İnsan,
bir cemiyetin üyesidir. Cemiyette, insanlardan müteşekkil bir bütündür. İkisi
de birbirini etkiler, besler. Cemiyet, özgür aklın eseridir ama aklı tutsak
edebilir. İnsanda egemen olan akıl, cemiyette duygunun egemenliğine dönüşür ve
bu yüzdende akıl, cemiyette geri plana itilebilir. İnsan, bir cemiyet
içerisinde kendini gösterebilir. Bilakis, hem duygu hem de düşünce yönünden
körelir. Cemiyet, bir ilişkiler yumağıdır. Sürekli bir hareketi ifade eder. İnsan
da hareketsiz, iletişimsiz, ilişkisiz yaşayamaz. Cemiyet, insana sunduğu
güvenin karşılığında, insanın özgürlüğünü kısmen budar. İnsana, kendi
kurallarını dayatır. Cemiyetin gücü, insanın güçsüzlüğüdür. Ama bu, insanın
kendi gücünden; insanların yani cemiyetin gücü adına feragat etmesidir bir
yerde ve makul görülebilir. Zira bütün olarak güçlü olmak, tek tek güçlü
olmaktan evladır. Tıpkı, fert fert zengin olmaktansa, cemiyet olarak zengin
olmanın daha muteber olduğu gibi.
Cemiyet,
aklın zorunlu sonuçlarındandır. Haddizatında bir ihtiyaç olarak bile
görülebilir. Zira insan, insan olması hasebiyle, cemiyete gereksinim duyar.
İnsan, muhtelif ihtiyaçlar sahibi olan bir varlık olduğu için tek başına
yaşaması muhaldir. Her türlü ihtiyacını kendi kendine karşılaması kabil
değildir. Öyleyse, benzerlerine ihtiyaç duyar ve duymak zorundadır. Bu
gerçeklikte, cemiyet teşekkülüne yöneltir insanları. Cemiyet, yazılı ve sözlü
kuralları da beraberinde getirir. Bu kurallar, cemiyetin korunmasını, insanın
güven içinde yaşamasını sağlar. İnsan mutlu oldukça ve güven içinde yaşadıkça,
cemiyetine daha sıkı bağlanır ve sahip çıkar.
Her
cemiyet, zaman içerisinde, kendi düşünüşünü de oluşturur. Yaşanılan coğrafya,
yaşam koşulları, gelenekler ve iklim gibi olgular, cemiyet düşünüşüne etki
eder. Fert, cemiyetin rengini alır ama cemiyetin rengine de katkı yapar.
Cemiyetlerin karakterini, düşünüşleri belli eder. Bu yüzden, her cemiyet farklı
karakterdedir. Cemiyet, kendi karakterini, kendisini meydana getiren fertlere
de aktarır. Zira cemiyetlerin devamını sağlayacak olan fertler cemiyetin
rengini taşımalıdır. Fertler, üyesi oldukları cemiyetten mutlak olarak bağımsız
olamazlar. Fertlerin özgürlüğü, cemiyetin bağımsızlığına katkı sağlar. Ama bu
özgürlük, cemiyetin sarsılmasına neden olmamalıdır. Cemiyet, ferdin yuvasıdır,
vatanıdır. Vatanını koruyan, aynı zamanda kendisini de korumuş olur.
Cemiyetini
koruyan insan, aynı zamanda kendisini de korumuş olur. Fertlerini koruyan
cemiyet, aynı zamanda kendisini de korumuş olur. Bu yüzden her cemiyet, ahlaki
ve adil ilkelere ihtiyaç duyar. Ahlak kanunları, cemiyetin temelini
sağlamlaştırır. Adaletin tatbiki de, cemiyetin insicamlı devamını temin eder,
birlik bağlarını tahkim eder. Hiçbir insan teki kendisine kötülük yapılmasını
istemez, öyleyse kendisi de kimseye kötülük yapmamalıdır. Mütekabiliyet esasına
dayanan bu ilişkinin sağlıklı yürümesi için, kanunların adil tatbikine ihtiyaç
duyulur. İnsanların doğalarında kıskançlık duygusunun bulunması nedeniyle,
birbirlerine karşı adil olmaları zor olacağından, adalet cemiyet tarafından
icra edilir.
Cemiyet,
bir yerde, kanun ve nizam demektir. Cemiyetin amacı da budur haddizatında.
Nizamın olması, kanunların adilce icrasıyla mütenasiptir. Eğer kanunlar herkese
eşit şekilde tatbik edilmezse, cemiyette kargaşa ve huzursuzluk hâkim olur,
güven sarsılır, ferdi güç kullanımı ihtiyaç telakki edilir ve bu durum,
cemiyetin dağılmasını intaç edebilir. Sana yapılmasını istemediğin şeyi, sende
başkalarına yapma; işte bu ilkenin hâkim olduğu cemiyetlerde nizam, ölçü,
ahenk, huzur ve güven hâkim olur. Ve en kökeninde bu ilke; İslam’ın ilkesidir,
bu arada.
