‘’Allah’ın
yarattıkları hakkında düşününüz. Fakat Allah’ın zatı hakkında düşünmeyiniz.
Gerçekten siz buna hiç güç yetiremezsiniz. Bataklığa saplanır kalırsınız ve
sapıtırsınız.’’ Hz. Muhammed (sav).
İlk evvelde insan kendini bilmelidir.
Gerçekten bilmelidir, teferruata lüzum yok. Kendini bilen de zaten haddini
bilecektir. Zira özünde aciz, zavallı, güçsüz, muhtaç bir varlıktır. Bir
hastalık karşısında bile titreyecek ve hatta elinden bir çare gelmeden ölüme
teslim olacak kadar acizdir, çaresizdir. Bilimsel olarakta insanın acizliği
malumdur. En basitinden, organlarının her şeye güç yetiremediği ortadadır.
Duymadığı sesler, anlamadığı ve çözemediği hakikatler yok değildir. Yok demek,
ahmaklığın dik alasıdır, mutlak cehalettir. İnsanın neyden yaratıldığı mutlak
bilgiyle sabittir ve bilimsel olarakta izhar edilmiştir. Çünkü bilim asla dine
muhalif olamaz. Sadece muhalif kılınabilir metazori olarak. Ve niceleri
tarafından bugüne kadar yapılagelen namussuzlukta bundan başka bir şey
değildir. Zira bilimin kaynağını halkeden Allah, bilime muhalif bir din
göndermez. Bilimin kaynağı doğa değil midir? Doğada ki olgular değil midir?
Yani, bazı münevverlerin bir ayet kabul ettiği işaretler değil midir? Peki,
doğayı ve doğada ki işaretleri-olguları yaratan kimdir? İşte şeylerin zorunlu
nedeni olan ama kendisi zorunlu bir nedene bağlı olmayan ve her şeyin ilk
nedeni olan Allah’tır.
Dindar ya da dinsiz; ikisi de yer mi, uyur
mu, gezer mi, güler mi, ağlar mı, konuşur mu, savaşır mı, sevişir mi, ölür mü?
Hülasa; ikisi de aynı düzlemdedir, ihtiyaçlar ve yaşamın sıradan olarak
algıladığımız ve alıştığımız görüntüleri yönüyle. Sadece, birisi insanlığına
sadık kalarak, birisi de insanlığa isyan edip şeytanın yolunu takip ederek
yaşamaktadır. Bu durum, varoluşun başlangıcından bu yana böyledir. Birisi
şeytani öze tabiiyet-teslimiyet zincirinin halkası olarak varolagelmiştir. Yani
şeytanın yolunu, şeytani özü, takip edegelmiştir. Maddenin üstünlüğünü kabul
etmiştir. Birisi de ilahi öze, tabiiyet-teslimiyet zincirinin halkası olarak
varolagelmiştir. Yani insanın yolunu, ilahi-insani özü, takip edegelmiştir.
Ruhun üstünlüğünü kabul etmiştir. Tabiatıyla, yaşamlar da seçimlere göre
olacaktır ve olmuştur. Gerçek bu mudur? İnkâr etmeye yürek gerek. Hayatın seyir
çizgisi bundan ibarettir. Hiçbir şeyde de bir karmaşıklık yoktur, her şey o
kadar basittir ki! Doğum var, yaşam var ve ölüm var. Ve sonsuzlukta ki, hesap
ve ebedi yurt var. Akledenler için, bu hakikatler o kadar bariz ve kabul
edilebilirdir ki!
Şimdide insanlar, aynı zincirin halkaları
olarak yaşamaya devam etmektedirler. Ve her gelen yeni nesil, öncekilerin
yolunu takip etmektedir. Tabi kalıpsal olarak böyledir bu. Niteliksel olarak,
herkesin aklı ve beyni olduğu için, gerçeği arayarak en doğru yolu bulmaya ve
tabi olmaya çalışmaktadır. Kendi mahiyetini-niteliğini belirlemeye gayret
etmektedir. Maddi durumu, manevi özün şekillendirdiği, belirlediği bir
gerçektir. Bu yüzden öncelik daima iç nizama hasredilmiştir. Zira içini nizama
sokamayan bir insan dışına nizam veremez. İnsan da bulunan göz, akıl ve kalp
gibi şeylerin, insanı ayrıcalıklı kıldığı muhakkaktır. İnsan, doğadaki olayları
gözleriyle müşahede eder, kalbiyle hisseder, ihsas eder ve aklı sayesinde de
üzerinde düşünüp, yorumlamaya gider. Böylece gerçeği; bilir, anlar ve tanır.
