Güneş doğar ve batar. İnsanlar doğar ve ölür. Hayat, kolaylıklarıyla,
zorluklarıyla, acı ve tatlı yönleriyle bir bütündür. Doğa bize döşek, gök
yorgandır. Bitkiler ve hayvanlar, işlerimizi görmek ve yaşamamız içindir.
Kırlarda çiçekler açar, gökte kuşlar uçar, çimenlerde böcekler dolaşır,
ahırlarda kuzular meleşir, su da balıklar yüzer. Bizler, acılarımızı
yüreklerimize gömer, sevinçlerimizle hayata tutunuruz. Koca bir dünya da
yaşıyoruz. Kendi ülkemizde varlığımızı idame ettiriyoruz. Milletimiz var, devletimiz
var. Bir dine göre yaşıyoruz. Kimsenin toprağında gözümüz yok ve olmazda. Bir
zamanlar yedi düvele hükmederken, kala kala elimizde ki topraklar kalmış bize.
Milletler var ve her milletin bir toprağı var, bizim de bir toprağımız var. Bu
topraklar bizim evimiz. Ovalarıyla, dağlarıyla, ırmaklarıyla ve bütün
güzellikleriyle bizim toprağımız, evimiz. İnsanlar evlerini korurlar. Çünkü
ancak orada, olması gereken özgürlüklerini yaşarlar. Bütün güzellikleri
evlerinde tadarlar ve yaşarlar. Bu yüzden, bizlerde topraklarımızı koruruz ve
korumalıyız. Kimsenin göz dikmesini istemeyiz. Göz dikene, dikleniriz. İhanete
yeltenen parçalarımız olursa şayet, onlar için, topraklarımızın bütünlüğünden
vazgeçmeyiz. Bilakis, ihanet, en yakınımızdan gelse dahi, gereken cevabı, gerektiği
şekilde veririz. Soydaşlarımızı da, dindaşlarımızı da, bütün bileşenleriyle
milletimizi de severiz ve sayarız. Darda, sıkıntı da kalmalarını istemeyiz.
Soydaş ve dindaşlarımızın, bize karşı, düşmanlarla ittifak etmelerini de
istemeyiz. Zor anlarda yanlarında olmak isteriz. Dertlerini derdimiz biliriz.
Bir gün, bütün soydaşlarımızla ve dindaşlarımızla büyük bir birlik
kurabileceğimiz umudunu hep taşırız. Düştüğümüz yerden kalkmak, indiğimiz yere
çıkmak isteriz. Adaletsiz dünyaya adalet, savaşlarda kaybolan insanlığa barış,
kinle dolu yüreklere sevgi ekmek isteriz. Milyonlarca bedenin tek yürek
olmasını arzularız. Küçük detaylarda boğulmak istemeyiz. Kardeşiz ve kardeş
kalmak, kardeşçe yaşamak isteriz. Paylaşamadığımız bir şey yok.
Paylaşamayacağımız bir şeyde yok. Yeter ki kendimizi, haddimizi ve sınırımızı
bilelim.
Dünya öyle çetin bir yer ki, yaşamak çok zor. Yoksulluklar var,
zenginlikler var. Korkaklar ve kahramanlar var. Acılar, sevinçler var.
Mazlumlar ve zalimler var. Var işte, var. İstemesekte var. Dünya bu kader
üzerine var olmuş. Bu bilinçle yaşamalıyız, bu realiteyi göz ardı edemeyiz.
