‘’Düşünmek için; olgu, algı ve anlama koşuldur. Çünkü olgu olmayınca
algı; algı olmayınca anlama; anlama olmayınca da düşünce olmaz. Düşünmek ise,
insana mahsus bir yetidir.’’
Evet,
insan mıyız? Hayvan mıyız? İlk evvelde buna bir karar vermemiz gerekiyor. Bu
ayrımı yapabilmek ve verdiğimiz kararın bilincinde olabilmek çok önemlidir. Bu
hayati bir sorudur, cevabı da bir o kadar hayatidir. Daha sonra, kendimizle
ilgili nice şeyleri kavramakta zorlanmamız söz konusu olmayacaktır artık.
Bundan sonra yapmamız gerekeni düşünürüz. İnsan üzerine tetkikleri ve
tahlilleri daha kolay şekilde yapabiliriz. Bazı mevzularda ki, kafa
karışıklıklarımızı rahatça giderebiliriz. Her varlığın bir doğası vardır. Her
varlık muayyen bir öz üzerine halk edilmiştir. Bu yüzden, ne insan hayvanca
yaşayabilir ne de hayvan insanca yaşayabilir. Fakat burada şöyle bir detayda
gizlidir. Ne hayvanlar, ne maddeler ne de bitkiler, insan yaşamına
meyledemezler ama insanlar, hayvani, bitkisel ya da maddesel bir yaşama
meyledebilirler. Oysa insan; ne bitkidir ne maddedir ne de hayvan. Bitki
değildir; her şeye kayıtsız kalamaz. Bilakis, müdahale edendir, benzerleriyle
ilişki ve iletişim içinde olandır. Hayvan değildir; güdülemez ve kayıtsızca
yaşayamaz. Bilakis, irade ve akıl sahibidir, sınırlıdır, sorumludur. Madde
değildir; istenildiği gibi şekil verilemez. Bilakis, maddeye şekil ve biçim
verendir, maddeyi kullanandır. Hülasa; insan, insandır. İnsan, mevcudatın
efendisidir, halifesidir. Sorumlu ve sınırlı bir halifedir. Bunu anlayamayanın,
hayvanlardan daha aşağıya düşmesi kaçınılmazdır.
İnsan,
insan olduğunu bilmelidir ve bu bilinçle hareket etmelidir. İnsan, başına
buyruk değildir ve olamazda. Olur diyorsanız, buyurun oldurun da görelim.
Muayyen ve mukayyet bir özün ve hayatın sahibidir. Başıboş değildir. Buyurun,
dilediğinizce, bir hayvan gibi, istediğiniz araziye dalında göreyim sizi.
Rastgele hareket eden, sorgudan ve sualden muaf bir varlık değildir. Annen
sorgular, baban sorgular, kardeşin sorgular, toplum sorgular, devlet sorgular,
gerektiği zaman bir dostun sorgular ve nihayet Allah sorgulayacaktır. Erkeksen,
sorgulamalardan kaç. Alıklığın kaç para eder görelim? İnsan yol ve yön
sahibidir, yollara tutsaktır ve kuralsız yol yoktur. Kılavuzsuz yolda yoktur.
Her yol, bir hedefe, gayeye matuftur. Her kılavuzda, insanı, o hedefe
ulaştırmak, kavuşturmak için vardır. Bu yüzden insan, mutlak bağımsız değildir
ve olamazda. Yolsuz da, kılavuzsuz da, kuralsız da yapamaz. Tabi, zekâsı
olanlar ve alık olmayanlar anlarlar bunu ancak. İnce bakabilen, düşünebilen
anlar. İstediğiniz kadar açabilirsiniz bu düşünceleri.
