Bakınız dostlarım! Hiçbir düşünce, kavram
boyutu ile anlaşılamaz. Her düşünce, yaşam boyutuyla anlaşılırlık kesbeder. Ve
yaşam düzeyine indiği zaman, kabul edilip, edilemezliği belli olur. Allah
aşkına söyleyin; birisi, size dese ki; bak dostum, benim beynimde şöyle bir
fikir var, gel kabul et ve mutlu ol. Siz gerçekten, bu fikrin nasıl bir şey
olduğunu ve hayatta nasıl bir yere sahip olduğunu, bu düşünceden sadır olacak
eylemin hangi düzlemde olacağını merak etmeden; tamam, kabul ediyorum diyebilir
misiniz? Yani, fikirleri, insanlara kabul ettiren, hayatta ki yansımalarıdır.
Çünkü insanoğlu soyut düzlemde değil, somut düzlemde yaşamaktadır. Ve kavramlar
soyutturlar ama eylemler, o kavramların somutluk kesbetmesini sağlarlar. Aynı
şekilde, düşünceleri kabul de, yaşam düzeyinde olur; kavram düzeyinde değil.
Nice güzel anlatılan, şaşalı gösterilen kavram vardır ki; hayata yansıması
adeta zehir gibidir. Siz, o kavramlara, anlatıldığı şekliyle inanırsanız
yanılırsınız. Yaşama dönüşmesi nasıl olmaktadır, ona bakacaksınız. İşte gerçek
yüzü odur.
Şimdi, birileri, İslam deyip dursa ama hep
öyle kalsa, siz bundan ne anlarsınız? Eminim, hiçbir şey anlayamazsınız. Kendi
kendine sayıklayıp duruyor dersiniz. Ya da, İslam’ı hiç bilmeyen bir kavme
uğrasanız ve onlara İslam deyip dursanız, onlar bundan ne anlarlar? Hiçbir şey
anlamazlar, size güler geçerler ancak. Ama birisi, işte İslam budur deyip, onu
yaşantısıyla gösterse, hemen ona odaklanırsınız ve merak edersiniz. Ki,
Peygamberimiz (asm) zamanında da böyle olmamış mıdır? İslam değil, İslami
yaşam, kâfirleri korkutmuştur. Ve kâfirler, Peygamberimizi (asm) dinlemeye
birilerini gönderirken, bakın bakalım bizden ne istiyor demişlerdir? Yani ne
yapmamızı istiyor araştırın demişlerdir. Peygamberimiz (asm) İslam deyip
durmamıştır. Putları reddetmiştir ve kâfirler de demişlerdir ki; sen bizim
atalarımızın dinini mi reddediyorsun? Eğer, peygamberimiz (asm) kâfirlere böyle
bir şey demeseydi de, İslam’ı kabul edin deseydi ve yaşamı hiç karıştırmasaydı,
nasıl bir şey olurdu? Şimdi ki kâfirler de aynı şeyi söylemiyorlar mı?
Kavramsal İslam’a sahip çıkıp, bizde Müslümanız demiyorlar mı? Ama kavramın,
yaşama aktarılmasına gelince, hemen, kırmızı görmüş boğaya dönmüyorlar mı?
İşte, kalıp değil, içerik önemlidir. Teorik değil pratik önemlidir. Evet, belki
teorikte önemlidir ama pratiksiz teori ne anlam ifade edebilir ki?
Dostlarım, mantık kuralları ekseninde
gidelim ve şimdi bana söyleyin lütfen; birini taklit eden ne olur? Taklit
ettiğine benzer, onun gibi olur değil mi? Yani bir kavme benzeyen o
kavimdendir. Bir insanı, başka birine benzemeye iten sebepler vardır. Bunların
başında fikir ve fikri akımlar gelir. Birinin fikrini ya da fikirsel kalıbını
benimsediğiniz zaman, zamanla onun yaşantısını da benimsersiniz değil mi? Yani,
bir liberalist düşünceyi kabul ettiğiniz zaman, liberalist yaşamı da kabul
etmiş olursunuz. İslam’ı kabul ettiğiniz zaman, İslami yaşamı da kabul etmiş
olursunuz. Zira her pratik, mutlaka, bir teoriye dayanır. Bilirsiniz ki;
eylemler, düşünceden neşet ederler. Şimdi, dinsizliği kabul eden biri de, illa
ki, dinsiz bir yaşam üzeri olacaktır. Yalan mıdır bu? Mantığa aykırı mıdır?