Ülkeler, milletler, sınırlar, zalimler, acılar, sevinçler, mazlumlar, dinler,
devletler dünyanın birer realitesidir. Bizi kısıtlasa da, bizim sonsuzluğumuzu
kesintiye uğratsa da birer gerçek bunlar. Bu gerçekleri görmezlikten gelerek,
bu gerçeklerle inatlaşarak yaşayamayız. Bu yüzden, bütün insanlar kardeştirler
ve kardeş olmalıdırlar gibi bir düşünceyle milletimize yan çizemeyiz ya da
millet gerçeğini yok edemeyiz. Sınırsız bir dünya kurma hayaliyle, sınırları
kaldırmak kavgasına girişemeyiz ve ülkemize yan çizemeyiz, sınır gerçeğini de
yok edemeyiz. Aynı şekilde, devletsizlik düşüncesiyle, devletimize yan
çizemeyiz ve devlet gerçeğini yok edemeyiz. Ancak; kardeşliği tahkim etmek ama
milletimizi de ahlaken yükseltmek ve varlığını bilmek, tanımak; ülkemizi
korumak ama kardeşlerimizle de kucaklaşmamızı sağlayacak hale getirmek,
sınırları bilmek ama sertleştirmemek; devletimizi de bilmek, tanımak ama ahlak
ve adalet devleti olması için mücadele vermek en doğru olandır. İdealleri, reel
olana göre tayin edemeyiz ama mutlak realiteyi dikkate alarak mümkün idealler
belirleyebiliriz. Bizlere olmadık ve olmayacak idealler dayatanlar, bizim için
iyi olanı düşündüklerinden değildir. Bilakis, varlığımıza göz dikenlerdir.
Dinden giripte, bizleri ihanete sürüklemek isteyenlere kanmamalıyız. Fitne ve
fesat peşinde koşanları bilmeliyiz ve onlara karşı tavizsiz olmalıyız. Din,
fitnecilere karşı merhametli ol demez. Bilakis, fitne katilden beterdir der ve
bu ne demektir biliriz. Ya da din, sınırları kaldırın demez, bütün insanlık
kardeştir demez. Devletin tahrip edilmesini istemez. Yabancılarla bir olupta,
toprakların işgaline zemin hazırlayanlara yol ver demez. Din, iman ister, iyilik
ister, ahlak ve adalet ister.
Paylaşamadığımız bir şey olmamalıdır. Gönüllerimiz sevgiyle
dolmalıdır. Ayaklarımız yolunu bulmalıdır. Şu koca dünya da kine, nefrete yer
olmaması lazım aslında ama oluyor. Keşke nefislerimize gem vurabilsek.
Hırslarımızı kontrol edebilsek. Reel temellerde birleşip kardeşçe yaşayabilsek.
Varlığın, reel alametleri olan ve geneli kuşatan maddi-manevi köklere ihanet
etmesek. Birbirimizin ayağına kurşun sıkmaya çalışmasak. Birbirimize ihanet
etmesek, iftira atmasak. Ülkemize, milletimize ve devletimize muhalefet edip,
düşmanlara fırsat vermesek. Gerçeklere ihanet etmesek. Hakikati tahrif ve
tahrip etmesek. Birleşsek ve tek yürek olsak. Gönül gerçekten istiyor bunları.
Ama dünya geçit vermiyor. Nefislerimiz, hırslarımız giriyor araya. Keşke
hırslarımıza, nefislerimize uymasak. İnsanca yaşasak. İnsanlık temelinde,
insanlık için kavga versek. Fırkalara ayrılmasak. Hakikati parçalayıp,
parçalanmış hakikatlerle parçalanmasak. Kuru ve boş hayallere kapılıpta,
olmazsa olmaz temellere karşı direnç göstermesek ve düşmanların oyununa
gelmesek. Dinimizi bilsek, anlasak ve dinimiz temelinde bir toplum oluştursak.
Kimliğimizin bilincinde olsak. Tarihimize ve ecdadımıza layık olabilsek. Mutlak
hakikat temelinde bir bütün olsak. Sevsek, hep sevsek, insanı ve insanlığı.
Gönlümüz ummanlar gibi coşsa. Bütün kirlerimizden arınsak ve tertemiz bir
toplum olsak, tertemiz bir ülke ve dünya kursak keşke.
