İNSAN VE CEMİYET...

Özgür DENİZ - 08.05.2012

İnsan, bir cemiyetin üyesidir. Cemiyette, insanlardan müteşekkil bir bütündür. İkisi de birbirini etkiler, besler. Cemiyet, özgür aklın eseridir ama aklı tutsak edebilir. İnsanda egemen olan akıl, cemiyette duygunun egemenliğine dönüşür ve bu yüzdende akıl, cemiyette geri plana itilebilir. İnsan, bir cemiyet içerisinde kendini gösterebilir. Bilakis, hem duygu hem de düşünce yönünden körelir. Cemiyet, bir ilişkiler yumağıdır. Sürekli bir hareketi ifade eder. İnsan da hareketsiz, iletişimsiz, ilişkisiz yaşayamaz. Cemiyet, insana sunduğu güvenin karşılığında, insanın özgürlüğünü kısmen budar. İnsana, kendi kurallarını dayatır. Cemiyetin gücü, insanın güçsüzlüğüdür. Ama bu, insanın kendi gücünden; insanların yani cemiyetin gücü adına feragat etmesidir bir yerde ve makul görülebilir. Zira bütün olarak güçlü olmak, tek tek güçlü olmaktan evladır. Tıpkı, fert fert zengin olmaktansa, cemiyet olarak zengin olmanın daha muteber olduğu gibi.

 

Cemiyet, aklın zorunlu sonuçlarındandır. Haddizatında bir ihtiyaç olarak bile görülebilir. Zira insan, insan olması hasebiyle, cemiyete gereksinim duyar. İnsan, muhtelif ihtiyaçlar sahibi olan bir varlık olduğu için tek başına yaşaması muhaldir. Her türlü ihtiyacını kendi kendine karşılaması kabil değildir. Öyleyse, benzerlerine ihtiyaç duyar ve duymak zorundadır. Bu gerçeklikte, cemiyet teşekkülüne yöneltir insanları. Cemiyet, yazılı ve sözlü kuralları da beraberinde getirir. Bu kurallar, cemiyetin korunmasını, insanın güven içinde yaşamasını sağlar. İnsan mutlu oldukça ve güven içinde yaşadıkça, cemiyetine daha sıkı bağlanır ve sahip çıkar.

 

Her cemiyet, zaman içerisinde, kendi düşünüşünü de oluşturur. Yaşanılan coğrafya, yaşam koşulları, gelenekler ve iklim gibi olgular, cemiyet düşünüşüne etki eder. Fert, cemiyetin rengini alır ama cemiyetin rengine de katkı yapar. Cemiyetlerin karakterini, düşünüşleri belli eder. Bu yüzden, her cemiyet farklı karakterdedir. Cemiyet, kendi karakterini, kendisini meydana getiren fertlere de aktarır. Zira cemiyetlerin devamını sağlayacak olan fertler cemiyetin rengini taşımalıdır. Fertler, üyesi oldukları cemiyetten mutlak olarak bağımsız olamazlar. Fertlerin özgürlüğü, cemiyetin bağımsızlığına katkı sağlar. Ama bu özgürlük, cemiyetin sarsılmasına neden olmamalıdır. Cemiyet, ferdin yuvasıdır, vatanıdır. Vatanını koruyan, aynı zamanda kendisini de korumuş olur.

 

Cemiyetini koruyan insan, aynı zamanda kendisini de korumuş olur. Fertlerini koruyan cemiyet, aynı zamanda kendisini de korumuş olur. Bu yüzden her cemiyet, ahlaki ve adil ilkelere ihtiyaç duyar. Ahlak kanunları, cemiyetin temelini sağlamlaştırır. Adaletin tatbiki de, cemiyetin insicamlı devamını temin eder, birlik bağlarını tahkim eder. Hiçbir insan teki kendisine kötülük yapılmasını istemez, öyleyse kendisi de kimseye kötülük yapmamalıdır. Mütekabiliyet esasına dayanan bu ilişkinin sağlıklı yürümesi için, kanunların adil tatbikine ihtiyaç duyulur. İnsanların doğalarında kıskançlık duygusunun bulunması nedeniyle, birbirlerine karşı adil olmaları zor olacağından, adalet cemiyet tarafından icra edilir.

 

Cemiyet, bir yerde, kanun ve nizam demektir. Cemiyetin amacı da budur haddizatında. Nizamın olması, kanunların adilce icrasıyla mütenasiptir. Eğer kanunlar herkese eşit şekilde tatbik edilmezse, cemiyette kargaşa ve huzursuzluk hâkim olur, güven sarsılır, ferdi güç kullanımı ihtiyaç telakki edilir ve bu durum, cemiyetin dağılmasını intaç edebilir. Sana yapılmasını istemediğin şeyi, sende başkalarına yapma; işte bu ilkenin hâkim olduğu cemiyetlerde nizam, ölçü, ahenk, huzur ve güven hâkim olur. Ve en kökeninde bu ilke; İslam’ın ilkesidir, bu arada.