Akıl, insana süs eşyası olarak bahşedilmemiştir. Bu aklın bir hikmeti vardır, o
da, hakikati aramak, keşfetmek, bilmek, anlamak ve tanımaktır. Bilakis, insan
akıldan mahrum olsaydı hayvandan farkı kalmazdı. Zaten hayvan, aklı yok diye
hayvan değil midir?
İnsani öze sadık kalanların yaşamları da,
şeytanlaşanların yaşamları da bellidir. İnsanda da akıl ve ruh diye bir şey
vardır. Göz diye bir şey vardır. İnsan hayatı gözlemektedir. Hayvanlarla,
insanların görmesi çok farklıdır. Doğruyu ve yanlışı görmektedir ve hissedip,
sezmektedir. Seçimler genelde, gözlemler sonucu yapılmaktadır.
İnsanoğlu-insankızı, hem doğayı gözlemektedir hem de benzerlerinin yaşamlarını.
Ve buna göre bir tercihte bulunmaktadır. Aklını ve kalbini kullanarak yapar
tercihini, seçimini. Zaten Allah’ın, insana, bir hatırlatma da bulunup ve
akletmiyor musunuz sorusunu sormasının sırrı da burada gizlidir. İnsan, doğanın
ve zamanın-mekânın öznesidir. Maddeye şekil veren, düşünen, doğayı değişmeye
zorlayan bir varlıktır. Akletmek, insana dair muhteşem bir yetidir. İnsan, aklı
sayesinde akleder yani varlık âlemi üzerinde düşünür. Doğruyu ve yanlışı ayrıt
eder. Değişimi, aklı sayesinde gerçekleştirir.
Şimdi, insanın karşısında, insani yolu
takip edenler de, şeytani yolu takip edenler de vardır. Bir insan da, bütün
olan bitenleri, olayları ve aktörlerini gözlemektedir. Seçim yapmada, bu tür
argümanlarda etkilidir. Ki, hatta Allah’ın varlığından-yokluğundan daha etkilidir.
Çünkü sürekli Allah var-yok diye düşünecek ve bunun üzerinde tartışarak yol
bulacak kadar alık değildir insanlar ve olamazlarda. Allah’ın varlığı-yokluğu,
insanların yaşamlarına bir nevi sinmiştir ve kendisini eylemelerde ortaya
çıkarır ve işte insanlarda bu eylemeler üzerinden tetkik ve tahlil yaparlar
genel itibariyle. Şöyle ki; Peygamberler (asm)vardır, karşılarında ise inkâr
edenler vardır; yani firavunlar, nemrutlar, kisralar vardır. Aynı şekilde, bu
yolların takipçileri vardır. Şimdi, bir insan, iki tarafı da görmekte midir?
İki tarafın varlığını ve eylemlerini hissetmekte midir? İki tarafın
eylemlerinin neticeleri üzerine akletmekte midir? Kesinlikle hepsine de evet.
İşte, insanoğlunun yaşam seyrini belirleyen en güçlü argüman budur. Kim ne derse
desin, kim ne herze yerse yesin. Gerçek budur.
Bir insan, Peygamberlerimizin ve
Peygamberimizin (selam olsun cümlesine- canımız feda olsun yollarına) kutlu
yollarını bırakıpta; şeytanın yolunu takip eden münafıkların, kâfirlerin,
müşriklerin yolunu takip edecek kadar gözüne, kulağına, aklına ve kalbine
hakaret edemez. Her şey Güneş kadar apaçıktır ki, görmeyen göze, hissedemeyen
kalbe, akledemeyen akıla yazıktır. Aklı ve kalbi olan hiçbir insanoğlu ya da
insankızı, işte Peygamberlerin de, Peygamberimizin de şu dediği yanlıştır,
insana faydasızdır diyemez. Art niyetli şeytani şarlatanların,
Peygamberlerimize ve Peygamberimize atfen ortaya attıkları sözler-Hadisler
bizlere dayanak teşkil etmez hatta indimizde tolere bile edilmez. Ve Hadis ile
Kur’an asla zıtlık barındırmaz. Hadisler üzerinden yapılan yönlendirmeler
şeytanicedir, müteyakkız olmak insani ve İslami vazifemizdir. Niçin Kur’an
üzerinden yapamıyorlar? Çünkü güçleri yetmiyor ama doğruluğu şüpheli olabilecek
Hadislerin olma ihtimalinden dolayı buradan yüreklere sızmaya, akılları
etkilemeye çalışıyorlar şeytanlaşmış şarlatanlar. Bir defa aklımız vardır.
