İÇİMİZDE Kİ BATI...

Özgür DENİZ - 31.03.2012

Hırsız içeride ise, kapıya kilit vurmanın bir mantığı var mıdır? Kilit çare olur mu? Hırsızı bulup, icabına bakmak ve kilidi, ondan sonra vurmak gerekmez mi? Bizler, hırsızı tespit edip, def etmedikten sonra, evimize güzel eşyalar almamızın bir anlamı olur mu? Öyleyse, bizimde, ilk evvelde, içimize yerleşmiş ve kök salmış olan batıyı-batılı yok etmemiz, söküp atmamız gerekmez mi? Onu söküp atmadıktan sonra, hakikati içimize almanın mantığı olur mu? Ya da hakikati, hakkıyla içimize yerleştirebilir miyiz? Veyahut hakikat, batı-batıl içimize kök salmış olduğu halde barınabilir mi? Dostlarım! Kabul edelim ki, batı-batıl, bizim yüreklerimizi-zihinlerimizi işgal etmiş durumdadır. Bu yüzden de, hakikate, gönlümüz-zihnimiz tam açık değildir. Hakikat apaçık ortada iken, kabul edemeyişimizin nedeni, işte budur. Batıda-batılda inat ediyoruz, çünkü hakikati hakkıyla idrak edemiyoruz ve tanıyamıyoruz. İşin garibi, batıyı-batılı da bilmiyoruz ve bilmediğimiz için de hakikat odur sanıyoruz. Çünkü bütün verileri, batıya-batıla göre alıyoruz. Veri aldığımız kaynaklar, kişiler ve olgular, batı-batıl temelinde biçimlenmiş olanlardır. Öyleyse önce burada bir düzeltmeye gitmeliyiz ve doğru olana yönelmeliyiz. Kaynaklarımızı, kişileri ve olguları iyi seçmeliyiz.

 

Fert olarakta, millet olarakta, devlet olarakta batı-batıl üzerindeyiz. Hücrelerimize kadar sinen batı-batıl, karşılaştığımız hakikati örtüyor, itiyor ve ekarte ediyor. Hakikati, tersinden görmemize ya da yanlış algılamamıza neden oluyor. İnsan da, millette, devlette, kendi seçimleridirler ve seçimlerinden sorumludurlar. Ve her kabul, beynin ve kalbin onayını koşul kılar. Bizler seçimlerimizi yaparken, batıdan-batıldan yana yaptığımız için ve bu seçimlerimizi de beynimize ve kalbimize zoraki olarak onaylattığımız için, bu durumu çok normalmiş gibi algılıyoruz. Böylece, dostluğumuzda, kardeşliğimizde, ilişkilerimizde, yaşamlarımız da batı-batıl temeline oturuyor ve hep yanlışlar üzerinde gelişiyor. Kanunlarımız, milletlerle ilişkilerimiz, bu yüzden yanlış istikamet üzerinde oluyor, yürüyor, işliyor. Hayatımızı, batı-batıl üzerinde sürdürerek, güzel ömrümüzü heba ediyor ve fanileşmesine sebep oluyoruz. Acı çekerek, boğuntu içinde kalarak, streslere mahkûm olarak mahvoluyoruz.

 