 

Fertler, kendi menfaatlerinden ziyade; cemiyet menfaatini gütmelidirler. Cemiyetle fert, iç içedir. Vatanla din gibi, kadınla erkek gibi, hayatla ölüm gibi, ruhla beden gibi. Cemiyet, ferdi sağlıklı kılar. Fertte, cemiyetin muhkemleşmesini sağlar. Fert, bir yerde, cemiyetin ruhudur. Zira ferdi akıl, cemiyetin varlık sebebidir. Ruh ne kadar sağlıklı ise, gövdede o kadar sağlamdır. Değerler ne kadar korunmuşsa, vatan da o kadar korunmuştur. Hayat ne kadar güzelse, ölüm de o kadar güzel olacaktır. Kadın ne kadar temizse, erkekte o kadar güçlü olacaktır. Aile bireyleri ne kadar sağlıklı ise, aile yapısı da o kadar sağlıklı ve sağlam olacaktır. İşte bunun gibi, insan ne kadar temiz ve güçlü ise, cemiyette o kadar temiz ve güçlü olacaktır.

 

Son tahlilde; cemiyet insansız, insan cemiyetsiz olamaz. İkisi de, birbirinin varlık sebebidir bir yerde. Cemiyet elbise ise, insan o elbiseyi giyendir. Elbise, bir insanı mutlak manada hoşnut etmez ama insan da, o elbiseyi soyup atmaz ve katlanır. Zira başka elbiselerde aynıdır. Akıl, insan içindir ve insan aklını kullanmalıdır.

 

 

EKSTRALAR

 

BİR

 

 DOĞU, insanlığın ruhudur. BATI, insanlığın bedenidir bir nevi. Tarihin köklerine indiğimiz zaman, ilmin ve faziletin membaının Doğu olduğunu müşahede ederiz. Doğu, ruhu önemseyip bedeni terk etti. Batı da, bedeni önemseyip ruhu terk etti. Böylece kâinatın dokusu, dengesi, ölçüsü, nizamı bozuldu, tabiat tahrip edildi. İnsan yolunu kaybetti. Aslında akıl Doğu’da yok değildi, sadece aklını zamanla terk etti. Ruhta Batı da yok değildi ama o da zamanla ruhu terk etti. İnsanlığın kurtuluşu; aklın ve ruhun buluşmasındadır. Bilakis kurtuluş, muhal ender muhaldir. Aklı da, ruhta Allah’tandır ama insan cahildir. Türk-İslam Âlemi, akıl ile ruhu buluşturmalı, kaynaştırmalı ve insanlık tarihinin en büyük hamlesini yapabilmelidir. Bilakis, kurtuluş hayaldir.   

 

İKİ

 

Evrim evrim dedikleri, aslında insanlığın zihinsel ve ruhsal tekâmül süreçleridir. İnsanlığın bütünlüklü bir yapı arzeden zihinsel ve ruhsal sermayesi, mütemadiyen çoğalmaktadır. İnsanlar sürekli hakikate koşmaktadırlar. Zira insanlar hala beşeri yönün etkisinden kurtulabilmiş değildirler. İşte evrim denen şey gerçekte budur. Beşeri yönü hala zinde olan insanoğlunun-insankızının bitevi ruhsal ve zihinsel tekâmüllerle insan-ı kâmil olma yönünde ilerlemesidir.

 

Zaman değişir, şartlar değişir, ihtiyaçlar değişir, insan değişir. Çünkü tabiatta değişim esastır. Değişmeyen hiçbir şey yoktur. Ta ki, varlıkların doğası hariç. Yoksa bir varlıktan, başka bir varlığın sadır olması diye bir şey yoktur, bu absürt söylenti tarihin en büyük saçmalığıdır. Zira doğalar değişmez ama değişen bedenlerdir. Ki farz edelim ki, bir hayvan bedeni, bir insan bedenine dönüştü; peki akıl nasıl intikal etti? Buna cevap vermeye yeltenmek, ancak mutlak alıkların işi olabilir. Mutlak hakikatte, bu büyük yalanı çürütür, inkâr eder, reddeder ve ıskat eder.