Neyin ne olduğunu biliriz Allah’ın izniyle. Kur’an da Hadis te, bizim
pusulamızdır ve öyle de olmaya devam edecektir. Önderimizin (sav) bize
bıraktığı iki aziz mirastır bu. Hayatımızı şekillendirecek ve hesabımızı
kolaylaştıracak.
Şimdi kendimizi, melekelerimizi, çapımızı
biliyoruz ki; Allah’ın zatı hakkında düşünmek muhtemelen hem küfre girebilir
hem de buna küçücük varlığımızla tevessül etmek haddi aşmaktır. Hatta
alıklıktır. Ama Allah’ı, yarattıkları üzerinden düşünebilir ve idrak
edebiliriz. Varlık âleminde tesadüfen diye bir şey yoktur ve olamaz. Ve bir
yapan olmadan, bir yapılanın olması kabil-i mümkün değildir. Yani doğada ki
şeyler için kendisi nedensiz olan zorunlu bir neden mutlaka vardır ve o da
Allah’tır (cc).Tohumunu toprağa atmadan bir bitkiyi yetiştirin hadi. Toprak
olmadan ve gökten rahmet inmeden çayırları, çimenleri var edin hadi? Güneş
olmadan başakları olgunlaştırın hadi. Sellere, fırtınalara, depremlere, çığlara
müdahale edin hadi ya da müdahaleyi kolaylaştıracak teknoloji geliştirin hadi.
Siz müdahale etmeden bir bina dikiliversin hadi? İnsan, gerçekten çok cahil ve
nankördür. İnsanım diye ortada gezipte, kendini küçük düşüren başka bir varlık
var mıdır acaba?
Güneş, biz gözlerimizi kapadık diye yok
sayılamaz. Yıldızlar biz gözlerimizi kapadık diye yok sayılamaz. Hayvanlar ve
bitkiler âlemi, biz görmedik diye; varken yok olacak değildir. Kendimiz,
kendimize yabancı kalsakta, muhteşem ve esrarengiz mevcudiyetimiz yok olacak
değildir. İnsan, gerçekten, zavallı, basit ve alık olmayı ne kadarda
kabullenmektedir. Oysa bazı kusurları olsa da, sınırlılıkları olsa da, insan,
gerçekten muhteşem bir varlıktır. Hatta meleklerden bile üstün olabilecek bir
varlıktır. Tıpkı hayvanlardan aşağı bir derekeye düşebileceği gibi. Ah akıl!
Nerelere uçtun gittin ki, bizden habersiz? Ve bizi hayvanlardan bile aşağıya
düşürdün. Oysaki biz, hayvanları kullanan ve onlardan işlerimizde faydalanan
bir varlığız. Akletmemek ne de kötü ve tehlikeli gerçekten. Mevcudatı
göremeyipte, kendi çevresinde, zavallı aklına güya güvenip Allah’ı aramaktan,
Allah bizleri korusun. Belki de bir insanının düşebileceği en acıklı, en
zavallı, en ahmak durum budur. Kendini ve mevcudatı göremeyen göz, Allah’ı
nasıl görür? Allah, kimseyi bakar kör etmesin. Âmin.
Son
tahlilde; insanın önünde her daim iki seçenek-tercih olmuştur, yine iki
seçenek-tercih vardır ve bademada böyle olacaktır. Ya insanlık yolu ya
şeytanlık yolu. Ya Peygamberlerimizin ve Peygamberimizin yolu (selam olsun
kendilerine ve canlar kurban olsun temiz-güzel-faydalı yollarına) ya da
filozofların yolu. Karar senin, seçim senin, kader senin, hesap senin, yurt
senin ey insanoğlu-insankızı.