İnsanları seviyorum. Gerçeği seviyorum. Ülkemi seviyorum. Milletimi
seviyorum. Devletimi seviyorum. Dinimi seviyorum. Maddi-manevi bütün
değerlerimi seviyorum. Ahlak ve adalet için dövüşenlere aşığım. Milletimin,
böyle yüce ülküler uğruna kavga veren bir millet olmasını istiyorum. Ülkemin,
huzur ve barış yurdu olmasını diliyorum. Devletimin, ahlak ve adalet devleti
olmasını arzuluyorum. Dileğim budur, kavgam da bu yönlüdür. Bu yüzden, yüce
ülküler uğruna kavga verenleri seviyorum, alkışlıyorum, gönlüm onlarla
birlikte. Bu dünyanın kendileri için yaratıldığını varsayan ve insanların
yaşamlarını kirleten, sevinçlerini acılaştıran, evlatlarını zehirleyen,
emeklerini çalan kodaman pisliklerden ve o pisliklerin kuklalarından
iğreniyorum. Varlığını, makamını, gücünü o pislikler adına kullanan sefillerden
tiksiniyorum. Dili, dini, kimliği, fikri ne olursa olsun, bu pislikleri boğmak
istiyorum. Bu pisliklere karşı savaşanlara yürekten aşığım. Bu adilerin, kirli
ve kanlı servetlerinden pay almak adına vazifesini satan memurlardan da
iğreniyorum, bu haysiyet ve kişilik yoksunu müptezelleri de boğmak istiyorum. Vazifesini,
rüşvete, makama satmayan memurlara aşığım. Keşke herkes, büyük insanlık adına,
adalet ve ahlakın şaşmaz ilkelerinde birleşse. Herkes vazifesini insanca yapsa.
Hakimler yargılarını vicdanlarına göre verse. Askerler vicdanları temelinde
savaşsa. Polisler, kirli çarkların kurbanı olmasalar. Politikacılar rezillik
yapmasalar ve ahlaklı, adaletli olsalar. Adam kayırmasalar, namuslu memurların
yanında olsalar. Rüşvet vs. bütün kirli, kanlı çarkları paramparça etmek için
dövüşseler. Eğitimciler, bilim insanları
şerefli ve haysiyetli olsalar. Kendi nefislerine kurban etmeseler hakikatleri
ve gerçekleri çıkarlar uğruna gizlemeseler. Alimler dalkavukluk etmeseler.
İlimlerini, insanların ruhlarını esir almak adına kullanmasalar utanmazcasına.
Dini, kodamanlar adına tahrif ve tahrip etmeseler sefilce. Büyük insanlığın, bu
kategorileri, işlerini ve vazifelerini insanca yapsalar, kötüler ve kötülükler
egemen olabilir miydi? Ama büyük insanlığın, bu kategorileri, vazifelerini
insanca değil, ahlaksızca yapıyorlar. Vazifesini namusluca yapacak olanları
yükseltmiyorlar ve onlara yol vermiyorlar.
Aynı toprağın, aynı milletin birer fertleri olarak; aynı yolda
buluşmalıyız. Gönüllerimiz birlikte coşmalıdır. Aynı hedefe koşmalıyız.
Yarınlarda hep beraber buluşmalıyız. Ellerimizi ve gönüllerimizi kirletmeden
yaşamlıyız. Çalışmaya inanmalıyız. Bu toprakları, barışın, kardeşliğin, ahlakın
ve adaletin yurdu yapmalıyız. Bu milleti layık olduğu yere taşımalıyız. Mümkün
ve yüce idealler için, birlikte savaşmalıyız. Birbirimizden nefret etmemeliyiz.
Kusurlarımızı hoş görmesini bilmeliyiz. Fitne ve ihanet olmadıkça, birbirimizi
anlayabilmeli, affedebilmeliyiz. Dini iyi anlamalıyız ve dinin özünü almalıyız.