Fertler,
kendi menfaatlerinden ziyade; cemiyet menfaatini gütmelidirler. Cemiyetle fert,
iç içedir. Vatanla din gibi, kadınla erkek gibi, hayatla ölüm gibi, ruhla beden
gibi. Cemiyet, ferdi sağlıklı kılar. Fertte, cemiyetin muhkemleşmesini sağlar.
Fert, bir yerde, cemiyetin ruhudur. Zira ferdi akıl, cemiyetin varlık
sebebidir. Ruh ne kadar sağlıklı ise, gövdede o kadar sağlamdır. Değerler ne
kadar korunmuşsa, vatan da o kadar korunmuştur. Hayat ne kadar güzelse, ölüm de
o kadar güzel olacaktır. Kadın ne kadar temizse, erkekte o kadar güçlü
olacaktır. Aile bireyleri ne kadar sağlıklı ise, aile yapısı da o kadar
sağlıklı ve sağlam olacaktır. İşte bunun gibi, insan ne kadar temiz ve güçlü
ise, cemiyette o kadar temiz ve güçlü olacaktır.
Son tahlilde; cemiyet insansız,
insan cemiyetsiz olamaz. İkisi de, birbirinin varlık sebebidir bir yerde.
Cemiyet elbise ise, insan o elbiseyi giyendir. Elbise, bir insanı mutlak manada
hoşnut etmez ama insan da, o elbiseyi soyup atmaz ve katlanır. Zira başka
elbiselerde aynıdır. Akıl, insan içindir ve insan aklını kullanmalıdır.
EKSTRALAR
BİR
DOĞU, insanlığın ruhudur. BATI, insanlığın
bedenidir bir nevi. Tarihin köklerine indiğimiz zaman, ilmin ve faziletin
membaının Doğu olduğunu müşahede ederiz. Doğu, ruhu önemseyip bedeni terk etti.
Batı da, bedeni önemseyip ruhu terk etti. Böylece kâinatın dokusu, dengesi,
ölçüsü, nizamı bozuldu, tabiat tahrip edildi. İnsan yolunu kaybetti. Aslında
akıl Doğu’da yok değildi, sadece aklını zamanla terk etti. Ruhta Batı da yok
değildi ama o da zamanla ruhu terk etti. İnsanlığın kurtuluşu; aklın ve ruhun
buluşmasındadır. Bilakis kurtuluş, muhal ender muhaldir. Aklı da, ruhta
Allah’tandır ama insan cahildir. Türk-İslam Âlemi, akıl ile ruhu buluşturmalı,
kaynaştırmalı ve insanlık tarihinin en büyük hamlesini yapabilmelidir. Bilakis,
kurtuluş hayaldir.
İKİ
Evrim
evrim dedikleri, aslında insanlığın zihinsel ve ruhsal tekâmül süreçleridir.
İnsanlığın bütünlüklü bir yapı arzeden zihinsel ve ruhsal sermayesi,
mütemadiyen çoğalmaktadır. İnsanlar sürekli hakikate koşmaktadırlar. Zira
insanlar hala beşeri yönün etkisinden kurtulabilmiş değildirler. İşte evrim
denen şey gerçekte budur. Beşeri yönü hala zinde olan insanoğlunun-insankızının
bitevi ruhsal ve zihinsel tekâmüllerle insan-ı kâmil olma yönünde
ilerlemesidir.
Zaman
değişir, şartlar değişir, ihtiyaçlar değişir, insan değişir. Çünkü tabiatta
değişim esastır. Değişmeyen hiçbir şey yoktur. Ta ki, varlıkların doğası hariç.
Yoksa bir varlıktan, başka bir varlığın sadır olması diye bir şey yoktur, bu
absürt söylenti tarihin en büyük saçmalığıdır. Zira doğalar değişmez ama
değişen bedenlerdir. Ki farz edelim ki, bir hayvan bedeni, bir insan bedenine
dönüştü; peki akıl nasıl intikal etti? Buna cevap vermeye yeltenmek, ancak
mutlak alıkların işi olabilir. Mutlak hakikatte, bu büyük yalanı çürütür, inkâr
eder, reddeder ve ıskat eder.
ÜÇ
Bir
çöl ortasındasın. Yapayalnızsın. Akıl sahibisin. Bir gayen var, yollardan bir
yol, seni o gayene ulaştıracak ama bu yol hangisi bilmiyorsun. Üstelik aklın
olduğu halde bilmiyorsun. Aklın, doğru yolun gereklerini en güzel şekilde
yerine getirmen için bir araçtır. Asla doğru yolu kendi başına bulabilmen için
değildir. Bu mümkün olabilseydi, akıl mutlak ölçü olmaya layık olurdu ama
olmadı, olamazdı. Yolların sonunu bilmeyen akıl, doğru yolu da elbet
bilemeyecektir ama bir bilene danışması zaruridir. Çünkü insan, yolda
karşılaşacaklarını ve yaşayacaklarını bilmiyor. Bilmediği içinde çaresizdir.