‘’Yatağından
taşan bir nehre benziyoruz. Biz hiçte can çekişen bir millet değiliz. Canlı,
kuvvetli bir milletiz. Bizi zinde tutabilecek yegâne kuvvet; İslamiyettir.’’ Sultan
Abdülhamit Han (Allah kabrini pürnur, mekânını cennet eylesin. Âmin.)
‘’Bize
bütün hareketlerimiz için değer ve kaide sunacak, satıcıdan siyasiye, doktordan
gazeteciye, çocuktan ihtiyara kadar hepimizin yaşayışına ruh ve mana katacak;
anlaşılmış, sistemleştirilmiş hikmetleri, bütün birliği içinde saklayarak her
âleme pencerelerini açacak büyük mektebin hakikatlerini ihtiva eden bir kitaba
muhtacız. Bu kitabı, asrın anlayışıyla bütün hürriyet, bütün hikmet ve bütün
hakikatiyle mektebimize temel yapmalıyız:
İşte
bu Kitap, Kur’an’dır.’’ Nurettin Topçu- Kasım 1959-Türkiye’nin Maarif
Davası (Allah kabrini pürnur, mekânını cennet eylesin. Âmin.)
“Yol kesenler, Kur’an okuyup
öğrenince, yol gösterici oldular” Muhammed İkbal (Allah
kabrini pürnur, mekânını cennet eylesin. Âmin.)
‘’Komünistlerin
düşüncelerinin altyapısı; dünyaperestliktir. Bu düşünce tarzı, bu çerçevenin
dışına çıkamaz.’’ Ali
Şeriati.
‘’Bizim için esas ve ülkü olan şey: iman ve değerlerdir. Âdemoğluna yön
veren, yaşamaya anlam katan şey; ‘’varolmak niçindir?’’ ve ‘’yaşamak nasıl
olmalıdır?’’ gibi değerlerdir. ‘’Artık ideoloji çağı geçmiş, şimdi dönem
teknolojik üstünlük dönemidir’’ fısıltısı, imandan korkan ve inanç temellerine
(komünizmde) ve insani değerlere (liberalizmde) yaptıkları ihanetleri tevil
etmeye çalışan sol ve sağ iktidarların tehlikeli komplosudur. Bunun içinde her
iki kutup ‘’ilerleme’’ ilkesine dayanmaktadır. İlerleme aldatıcı bir maske olup
bugün onun arkasında korkunç cinayetler işlenmekte ve en yüce insani değerler
ayaklar altına alınmaktadır’’ Ali Şeriati. (Allah kabrini pürnur, mekânını cennet eylesin. Âmin.)
‘’Eğer
idamı hak etmiş olarak Hakk’ın emriyle ipe çekiliyorsam, buna itiraz etmek
haksızlıktır. Eğer batılın zulmüne kurban gidiyorsam, batıldan merhamet
dileyecek kadar alçalamam.’’ Seyyid Kutup
(Allah kabrini pürnur, mekânını cennet eylesin. Âmin.)
‘’İslam kavimlerinde;
komünist, sosyalist, nihilist gibi ‘furuk-u itizaliyye’ bulunmaz’’ Cevdet Paşa. (Allah kabrini pürnur, mekânını cennet eylesin. Âmin.)
Şahsen bende, bütün aklımla ve kalbimle
diyorum ki; ‘’Gerçek bağımsızlık ve
özgürlük, inançtadır-imandadır.’’ Bütün her şey, bunu bize o kadar mutlak
açıklıkla izhar eder ki, anlayabilmek için yüreğimizde dürüstlük olması
gerekir.
‘’Şimdi yeryüzüne geri dön.
Aklın karışmış ve kalbin kararsızsa, yolu açıkça göreceğin yere, en başa geri
dön.’’ Buda
‘’Biz peygamberlerimizi
KESİN KANITLARLA gönderdik, insanlar arasında ADİL BİR DÜZEN kurulsun diye.
Onlarla birlikte kitabı ve ölçüyü indirdik.’’ Hadid-25.
‘’Sana ilimden bir nasip geldikten sonra, hak
konusunda seninle tartışana de ki: "Gelin; oğullarımızı ve oğullarınızı,
kadınlarımızı ve kadınlarınızı, öz benliklerimizi ve öz benliklerinizi
çağıralım, mübâhele edelim de Allah'ın lanetini yalancılar üzerine
salalım." Ali İmran-61