Dinin, dışarıdan zerk edilen bir şey olmadığını bilmeliyiz. Dinin, bizim
içimizde olan fıtri bir gerçeklik olduğunu fark etmeliyiz. İçimizde ki hissin,
dinin en kuvvetli hücceti olduğunu idrak etmeliyiz. Adaletin, özgürlüğün,
kardeşliğin, ahlakın, bağımsızlığın kökeninin aslında his denilen şeyde gizli
olduğunu bilmeli, anlamalı, fark ve idrak etmeliyiz. His, haddizatında, vicdan
dediğimiz şeydir. Adalet, insana dışarıdan dayatılmaz. Adalet, içimizde ya
vardır ya yoktur. Mutlak imandan mahrumsak, vicdandan da mahrumuz demektir,
vicdandan mahrumsak histen de mahrumuzdur ve histen mahrumsak adaletten vb.
yüce kategorilerin icrasından da mahrumuz demektir.
Artık asırlık talihimizi değiştirmeliyiz. Makus talihimizi yenmeliyiz.
Mutlak yoksulluk kaderimiz olmamalı. Düşman karşısında diz çökmek bize göre
olmamalı. Paramparça olup, düşmanlara yem olmak ve zillet için yaşamak bizim
kaderimiz olmamalıdır. Mutlak yoksullukla savaş, bizim savaşımız olmalıdır. Bu
savaşı, layık olmayanlara bırakmak ihanettir. Kimliğimize ihanettir, dinimize
ihanettir. Mutlak yoksulluğu yaratan değil, yok edenler olmalıyız. Mutlak
yoksullar var edip nasıl besleyeceğimizi değil, mutlak yoksulluğu nasıl yok
edeceğimizi düşünmeliyiz. Evet, yoksulluk olabilir ama mutlak yoksulluk
olmamalıdır. Tıpkı mülkiyetin olabilip ama mutlak mülkiyetin olamayacağı gibi.
Eğer insan olabilirsek, Müslüman olabilirsek ve insanca, Müslümanca
vazifelerimizi ifa edebilirsek, bütün olumsuzlukları yok edebiliriz. Söyleyin!
Politikacılar şerefli ve namuslu olsalar, askerler yürekli olsalar, polisler
halka sadakatli olsalar, alimler haysiyetli olsalar, hakimler namusluca karar
verseler, bilim adamları şerefli olsalar ve tek yürek olsalar halk ve hak
uğrunda, hiçbirisi çıkarlarını gerçeklere tercih etmese, milli kaderimizi
değiştiremez miyiz? Bal gibi de
değiştiririz ama önce bu görevlerle vazifeli olanlar insan olmaları ve
ahlak-adalet temelinde hareket etmeleri gerekir. Vazifelerini insanca değilde, gayr-i
insani yapanlara yazıklar olsun.
Artık halk ve hak uğruna, geneli kapsayan değerler temelinde, ahlak ve
adalet üzerinde yaşayan ve yaşayacak olan bir millet ve milli düzen oluşturmak
için hareket etmeliyiz. Bu yüce ülkü uğruna ayrılıklara son vermeliyiz. Makus
talihi hep birlikte yenmeliyiz. Kardeşiz ve kardeşlik hukuku temelinde hareket
etmeliyiz. Ülkemizi korumalı, devletimizi güçlü kılmalı, milletimizi
yükseltmeli, dinimizi yaşanılır kılmalıyız. Kodaman ahlaksızlara hadlerini
bildirmeliyiz ve çaldıklarını geri almalıyız. Kaynaklarımızı
millileştirmeliyiz. Vazifesini iyi yapmayan ve kendini satıp, milletin hakkını
gasp ettiren ahlaksızlara iyi bir ders vermeliyiz. Onlara karşı sessiz ve
tepkisiz kalmamalıyız, bilakis olması gereken şekilde tepkimizi koymalıyız. Ama
tepkimizi koyarken de, varlığımıza düşman odakların kumpasına gelmemeliyiz ve
temel değerlerimize halel getirmemeliyiz. Ölçülü ve dengeli olmalıyız. Bilinçli
hareket etmeliyiz. Birlik olursak bunu yapabiliriz ama parçalı olursak daha çok
sürünürüz. Ülkemizin, milletimizin, soydaş ve dindaşlarımızın varlığı ve büyük
birliği için çalışmalıyız. Ülkemizi koruyacak kahramanlar yetiştirmeliyiz. Ve
bilmeliyiz ki; ülkeleri korumak bilgelik işi değildir. Yani, bilgelik
taslayarak ve evrenselcilik oyunu oynayarak ülke korunmaz. Ülkeleri, sıradan
gördüğümüz kahramanlar korurlar. Çünkü ülkeleri savunmak ne kadar da bilgelik
gerektirse de, temelinde cesaret işidir. Bu yüzden Erasmus denilen adam,
bilgelerin, filozofların ülkeleri felakete sürüklediğini, savaşları
sıradanlıkla tavsif edilen kahramanların kazandığını söyler. Binaenaleyh,
bilmeliyiz ki, bilgelere ihtiyacımız olduğu kadar kahramanlara da ihtiyacımız
vardır. Savaşlara çılgınca gidecek kahramanlara. Vatan için, din için, millet
için, devlet için göğsünü siper edecek kahramanlara. Zira bilgeliğin içinde
birazda korku gizlidir, aşırı ve yersiz hassasiyet gizlidir.
