerici, eğitilmeye ihtiyacı olan bir unsurdur. Yığınlar, toplumun en geri kalmış katlarıdır. Onlar komünizm içinde ki, ilerici güçlerce eğitilmelidir. Bu yüzden komünizm, yığınları mutlak kontrol altına alan bir ideolojidir. Onlara bireysel yaşama alanı bırakmaz. Onların iradeleri biteviye zorlanmalıdır ve komünizme yönelik bir alışkanlık kazandırılmalıdır. Zira yığınları başıboş bırakırsanız, gerici güçlerin eline düşeceklerdir. Komünizm, mutlak ve acımasız bir diktatörlüktür. Ahlaktan ve adaletten arî bir diktatörlüktür. Komünizmde üç çeşit diktatörlük vardır ve bunların her birinin diktatörlüğü farklı konumdadır. Proletarya diktatörlüğü vardır, parti diktatörlüğü vardır, lider diktatörlüğü vardır. Proletaryanın diktatörlüğü ile liderlerin diktatörlüğü yan yana bile gelemez. Mutlak itaat ve sürekli savaş, komünizmin özüdür. Yığınlar sürekli, en ön safta, gerici güçlere karşı savaşımda kullanılırlar. Bu savaşımda, vicdan ve vicdandan fışkıran yüce duygular asla yer alamaz. Çünkü bu tür duygulanımlar, savaşımı engelleyici faktörlerdir ve gericilik alametidir.
Komünizm, niçin proletarya diktatörlüğü der ve yığınları cezp etmeye çalışır. Böylece, yığınları savaşa ve eyleme sürükleyebileceğine inanır. Onlar, kendilerinin mutlak hâkim olacakları düşüncesiyle, susamışçasına kana koşarlar. Komünizm, proletaryayı yüceltirken ve onu, halkların efendisi kılacağını söylerken, aslında onların katliamları gönüllü olarak yapmalarını istemektedir. Siz, bilmeyen bir kitleyi nasıl felakete sürüklersiniz? Her şey sizsiniz ve her şey sizin olacak diyerek. İşte komünizm de bunu yapmaktadır. Ama gerçekte, yığın diye zımnen küçümsediği kitleyi aldatmaktadır. Aslında burada komünizmin mahiyeti de deşifre olmaktadır. Komünizm, milleti; bilgisiz, vicdansız yığınların eline teslim etmektedir. Böylece ülkeleri kızıl nehirlere döndürebileceğini ve mutlak zulümle toplumları dönüştürebileceğini düşünür. Peki, şimdi söyler misiniz, adalet bunun neresindedir? Milletin, kapitalizmin ve güya gerici güç dedikleri dinin elinden kurtarılması ve yüceltilmesi bu mudur? Kimse kusura kalmasın, komünizm, insanların aşağılanmasıdır. Hatta insanlar arasında ki, mesleki farklılığın bile ortadan kaldırılmasını istemektedir. Bu bile, yalnız başına, komünizmin, insan fıtratına mutlak olarak muhalif ve mugayir olduğunu göstermeye yeter de artar bile. Ama Müslümanlar; dinden uzaklaştığı, ahlaksızlığın ve adaletsizliğin girdaplarında kaybolduğu için, meydan komünizme kalmaktadır.
İslam ile Komünizm ve kapitalizm hatta faşizm (bunların üçü de aynı annenin çocuklarıdırlar), birbirilerine mutlak olarak zıttırlar. Üstelik hayatın tek bir yönünde değil, bütün yönlerinde zıttırlar. Bir defa, İslam, insanı yüceltir. İnsan için vardır. İnsanları yığınlar olarak görmez. Ayrıca âlimi ve cahili de asla bir tutmaz ve toplumu cahilin eline emanet etmez. Ama cahil diye de insanları küçümsemez, ayrı tutmaz. İnsanları eğitir ama onların zulümle ve zorla eğitilmelerini istemez. İnsanları, bir kitleye karşı eğitmez. İnsanları, kan dökmeleri için eğitmez. İnsanlarda ki, farklılığı asla yok etmeye çalışmaz. İslam, sınıf ayrımı yaratmaz. İslam da iyi ve kötü vardır. İnsanlara da, iyilik yapmalarını öğütler. Dine düşman olan, kim olursa olsun, ister zengin, ister fakir, fark etmez aynı saflardadırlar. İyilik yapmayan kişinin Müslümanlığı muteber değildir. İman etmek ve iyilik yapmak, bir yerde İslam’ın temel taşları gibidir. Çünkü iman eden ve iyilik yapan bir insan, bir toplum gerçekten İslam’ı idrak etmiştir. İyilik yapmayanın; namazı, orucu vb. pek fazla ehemmiyet arz etmez. Zira bunlar zaten iyiliğin araçlarıdırlar. Eğer insanları iyiliğe sevk etmiyorlarsa anlamsız kalmaya mahkûmdurlar.