Dolayısıyla, dinsiz yaşamı benimsediği için, dinsizlere benzeyecektir. Yani,
şeytana tabi olacak ve şeytanın istikameti üzerinde bulunacaktır. Binaenaleyh,
bizden olmayacaktır. Peki, şimdi söyleyin bana, daima İslam üzeri olmuş;
İslamsızlık, hayatında hiç yer bulmamış bir kavmin-milletin çocukları,
İslam’dan başka bir düşünce üzerinde olabilirler mi? İslam temelli bir yaşamdan
başka bir yaşamı kabul edebilirler mi? Karıştırmaya, eğip bükmeye hiç lüzum
yok. Çünkü belirsiz bir durum yok. Mutlak açıklık var. Öyleyse, Alpaslan’ın,
Selahaddin Eyyübi’nin, Şeyh Şamil’in, Kanuni’nin, Abdülhamit’in torunları olan
ve Hz. Muhammed’in (sav) ümmeti olan bizler asla ve asla dinsizlik üzerine
olamayız. Dinsizlik üzerine olduğumuz zaman, kendimiz olmayız, dinsiz
kavimlere-milletlere benzeriz ve onların fikir köleleri oluruz. Nihayetinde ise, onların yaşamlarını, kendine
yaşam edinen zavallılara döneriz. Peki, bir Müslüman Türk-Kürt evladının midesi
bunu kaldırabilir mi? Kaldıramaz kardeşlerim, dostlarım, arkadaşlarım.
Kaldırabilir diyen yalan söyler. O kovulmuş ve lanetlenmiş şeytanın dostudur.
Onlara itibar etmeyiniz.
Ey bu vatanın ve bu milletin evladı! Çok
rahat ve emin ol ki; senin dininden daha güzel bir şey yoktur. Senin törenden
daha güzel bir töre yoktur. Bu yüzden, dinine ve törene düşman olan zehirlerle,
gövdeni zehirleme. Zihnini ve kalbini zehirleme. Bak ve kalbinle, beyninle
dinle canım kardeşim! Bunu, bütün kalbimle ve zihnimle haykırıyorum. Vallahi
de, billahi de, tallahi de yoktur. Dininden ve törenden başka her şey, seni;
senden alıp gidecek ve şeytanın kucağına atacaktır. Allah’a (cc) bile isteye
isyan eden, kovulmuş ve lanetlenmiş şeytandan başkası değildir.
Tarihine-töresine sırt dönende, talihsizlikten başka şey bulamayacaktır. And
olsun, söylediklerim gerçektir, haktır. Ve bütün deneyimlerimden,
tecrübelerimden, okumalarımdan çıkan kati sonuçtur.
EKSTRA
BİR
İnsan her zaman insandı ve hiç değişmedi.
Değişen, ancak zamandı ve zamanla kaybolan imandı. İnsanın değiştiği koca bir
yalandı. İnsanlık, bu yalana aldandı. İnsan doğası itibariyle hep aynıydı.
Doğasında var olan erdemlerden hangi yön üstün geldiyse, insanın yaşam
çizgisini de o belirledi. Ya hak üzerinde bir yaşamı oldu ya da batıl üzerinde
bir yaşamı oldu. İnsan bir bütündü. Şeytani duygularla-düşüncelerle ve insani
duygularla-düşüncelerle bir bütündü. İnsan gövdesi; içinde ki, iyiliğin ve
kötülüğün çarpışma alanıydı. İyilik galebe çalmışsa iyi, kötülük galebe
çalmışsa kötü idi. Bu yüzden, tek bir insanın nezdinde bile olsa, hayat; iyilik
ve kötülüğün mücadelesinin, somutluk kazanmış haliydi. Bizim, insanlık tarihinin,
çok gerilerde kalan safhalarına tanık olmamamız ya da o safhalara dair
bilgilere ulaşamamamız, o safhaların olmadığı anlamına gelmez. Tarihin, Hakkın
ve batılın mücadelesinin tarihi olmadığı anlamına gelmez. Bütün ilim, bunu
ispat eder.