Varlık
âleminde yalnız başına bırakılan hiçbir canlı türü yoktur. Başsız ve kuralsız
bir canlı dünyası da yoktur. Hiçbir canlı, mutlak olarak, başına buyruk hareket
edemez. ‘’Sürüden ayrılanı kurt kapar’’
sözü meşhurdur. Nasıl insanlar tür olarak topluluk halinde ise, her hayvan türü
de kendi dünyasında topluluk halinde yaşarlar ve kendilerine mahsus kurallar
zincirine bağımlı olarak yaşarlar. Mutlak yalnızlık, mutlak ayrılık ve mutlak
kuralsızlık hiçbir canlının dünyasında görülmez. Soyutluklarda boğulmak ancak
alıkların işidir. Somut düzlemde böyle bir iddiaya aksi cevap verebilir mi tek
bir kişi? Veremez. ‘’Genel olarak
bakıldığında dünya kötülüğe batmıştır. Yabanlar birbirini yer, uygarlar ise
birbirini aldatır. Dünya hali dedikleri işte budur.’’ Bu söz, bir filozofun
sözleridir ve doğrudur. Kötülük, iyiliğe göre daha bir belirgin olduğu için,
filozofun algılaması da bu şekilde olmuştur. Zevahirde dünya dediğimiz şey
budur, aksini söylemek ne mümkün! Tabi iyiler ve iyilikler de yok değildir ama
kötülükler daha baskındır. Dünyada çirkinlikler varsa güzelliklerde vardır.
Kötüler varsa iyilerde vardır. Ama güzel olanı, iyi olanı tefrik edebilecek
düşüncelere ve kılavuzlara ihtiyacımız vardır. Bahusus, insan devingen bir
toplum içindedir ve toplumun bütün üyeleri birbirleriyle bağlantılıdır ve
birbirlerine karşı sorumludur. Bu yüzden hiçbir insan başına buyruk hareket edemez
ya da mutlak manada kendi bildiği yolda gidemez. Bunun sorgulaması olmaz, çünkü
cevabı olmaz. Bu yaratılış icabı böyledir.
Hayatın
kuralları vardır. Bu kuralları bilmek, anlamak ve adım adım uygulamak gerekir.
Kuralları ihlal etmek mutsuzluğa sebep olur. Kuralları aklımız aracılığı ile
anlarız ve daha sonrada uygulamaya geçeriz. İnsan, bir kılavuza ve kendisini
iyi olana yönlendirecek bir düşünceye ihtiyaç duyar. İçimden geldiği gibi
davranabilirim diyemez. Çünkü dünyada bir tek kişi değil, milyarlarca kişiler
yaşamaktadır. Herkeste birbirine bağımlıdır. Hiçbir insan tekinin aklına estiği
gibi yaşaması ne fıtrata uygundur, ne mantığa uygundur ne de mümkündür. Bu
sorgulanamaz da. Sorgulasan da cevabı yoktur. Bu, böyle olmuştur, böyledir ve
böyle de olacaktır. Hayatın kuralını öğrenmek ve anlamak ilk vazifemiz
olmalıdır. Zira hayatta, nasıl her mesleğin, her sanatın bir kuralı varsa ve o
kuralı öğrenmeden o mesleği ya da sanatı icra etmek imkânsızsa, hayatı da
kuralını öğrenip, anlamdan icra etmek imkânsızdır zira hayatta, tabiri caizse
bir meslektir ve sanattır.
Şöyle düşünelim; bir sanatı icra etmek isteyen, ben kafama göre icra
ederim, kimseden bir şey öğrenmek istemiyorum diyebilir mi? Bu sanat için bir
ustaya, bir kılavuza ihtiyacım yok diyebilir mi? Bunu diyen mutlak olarak
maldır, alıktır. Ya da bir mesleği düşünelim; bir kimse, ben şu mesleği yapmak
istiyorum, eğitimini almaya, temellerini ve kurallarını öğrenmeye ihtiyacım
yok, kendi bildiğim şekilde yaparım diyebilir mi? Diyemez. Zira bu durum, bir
insanın her şeyden anlaması gibi sakat bir sonuca ulaşmayı intaç eder. Öyle
değil mi? Eğer herkes kafasına göre sanat ve meslek icra edecek olursa, bir
insan belki de on sanatı, on mesleği birden icra etmeye tevessül edecektir ki,
bu saçmalıktır. Yani hakikaten inanılmaz bir şeydir. İddiası bile öküzcedir.
