Ahiret olmasaydı, insan olmazdı. Ya da şöyle de diyebiliriz; insan olmasaydı, ahiret olmazdı. Evet, çok iddialı bir söz ama yerinde ve haklı bir söz. Çünkü ahiret insan için vardır ve insanla birlikte anlamlıdır. İnsanın mükellefiyeti, ahiretle anlamlıdır. Ahiret, hayvanlar nezdinde anlamsızdır, ifadesizdir. Çünkü hayvanlar, mükellefiyetten azadedirler. Hayvanlar duygudan ve düşünceden mahrum oldukları ve bu yüzden bilgi temelli bir yaşamdan uzak oldukları için, yaşarlar ve ölürler. Tabi bu arada, yaşamlarında bir sınırlama yoktur. Sadece ahiretle ilgili olan yönlerinde sınırlıdırlar. Yani duygu ve düşünce yönünden sınırlıdırlar. Çünkü hayvandırlar. Sınırlar ve sınırlı olmak, insanlara has bir özelliktir. Zaten ahiret olmadığı zaman, duygunun ve düşüncenin de bir anlamı kalmamaktadır. Duygu ve düşünce yoksa ahirette anlamsızlaşmaktadır. Bu yüzden de, hayvanlar, ahiretle ilgili özelliklerden mahrumdurlar. Zira ahiret; bilgiyi, bilinci ve eylemi koşul kılan bir şeydir.
İnsan; hayatın, zamanın, mekânın, olayların ve değişimin öznesidir. Dolayısıyla sorumlu bir varlıktır. Bu sorumluluğu da kendisi yüklenmiştir. Kendisi istediği için var olmuş ve var olduğu içinde sorumluluk yüklenmiştir. Sorumluluk yüklendiği içinde, sorumlu tutulmakta ve sorumluluklarından hesaba çekilmek bilinciyle yaşamaktadır. Ve her hesabında bir sonucu vardır. İyi ya da kötü, mutlaka bir sonucu vardır. Ve insanlar, bir nevi, sonuca odaklı yaşarlar. Bu, insanların, çıkar ve beklenti amaçlı yaşamaları anlamına gelmez. Bu bir zorunluluk icabıdır. İnsanın doğasında olan bir gerçekliktir. Tıpkı yaşarken olduğu gibi, öldükten sonra da böyle bir umudun olması varlığın özünde vardır. Ve bu durum, insanı, korku ve umut arasında gelgit halinde bırakan durumdur. İnsanı, daima tetikte tutan ve hayatına bir anlam katan hakikattir.
Ahiret olmadığı zaman, insanların var olmaları bile sıkıntıya girer. Çünkü var olmak adına gösterilen bütün çabalar, bir anda beyhudeleşiverir. Zira her çaba bir sonuca matuftur ve sonuçlar insanı motive eder. İnsanda, bir sonuca ulaşmama düşüncesi hâsıl olursa; insan, gayretsizliğe, sıkıntıya ve kayıtsızlığa düçar olur. Bu da, insan için felakettir. Şöyle düşünelim; bir memur, para almayacak olsa, yaptığı işi yapar mı? Bir insan, eşini sevmeyecek olsa evlenir mi? Ya da bir çocuk, başarısının neticesi olacağına inanmasa çalışır mı? Mantık, bu çıkarımları asla olumsuzlayamaz. İnsanın da, bu dünyada, insani erdemleri kuşanmasının ve bu erdemler temelinde insanlık adına mücadele vermesinin, ahiret bazında bir anlamı vardır.
İnsan, ülkesini sever, insanlık için mücadele verir, ahlak ve adalet uğrunda kavga eder, namusu için icabında kan döker. Çalmaz, gasp etmez, cana kıymaz. Bütün bunları, doğasında var olan ve kendisini, bunları yapmaya iten bir duygu sayesinde yapar, ahiret bilinciyle yapar. Haddizatında, ahiret bilinci, insanın doğasına dercedilmiştir. İnsanın, irade dışı utanması, büyük ülküler uğrunda mücadeleye yönelmesi, sırf doğasında olan sonsuzluk ve o sonsuzlukta ki hesap bilincindendir. Zira sonsuzluk ve sonsuzlukta ki hesap bilinci olmasaydı, bütün yapılan ve içinde zorluk barındıran işler yapılamaz olurdu. Çünkü hepsi, bir anda anlamsızlaşıverirdi.
Yani öyle değil mi? Eğer insan ölüp gidecekse ve toprak olup, çürüyüp yok olacaksa, insanca yaşamanın, büyük ülküler peşine düşmenin, insanlık adına dövüşmenin ne anlamı olabilir? Kendisine verilen, duygu ve düşünce nimetinin maksadı ne olabilir? Zira bir sorumluluğu yoksa, bir eylemi olmayacaksa, duygu ve düşüncenin var olma mantığını çözmek muhaldir. Zira ahiret yoksa hayvanlar gibi yaşamak benim işime gelir ve böyle bir yaşamı arzularımda. Niçin durduk yere sıkıntılara katlanayım? Niçin ahmakça acı çekeyim? Dertsiz, tasasız, gamsız yaşar giderim ve yaşadığım müddet içinde yaşamın tadını çıkarırım. Hiçbir kanun, kural, ölçü, ahlak takmam ve tanımam.
Sevgili dostlarım! İnsanın doğasına, yeniden doğma, var olma bilinci dercedilmiştir. Bu yeniden doğmanın, var olmanın gerçekleşeceği yer, ahiret yurdudur. Binaenaleyh, insan, bu bilinçten asla kurtulamaz. Farkında olmasa da, bu bilinç, insanın yakasını bırakmaz. Bu yüzden de sürekli kovmaya-unutmaya çalışır ama başaramaz. Hem yok olup gideceğine inanacaksın, hem hesabı saçma göreceksin, hem de büyük erdemlerle donanıp, büyük ülküler peşinde koşacaksın. Herkes buna güler. Mantıkta, bunu, asla kabul etmez.
Dostlarım, hakikat, suyla beslenen çelik gibidir, onu eğip bükmeye yürek gerek. Eğip bükmeye çalışmakta, olsa olsa zekâya ve vicdana hakarettir. Kendi kendini düşürmektir. Siz, siz olun, hakikate küfretmeye ve tükürmeye yeltenmeyin. Zira kendinize küfretmiş ve kendi suratınıza tükürmüş olursunuz.
’’Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak. Hâlbuki biz sussak, tarih susmayacak. Tarih sussa, hakikat susmayacak.’’ Sezai Karakoç