Ülkemizde, maddi ve manevi değerlere tutunarak var olanlar, muhtelif
kollara ayrılmışlardır. Kimisi İslamcı olarak kimisi Ülkücü olarak anılır.
Zaten sağ siyasette en belirgin fraksiyonlar bunlardır. Ben maddi değerlere
uzak İslamcılardan da, manevi değerlere uzak Ülkücülerden de hazzetmiyorum.
Çünkü hem insanlar, hem milletler, hem de devletler maddiyat ve maneviyat
temeli üzerinde dururlar. Maddi olgular olmadan da, manevi olgular olmadan da
olmaz. İnsan bile iki yönlü, iki kanatlıdır. Tek kanatlı kuş uçabilir mi? Sadece
maddi insan tam olabilir mi? Sadece manevi insan tam olabilir mi? Tam olmak
için iki yönlü, iki kanatlı olmak şarttır. Tıpkı ruh ve beden gibi. İnsan,
vatanını korumak için, ruhundan güç alarak bedenini ortaya koyar. Yani
maneviyatından beslenir ve maddesini ortaya koyar. Bedenini, yüce ülküler
uğruna feda edebilmesi için, maneviyatı destek olur. Böylece hedefini gerçek
kılar. İki yönü en güzel şekilde taşıyan, en güzel şekilde yaşar ve gönülleri
fetheder. Bu ülkeye de kimliğini bilen ve kimliğine layık olabilen ama aynı
zamanda dinini de layığı ile taşıyan ve Allah’ın hükümlerine mutlak tabi olan
ve o hükümlere göre yaşayan Ülkücülerden fayda gelebilir. Aynı şekilde, dininin özüne sahip çıkan ama
kimliğini de bilen ve layığı ile taşıyabilen İslamcılardan fayda gelebilir.
Kimliğini dinle beslemeyen ve dinini tali mesele olarak algılayan bir Ülkücüden
bu ülkeye ve millete zerre hayır gelmez. Ki zaten öyle biri, Ülkücü olarakta
addedilemez. Aynı şekilde, dini ters anlayarak ve yorumlayarak, vatana ihanete varan
hareketler içine giren, milli varlığı ve bağımsızlığı tehlikeye düşüren,
kaynakları peşkeş çeken İslamcıdan da, cemaatçiden de bu ülkeye ve millete
zerre hayır gelmez, gelemez.
Son tahlilde; kendimizi, haddimizi ve sınırlarımızı
bilmeliyiz. Ülkemizi, milletimizi, dinimizi ve devletimizi sevmeliyiz ama
bunları en ideal düzeye taşımalıyız. İslam temelli bir toplum kurmalıyız.
Ülkemizde ki, kötüleri ve kötülükleri gemlemeliyiz. Her alana Türk-İslam
mührünü vurmalıyız.