Gerçeği algılamakta ve anlamakta niçin zorlanırız ki? Ya da gerçeği niçin
görmek istemeyiz ki? Hayvanlar bile, belli bir düzene ve kurala göre hareket
ederlerken ve her hayvan kendi yolunda giderken, insanlara ne oluyor?
Varlık
âleminde her şeyin bir kuralı vardır ve ilk vazifemiz; bu kuralı anlamaktır.
Ondan sonra da deneyimler ve tekrarlar yoluyla uygulamasını yaparak kurallara
alışmaktır dedik ya da diyoruz. Burada insanın sorgulayacağı bir şey varsa,
sorgulaması gereken ‘’kurallar niçin
vardır’’ olmalıdır. Bu da sorgulanmayacağına ve bir zorunluluk olduğuna
göre, bize düşen kuralları anlamaktır. Zira böyle bir sorgulama yapmak,
alıklığa dalalettir. İstesen de, istemesen de, reddetsen de, isyan etsen de
kurallara tabisindir. İnsan, toplumsal bir varlık ve akıl sahibi olması
hasebiyle, kafasına göre davranmasına,
istediği yolda gitmesine izin verilmemiştir. Bunu, hayatta ki bazı
seçimlerimizle karıştırmamak gerekir. Yani, bir düşünceyi tercih etme özgürlüğü
gibi durumlarla karıştırmamak gerekir. Burada üzerinde durulan mutlak manada
özgürlükle ilgilidir.
Kafasına
göre davranan, kendi yolundan giden ancak kendi türüne yönelik bir
toplumsallıkla sınırlanmış, us’tan ve iradeden mahrum bırakılmış hayvanlardır.
Hayvana; hey hayvan kardeş, nereye böyle diyemezsiniz, sen ne yapıyorsun
diyemezsiniz. Hülasa; nasıl yaşadığına müdahale edemezsiniz. Çünkü o kendine
mahsus yaratılış üzerine yaşamaktadır. Hayvan anlamaz. Çünkü anlayacak
yetilerle donatılmamıştır. Hayvanın, anlaması da, işitmesi de, görmesi de,
hissetmesi de kendi özüyle, kendi türüyle mütenasiptir. Allah, bu yüzden,
bazılarını hayvanlara benzetir. Hayvanlar için kural vardır ama kural yoktur.
Şöyle ki, tür olarak elbette kalıpsal manada muayyen kurallara tabidirler ama
tür içinde kuralsız yaşarlar. İnsanlar ise, hem kurallara tabidirler hem de
kurallarla yaşarlar. Hayvanların, özelerine yönelik kurallar olmasından ayrı,
bir de insanların koydukları kurallara tabidirler. İnsanlar nasıl bazı hayvanlara
yönelik kural koymuşlarsa, insanların kendileri için de bir kural koyucu
vardır. İnsanlar, bazı durumlarda, nasıl hayvanlar için kılavuzluk yapıyorsa,
insanların da kılavuzlara ihtiyacı fıtridir.
İnsanlar,
sanat ve meslek icra etmede olduğu gibi, yaşamda da bir kılavuza ihtiyaç
duyarlar. Yol gösterici bir düşünceye gereksinim duyarlar. Bir lidere ihtiyaç
duyarlar. İnsanlar, yaşamın inceliklerini, yaşamın kabalıklarını tecrübe
edinerek öğrenirler. Yaşam deneyimdir, devinimdir, alışkanlıktır, tekrardır.
İnsan, yanlışlıklarla, eksikliklerle maluldür. Öğrenen ve terbiye edilen bir
varlıktır. Mutlaka bir öğreticiye, terbiye ediciye ihtiyaç duyar. Neden ihtiyaç
duyar diye hem sorulabilir hem de sorulamaz. Alıkça soruluyorsa, sorulamaz.
Hakikaten, bir bilgi edinmek masadıyla soruluyorsa sorulabilir. Zira
birincisine ancak bir zorunluluktur diye cevap verilebilir, ikincisine ise
makul izahlar yapılabilir. İnsanın doğasında kötülük var mıdır? Vardır. Bunu
sorgulamak alıklıktır. Zira insan iyiliklerden ve kötülüklerden mürekkeptir.