Dostlarım! Her şey bu minvalde işlediği için, hayatımızda zuhur eden sıkıntıları da, batı-batıl temelinde gidermeye çalışıyoruz. Fert olarakta, millet ve devlet olarakta böyle yapıyoruz. Bu şekilde yaptıkça da, bir türlü kendi yolumuzu bulamıyoruz. Kurtulacağımız yerde, daha da feci şekilde hastalanıyoruz. Fert bazında çok basit ve net bir misal vereyim; sıkıntılarımızı nasıl gidermeye, sorunlarımızı hangi yoldan çözmeye tevessül ediyoruz? Kişisel gelişim kitapları okuyarak değil mi? Ama batı-batıl ekseninde yazılmış kişisel gelişim kitaplarını okuyarak. Batı-batıl temelinde ki bir kişilik, elbette sorunlarını gidermek içinde batı-batıl minvalinde bir çözüm arayacaktır. Oysa kendi özümüz temelinde bir kişiliğimiz olsaydı, sorunlarımızı da kendi kaynaklarımız temelinde giderme yoluna başvururduk. Misal, bir sorunumuz mu var, hemen bir Ayet okur, bir Hadis okur, üzerinde tefekkür eder ve hemen uygulamaya geçerdik ve mutlak çözüme de kavuştururduk sıkıntılarımızı. Ama bunu yapmıyoruz, çünkü formatımız bozuk. Aynı şeyi, millet olarakta, devlet olarakta yapıyoruz. Diğer milletlerin yaptıklarını yapmaya çalışıyoruz. Diğer devletlerin kanunlarını kendimize uyarlamak için mücadele ediyoruz. Ama ne hikmetse, kirlenmekten ve hasta olmaktan bir türlü kurtulamıyoruz.

 

Öyleyse, ilk evvelde, özümüzü yeniden formatlamalıyız ve yüklemeyi de kendi kaynaklarımıza göre yapmalıyız. Özünü kendi kaynaklarına ve muhkem temellerine göre formatlayanlar, sorunların çözümünü de kendi kaynaklarında arayacaklar ve asla pişman olmayacaklardır. Üstelik dipdiri, zinde, güçlü ve sağlıklı da olacaklardır. Başkalarına değil, kendilerine benzeyeceklerdir. Örnek almayacaklar, örnek olacaklardır. Takipçi değil, lider olacaklardır. Söz dinleyen değil, söz söyleyen olacaklardır. Emir alan değil, en güzel emri veren olacaklardır. Ve böyle bir toplumda, ne kin, ne nefret, ne kavga olmayacaktır inşaallah. Birlik, beraberlik, kardeşlik, paylaşma, yardımlaşma ve dayanışma olacaktır. Nihayet, insanlığa yön verecekler, dünyayı cennetten bir köşe misali güzelleştireceklerdir.

 

Ama beynimizi ve ruhumuzu, sürekli batı-batıl temelinde formatlarsak ve olayları bu eksende algılamaya, anlamaya ve buradan yargılar üretmeye çalışırsak asla iflah olmayız. Bütün güzellikler bizi terk eder ve ne kadar çirkinlik varsa dünyamızı kaplar, işgal eder. Düşünelim lütfen: Beynimiz ve ruhumuz ideolojilerin işgali altındayken, Kur’an-ı Kerim’i ve Hadis-i Şerif’i doğru olarak algılayabilir ve idrak edebilir miyiz? Lütfen elinizi vicdanınıza koyup ve kafanızı iki elinizin arasına alıp öyle tefekkür ediniz. Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyi ve hükmedilmeyi, ancak ruhen ve zihnen özgür ve temiz olanlar idrak edebilirler. Ruhları ve zihinleri çürük düşüncelerle işgal edilmiş olanlar ise bu gerçeği idrakten daima yoksun olacaklar ve olayı hep yanlış bağlamda değerlendirip yanlış çıkarımlara ulaşacaklar, kötü yargılar üretecekler ama kendi kendilerine edeceklerdir. Ve birde, üstüne üstelik, Müslüman olduklarından dem vuracaklardır.

 

Son tahlilde; bizi mahveden içimizde ki, batıdır-batıldır. İçimizde ki, batıyı-batılı atmadıkça, boşaltmadıkça, yok etmedikçe asla iflah olamayız ve de olmayacağız. Karar bizim, seçim bizim, kader bizim. Her zekânın algısı farklıdır ama her zekâyı, ıskat eden büyük ve güçlü yasalarda vardır.

 

 Sözlerimde yanlış varsa şayet, lütfen kanıtlarla çürütünüz!

Tarih: 31.03.2012 Okunma: 646

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?