İşte insanın dünyadaki hali budur. Bu yüzden de, doğru bir düşünceye ve
kılavuza ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç, hayati bir ihtiyaçtır, zorunlu bir
ihtiyaçtır. Bilakis, bocalayıp duracaktır. Deneme yanılma yoluyla doğruyu
bulmaya da ömür yetmeyecektir. Aklıda, kılavuzluğa kifayet etmeyecektir.
Rastgeleye de hayati seçimler emanet edilemez, etmekte alıklıktır. Öyleyse
sağlam bir düşünce (İSLAM) ve sözü, özü, yüzü mutlak hakikat olan bir kılavuz
(HZ. MUHAMMED –sav-) muhakkak olarak şarttır insan için.
‘’Akrebin kıskacında
yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş
bu dünya, böyle gider!
Bana kefendir
yatak, sana tabuttur havuz:
Sen kıvrıl, ben
gideyim, Son Peygamber kılavuz!’’
Necip
Fazıl KISAKÜREK
DÖRT
İnsan
şüphe eder mi? Eyvallah. İmana giden yol, şüpheden geçer der bazı âlimler
yanılmıyorsam. Peki, şüphe nerede hâsıl olmaktadır zihinde. Aslında insan
düşüncesi sayesinde şüphe edebilmektedir. Ama düşüncesinden şüphe edemez ve
edememektedir. İnsan haddizatında cahil ve acizdir. Hatta nankördür. Tıpkı
bunun gibi, insan, Allah yoktur derken bile Allah’ın varlığından yola çıkarak
bunu söyleyebilmektedir. Zira Allah yok olsaydı şayet, zaten Allah yoktur bile
diyemezdi. Allah’ın varlığına en büyük ve en kuvvetli hüccet; akıl’dır.
Misal;
hakikate şüphe ile gidilir ve hakikat tam olarak bilinemez demek bir düşünce
midir? Evet. Yani böyle bir yargı bir düşünce eseridir değil mi? Evet. Peki,
her şeyden şüphe eden akıl, bu düşünceden de şüphe etmesi gerekmez mi? Gerekir.
Nihayetinde, her şeyden şüphe edilmesi gerekiyor ama canım benim bundan şüphe
etmiyor. Peki, burada bir tenakuz yok mudur? İşte aklın acziyeti, kendini
burada apaçık şekilde gösteriyor. Ürettiği düşünceyi üreten düşünceden şüphe
etmiyor ama her şeyden şüphe ediyor. Bu nasıl oluyor? Anlayan beri gelsin.
BEŞ
Yaşamak
güzel ama adalet yok. Bilgi var ama bilinç yok. İnsanın eşekleşmesine neden
olan şey; bilgisizliği değil, bilinçsizliğidir. Zira yaşadığımız dünyada,
bilgisiz insan bulmak handiyse kabil değildir ama devasa bir bilgili
bilinçsizler yığını vardır. Sorunumuz da budur; bilgi sahibi olmak ama o
bilgiyi kullanmaya çalışmamak, kullanacak hale getirmemek. Acı ama gerçek bir
vakıadır bu.
ALTI
Müslümanlar
niçin izzetsiz, perişan ve zelil durumdadır. Çünkü ölümden korkmaktadırlar ve
dünya gönüllerini zincirlemiştir. Hepimiz biliyoruzdur, Peygamberimizle (asm)
ashabı arasında ki konuşmayı; Peygamberimiz (asm); kâfirlerin, müminlerin
yurtlarını işgal etmek ve kaynaklarını yağmalamak için birbirlerini
çağıracaklarını söylerler. Müminler sorarlar; bu, biz az olduğumuz için midir?
Peygamberimiz (asm) hayır derler. Çoksunuz ama selin önüne kattığı çer-çöp
misalisinizdir. Ağırlığı olmayan ve suyun akıntısına kapılmış bir
haldesinizdir. Düşmanlarınızın kalbinden, size karşı duydukları korku duygusu
çıkarılacak ve sizin kalplerinize de VEHN atılacak derler Peygamberimiz (asm).
Ashabı, VEHN nedir diye sorarlar; peygamberimiz (asm); VEHN; dünyaya tapınmak
ve ölümden korkmaktır derler.
İşte
bizim sefaletimizin, esaretimizin, meskenet ve mezellet içinde yaşayışımızın EN
GERÇEK NEDENİ budur ama idrak edecek kafalar lazımdır. Veyl olsun, dünyalık
kazanma yolları arayıpta, zilletten kurtulma çareleri aramayan Müslüman maskeli
zalimlere! Ve yine veyl olsun, zalimlerden korkupta, Allah’tan korkmayan
Müslüman maskeli haysiyet yoksunlarına!