Hırsız içeride ise, kapıya kilit vurmanın
bir mantığı var mıdır? Kilit çare olur mu? Hırsızı bulup, icabına bakmak ve
kilidi, ondan sonra vurmak gerekmez mi? Bizler, hırsızı tespit edip, def
etmedikten sonra, evimize güzel eşyalar almamızın bir anlamı olur mu? Öyleyse,
bizimde, ilk evvelde, içimize yerleşmiş ve kök salmış olan batıyı-batılı yok
etmemiz, söküp atmamız gerekmez mi? Onu söküp atmadıktan sonra, hakikati
içimize almanın mantığı olur mu? Ya da hakikati, hakkıyla içimize
yerleştirebilir miyiz? Veyahut hakikat, batı-batıl içimize kök salmış olduğu
halde barınabilir mi? Dostlarım! Kabul edelim ki, batı-batıl, bizim
yüreklerimizi-zihinlerimizi işgal etmiş durumdadır. Bu yüzden de, hakikate,
gönlümüz-zihnimiz tam açık değildir. Hakikat apaçık ortada iken, kabul
edemeyişimizin nedeni, işte budur. Batıda-batılda inat ediyoruz, çünkü hakikati
hakkıyla idrak edemiyoruz ve tanıyamıyoruz. İşin garibi, batıyı-batılı da
bilmiyoruz ve bilmediğimiz için de hakikat odur sanıyoruz. Çünkü bütün
verileri, batıya-batıla göre alıyoruz. Veri aldığımız kaynaklar, kişiler ve
olgular, batı-batıl temelinde biçimlenmiş olanlardır. Öyleyse önce burada bir
düzeltmeye gitmeliyiz ve doğru olana yönelmeliyiz. Kaynaklarımızı, kişileri ve
olguları iyi seçmeliyiz.
Fert olarakta, millet olarakta, devlet
olarakta batı-batıl üzerindeyiz. Hücrelerimize kadar sinen batı-batıl,
karşılaştığımız hakikati örtüyor, itiyor ve ekarte ediyor. Hakikati, tersinden
görmemize ya da yanlış algılamamıza neden oluyor. İnsan da, millette, devlette,
kendi seçimleridirler ve seçimlerinden sorumludurlar. Ve her kabul, beynin ve
kalbin onayını koşul kılar. Bizler seçimlerimizi yaparken, batıdan-batıldan
yana yaptığımız için ve bu seçimlerimizi de beynimize ve kalbimize zoraki
olarak onaylattığımız için, bu durumu çok normalmiş gibi algılıyoruz. Böylece,
dostluğumuzda, kardeşliğimizde, ilişkilerimizde, yaşamlarımız da batı-batıl
temeline oturuyor ve hep yanlışlar üzerinde gelişiyor. Kanunlarımız,
milletlerle ilişkilerimiz, bu yüzden yanlış istikamet üzerinde oluyor, yürüyor,
işliyor. Hayatımızı, batı-batıl üzerinde sürdürerek, güzel ömrümüzü heba ediyor
ve fanileşmesine sebep oluyoruz. Acı çekerek, boğuntu içinde kalarak, streslere
mahkûm olarak mahvoluyoruz.