 

ÜÇ

 

Bir çöl ortasındasın. Yapayalnızsın. Akıl sahibisin. Bir gayen var, yollardan bir yol, seni o gayene ulaştıracak ama bu yol hangisi bilmiyorsun. Üstelik aklın olduğu halde bilmiyorsun. Aklın, doğru yolun gereklerini en güzel şekilde yerine getirmen için bir araçtır. Asla doğru yolu kendi başına bulabilmen için değildir. Bu mümkün olabilseydi, akıl mutlak ölçü olmaya layık olurdu ama olmadı, olamazdı. Yolların sonunu bilmeyen akıl, doğru yolu da elbet bilemeyecektir ama bir bilene danışması zaruridir. Çünkü insan, yolda karşılaşacaklarını ve yaşayacaklarını bilmiyor. Bilmediği içinde çaresizdir. İşte insanın dünyadaki hali budur. Bu yüzden de, doğru bir düşünceye ve kılavuza ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç, hayati bir ihtiyaçtır, zorunlu bir ihtiyaçtır. Bilakis, bocalayıp duracaktır. Deneme yanılma yoluyla doğruyu bulmaya da ömür yetmeyecektir. Aklıda, kılavuzluğa kifayet etmeyecektir. Rastgeleye de hayati seçimler emanet edilemez, etmekte alıklıktır. Öyleyse sağlam bir düşünce (İSLAM) ve sözü, özü, yüzü mutlak hakikat olan bir kılavuz (HZ. MUHAMMED –sav-) muhakkak olarak şarttır insan için.

 

‘’Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;

Aldırma, böyle gelmiş bu dünya, böyle gider!

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:

Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!’’

Necip Fazıl KISAKÜREK

 

DÖRT

 

İnsan şüphe eder mi? Eyvallah. İmana giden yol, şüpheden geçer der bazı âlimler yanılmıyorsam. Peki, şüphe nerede hâsıl olmaktadır zihinde. Aslında insan düşüncesi sayesinde şüphe edebilmektedir. Ama düşüncesinden şüphe edemez ve edememektedir. İnsan haddizatında cahil ve acizdir. Hatta nankördür. Tıpkı bunun gibi, insan, Allah yoktur derken bile Allah’ın varlığından yola çıkarak bunu söyleyebilmektedir. Zira Allah yok olsaydı şayet, zaten Allah yoktur bile diyemezdi. Allah’ın varlığına en büyük ve en kuvvetli hüccet; akıl’dır.

 

Misal; hakikate şüphe ile gidilir ve hakikat tam olarak bilinemez demek bir düşünce midir? Evet. Yani böyle bir yargı bir düşünce eseridir değil mi? Evet. Peki, her şeyden şüphe eden akıl, bu düşünceden de şüphe etmesi gerekmez mi? Gerekir. Nihayetinde, her şeyden şüphe edilmesi gerekiyor ama canım benim bundan şüphe etmiyor. Peki, burada bir tenakuz yok mudur? İşte aklın acziyeti, kendini burada apaçık şekilde gösteriyor. Ürettiği düşünceyi üreten düşünceden şüphe etmiyor ama her şeyden şüphe ediyor. Bu nasıl oluyor? Anlayan beri gelsin.

 

BEŞ

 

Yaşamak güzel ama adalet yok. Bilgi var ama bilinç yok. İnsanın eşekleşmesine neden olan şey; bilgisizliği değil, bilinçsizliğidir. Zira yaşadığımız dünyada, bilgisiz insan bulmak handiyse kabil değildir ama devasa bir bilgili bilinçsizler yığını vardır. Sorunumuz da budur; bilgi sahibi olmak ama o bilgiyi kullanmaya çalışmamak, kullanacak hale getirmemek. Acı ama gerçek bir vakıadır bu.

 

ALTI

 

Müslümanlar niçin izzetsiz, perişan ve zelil durumdadır. Çünkü ölümden korkmaktadırlar ve dünya gönüllerini zincirlemiştir. Hepimiz biliyoruzdur, Peygamberimizle (asm) ashabı arasında ki konuşmayı; Peygamberimiz (asm); kâfirlerin, müminlerin yurtlarını işgal etmek ve kaynaklarını yağmalamak için birbirlerini çağıracaklarını söylerler. Müminler sorarlar; bu, biz az olduğumuz için midir? Peygamberimiz (asm) hayır derler. Çoksunuz ama selin önüne kattığı çer-çöp misalisinizdir. Ağırlığı olmayan ve suyun akıntısına kapılmış bir haldesinizdir. Düşmanlarınızın kalbinden, size karşı duydukları korku duygusu çıkarılacak ve sizin kalplerinize de VEHN atılacak derler Peygamberimiz (asm). Ashabı, VEHN nedir diye sorarlar; peygamberimiz (asm); VEHN; dünyaya tapınmak ve ölümden korkmaktır derler.

 

İşte bizim sefaletimizin, esaretimizin, meskenet ve mezellet içinde yaşayışımızın EN GERÇEK NEDENİ budur ama idrak edecek kafalar lazımdır. Veyl olsun, dünyalık kazanma yolları arayıpta, zilletten kurtulma çareleri aramayan Müslüman maskeli zalimlere! Ve yine veyl olsun, zalimlerden korkupta, Allah’tan korkmayan Müslüman maskeli haysiyet yoksunlarına!

 

 

Tarih: 08.05.2012 Okunma: 747

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?