Zaten kılavuz ve kural ihtiyacı da buradan hâsıl olmaktadır bir nevi. Çünkü
kendi benzerlerine bile adaletsizlikten çekinmeyen insanların, topluma karşı
adaletsizce ve vahşice hareket etmeyeceğini kimse garanti edemez. Bu yüzden
insanları kanunlarla dizginlemelisiniz. Devlet denen olgunun mevcudiyeti bile
bunun içindir en temelde.
Son tahlilde; insan, insandır ve hayvan değildir. İnsan yolcudur ve
yol arar, o yolda kendisine yardımcı olacak düşünce arar ve en doğru düşünceyi
kulağına fısıldayacak bir kılavuz arar. En doğru düşünce; İslam’dır. En doğru
yol; sırat-ı müstakimdir. En güzel kılavuz; yegâne önderimiz, canımız
peygamberimiz Hz. Muhammed’dir (sav).
EKSTRA
BİR
İnsan,
kendi cehaletini, yetersizliğini, eksikliğini algılamakta ve anlamakta
zorlanır. İnsan bir yerde, kendi haricindekilere yönelik yaşar. Sürekli
karşıdakileri görür. Göz bir türlü kendine yönelemez. Göz, eklendiği gövdeye
değil, farklı gövdelere bakmaya göre kurgulanmıştır. Bu yüzden karşıdakine
odaklanacak şekilde gövdeye yerleştirilmiştir. Karşısında ki insanın
eksikliğini gördüğü gibi, kendi eksikliğini görmez. Binaenaleyh, her insan teki
için, karşısında ki insan teki bir ayna mahiyetindedir. İnsanın
toplumsallığının derin manasını birazda burada aramak gerekir haddizatında.
Biz, başkalarında kendimizi görürüz. Sevdiğimiz davranışları tekrar eder,
nefret ettiğimiz davranışları yapmaktan imtina ederiz. Böylece aslında
birbirimizi tamamlamış oluruz. Başkalarında ki yanlışları, kendimizin tekrar
etmesini gururumuza yediremeyiz. Doğruyla, yanlışın ne olduğunu en net şekilde
benzerlerimizin hayatında müşahede ederiz.
İKİ
İnsanın
aynaya ihtiyacı vardır. Bu fıtri bir zorunluluktur. Sonradan edinilmiş değil,
doğamızda var olan, özümüzde münderiç olan bir özelliktir. Bir çocuğu
düşünelim; o çocuk, ailesi olmadan ne yapar? Neyi, nasıl yapacağını bilebilir
mi? İyiyi, kötüyü tefrik edebilir mi? Peki, böyle bir dünyada bir çocuğu yalnız
başına bırakabilir miyiz? İşte, insanla ilgili bu durum, taa ilk insana değin
uzanır gider. Oradan da Allah’a varır dayanır. Bunu yok saymak alıklara
mahsustur. Ya da mevzuyu soyutlaştırmak ve boğmaya çalışmak, hem cevap
verememek hem de mantıklı olan cevabı kabullenmemek ancak alıkça bir durumdur.
Bizim en güzel aynamız ise; Önderimizdir (sav). O’na (sav) baktığımız zaman,
kendimizde ki kötülükleri, pislikleri, çirkinlikleri görürüz ve düzeltme yoluna
gideriz. Çünkü O, en güzel, en temiz, en berrak, en duru olandır.
ÜÇ
Dinsizler,
niçin yaratıcıyı inkâr ederler? Aslında böyle soruyoruz, fakat şöyle sorulması
iktiza ediyor; niçin yok farz etmeye çalışırlar? Çünkü Yaratıcının yüklediği
sorumluluktan korkarlar ve kaçmak isterler. İnkâr ettikleri takdirde
sorumluluğun kalkacağını düşünürler. Böylece, yaşadıkları hayatı daha rahat
yaşamak, yaşarken de içsel huzursuzluk hissetmekten kurtulmak isterler.
Karşılarında sorumluluk alanların olmasını da görmek istemezler. Bu yüzden,
bildikleri halde, bilmezlikten gelirler ve yok saymaya yeltenirler. Ne çekilmez
bir hal ve ne acı bir yaşam!