Dostlarım! Her şey bu minvalde işlediği
için, hayatımızda zuhur eden sıkıntıları da, batı-batıl temelinde gidermeye
çalışıyoruz. Fert olarakta, millet ve devlet olarakta böyle yapıyoruz. Bu şekilde
yaptıkça da, bir türlü kendi yolumuzu bulamıyoruz. Kurtulacağımız yerde, daha
da feci şekilde hastalanıyoruz. Fert bazında çok basit ve net bir misal
vereyim; sıkıntılarımızı nasıl gidermeye, sorunlarımızı hangi yoldan çözmeye
tevessül ediyoruz? Kişisel gelişim kitapları okuyarak değil mi? Ama batı-batıl
ekseninde yazılmış kişisel gelişim kitaplarını okuyarak. Batı-batıl temelinde
ki bir kişilik, elbette sorunlarını gidermek içinde batı-batıl minvalinde bir
çözüm arayacaktır. Oysa kendi özümüz temelinde bir kişiliğimiz olsaydı,
sorunlarımızı da kendi kaynaklarımız temelinde giderme yoluna başvururduk. Misal,
bir sorunumuz mu var, hemen bir Ayet okur, bir Hadis okur, üzerinde tefekkür
eder ve hemen uygulamaya geçerdik ve mutlak çözüme de kavuştururduk
sıkıntılarımızı. Ama bunu yapmıyoruz, çünkü formatımız bozuk. Aynı şeyi, millet
olarakta, devlet olarakta yapıyoruz. Diğer milletlerin yaptıklarını yapmaya
çalışıyoruz. Diğer devletlerin kanunlarını kendimize uyarlamak için mücadele
ediyoruz. Ama ne hikmetse, kirlenmekten ve hasta olmaktan bir türlü
kurtulamıyoruz.
Öyleyse, ilk evvelde, özümüzü yeniden
formatlamalıyız ve yüklemeyi de kendi kaynaklarımıza göre yapmalıyız. Özünü kendi
kaynaklarına ve muhkem temellerine göre formatlayanlar, sorunların çözümünü de
kendi kaynaklarında arayacaklar ve asla pişman olmayacaklardır. Üstelik dipdiri,
zinde, güçlü ve sağlıklı da olacaklardır. Başkalarına değil, kendilerine
benzeyeceklerdir. Örnek almayacaklar, örnek olacaklardır. Takipçi değil, lider
olacaklardır. Söz dinleyen değil, söz söyleyen olacaklardır. Emir alan değil,
en güzel emri veren olacaklardır. Ve böyle bir toplumda, ne kin, ne nefret, ne
kavga olmayacaktır inşaallah. Birlik, beraberlik, kardeşlik, paylaşma,
yardımlaşma ve dayanışma olacaktır. Nihayet, insanlığa yön verecekler, dünyayı
cennetten bir köşe misali güzelleştireceklerdir.
Ama beynimizi ve ruhumuzu, sürekli
batı-batıl temelinde formatlarsak ve olayları bu eksende algılamaya, anlamaya
ve buradan yargılar üretmeye çalışırsak asla iflah olmayız. Bütün güzellikler
bizi terk eder ve ne kadar çirkinlik varsa dünyamızı kaplar, işgal eder. Düşünelim
lütfen: Beynimiz ve ruhumuz ideolojilerin işgali altındayken, Kur’an-ı Kerim’i
ve Hadis-i Şerif’i doğru olarak algılayabilir ve idrak edebilir miyiz? Lütfen elinizi
vicdanınıza koyup ve kafanızı iki elinizin arasına alıp öyle tefekkür ediniz. Allah’ın
indirdikleriyle hükmetmeyi ve hükmedilmeyi, ancak ruhen ve zihnen özgür ve
temiz olanlar idrak edebilirler. Ruhları ve zihinleri çürük düşüncelerle işgal
edilmiş olanlar ise bu gerçeği idrakten daima yoksun olacaklar ve olayı hep
yanlış bağlamda değerlendirip yanlış çıkarımlara ulaşacaklar, kötü yargılar
üretecekler ama kendi kendilerine edeceklerdir. Ve birde, üstüne üstelik,
Müslüman olduklarından dem vuracaklardır.
Son
tahlilde; bizi mahveden içimizde ki, batıdır-batıldır. İçimizde ki,
batıyı-batılı atmadıkça, boşaltmadıkça, yok etmedikçe asla iflah olamayız ve de
olmayacağız. Karar bizim, seçim bizim, kader bizim. Her zekânın algısı
farklıdır ama her zekâyı, ıskat eden büyük ve güçlü yasalarda vardır.
Sözlerimde
yanlış varsa şayet, lütfen kanıtlarla çürütünüz!