2. Sınıf Vatandaş Olmaktan Sıkıldım
Hayat adaletsiz. Kağıtlar üzerinde verildiği iddia edilen eşitlik ise tam anlamı ile bir palavra. Yıllardır bulunduğum her yer ve noktada her zaman 2. Sınıf vatandaş muamelesi gördüm. Teknoloji ürünü cep telefonu marifetiyle polisler tarafından dövülen vatandaşın görüntülerini izledikten sonra , 2. Sınıf vatandaş olmaktan kurtulmak için mücadele etmeye karar verdim.
Önce neden 2. Sınıf vatandaş olduğumu polis dayağı ile hatırladım. Önce bu noktada basit açıklamalar yapayım.
Sahneyi gözümüzde canlandıralım. Aynı noktada mutlu azınlıktan bir kişi aynı konuma düşmez ama düştüğünü düşünsek, aynı polisler aynı hareketi yapabilirler miydi? Hayır yapamazlardı. Yapmazlardı. Çünkü mutlu azınlıktan olan 1. Sınıf vatandaş hemen tanıdığı üst düzey bir amir ismi verir ve polislerin derhal özür dileyerek yol vermelerini sağlardı.
Sahne aslında bu kadar basit. Polisler o vatandaşa 2. Sınıf vatandaş olduğu için o muameleyi yapıyorlar. Yani asıl sorun polislerin psikolojilerinin bozuk olmasında değil, asıl sorun Ülkemizde yaşayan insanların ezici çoğunluğunun 2. Sınıf vatandaş olmalarından kaynaklanıyor.
İyide haliyle şu soru aklımıza gelmiyor mu? Polisler belki de ilk kez gördükleri birinin 2. Sınıf vatandaş olduğunu nereden anlarlar.
Gelin hep beraber bu algıyı çözelim. Teknoloji ürünü o kamera görüntüleri olmasa bu olay nasıl olacaktı.
Vatandaş dayak yedikten sonra ertesi gün gidip şikayetçi olacaktı. Aynı beyanları ifade ettiği halde şikayete gittiği yerdeki 1. Sınıf vatandaş kişinin doğru söylemediğini yalan söylediğini düşünerek işlem yapacaktı. Delili, şahidi de olsa önemsiz olacaktı. Çünkü 2. Sınıf bir vatandaşın, 1.sınıf bir vatandaşla olan sorununda palavradan Adalet terazisi 1. Sınıf vatandaştan yana ağır basacaktı.
Kendimi bildim bileli ben beyanı her zaman yalan kabul edilen 2. Sınıf bir vatandaş oldum. Polislerin dayağını izledikten sonra konu üzerinde düşündüm. Ve bu işin temel kaynağının eğitimsizlik falan değil doğrudan bir kısım kişilerin 2. Sınıf vatandaş olmalarından kaynaklandığına karar verdim.
Adalet kavramının önemini anlatmak için çok güzel ve etkileyici bir hikaye anlatılır.
FATİH SULTAN MEHMET HAN: MÜLKÜN TEMELİ ADALET
Fatih Sultan Mehmet zamanıdır...Fatih Camisinin inşaatına başlanmıştır. Fatih inşaatın nasıl gittiğini öğrenmek ister. Bunun için inşaat yerine gelir. Cami inşaatında çalışan ustalardan Rum İpsalanti`nin, cami sütunlarını, Fatih`in istediği gibi uzun değil, kısa kestiğini görür. Bu duruma çok sinirlenen Fatih, derhal emir verir ve İpsalanti ustanın, sağ eli kesilir.
İpsalanti usta, geçimini inşaatlarda çalışarak sağlamaktadır. Evde çocukları aş-ekmek beklemektedir... Ne var ki, artık çalışamayacak;mesleğini icra edemeyecektir. Çünkü artık sağ eli yoktur. İpsalanti usta, düşünür, taşınır ve Fatih`i Kadı`ya şikayet etmeye karar verir.
O günlerde, İstanbul Kadısı Sarı Hızır Efendi`dir. Hızır Efendi öyle bir kadıdır ki, Allah`tan başka kimseden korkmayan, hak ve adaleti ne pahasına olursa olsun yerine getirmekten hiç çekinmeyen birisidir... İpsalanti`nin şikayetini dinledikten sonra, hiç düşünmeden Padişah Fatih Sultan Mehmet`i çağırtır.
Kadı`nın huzuruna önce İpsalanti girer ve ayakta durur.
Arkasından Fatih, mağrur bir eda ile girer. Girmesiyle beraber de geçer Kadı`nın karşısındaki sedire oturur.Bunu gören Kadı Sarı Hızır, sesini yükselterek:
"Burası adalet huzurudur.Huzurda ayakta durulur.Ayağa kalkınız" der.
Padişah ayağa kalkar.
Kadı iki tarafı da dinler. Padişah elini kestirme gerekçesini anlatır. İpsalanti`de suçsuz olduğunu, elsiz kaldığı için geçimini sağlayamadığını söyler...
Sonunda Kadı, hükmünü verir. Kısasa kısas! Arkasından da bu hükmün derhal infazını ister. Yani, Fatih`in sağ kolu kesilecektir...
Davalı ve davacı dışarı çıktıktan sonra, herkesi bir üzüntü alır. Araya vezirler, paşalar girer;İpsalanti`ye yalvarırılar:
"Etme bir iş oldu. Gel şu davadan vazgeç.Padişah eli kesilmesi doğru olmaz. Sana ve ailene ölünceye kadar yetecek miktarda tazminat verilsin. Zaten sen, Padişah`ın elinin kesilmesi için dava açmadın. Aman ne olur davadan vazgeç",diye dil dökerler.
İpsalanti usta da üzgündür. Kadının böyle bir karar vereceğinden habersizdir. O, çalışamadığı için geçimini sağlayacak bir tazminat peşindedir.
Tekrar kadıya başvurur:
"Ben davadan vazgeçtim. Padişahın eli kesilmesin. Onun eli kesilmekle, benim elim yerine gelmez. Sadece bana ve aileme yetecek kadar tazminat verilmesini istiyorum" der.
Kadı, iki tarafı tekrar huzura çağırır. Hükmünü verir:
"İpsalanti usta, davasından vazgeçip, yalnız tazminat istediğine göre;kendisi, eşi ve iki çocuğunun günlük nafakalarını ölünceye kadar vermeye;ayrıca, elsiz olduğundan, manevi tazminat olarak 100 altın ödemeye" suçluyu mahkum eder.
Fatih, İpsalanti ustaya, yüz değil, 150 altın verir ve ömür boyu da geçiminin sağlanmasını temin eder.
Mahkeme böyle sonuçlandıktan sonra, Fatih tekrar Kadı`nın huzuruna girer:
"Bak`a Sarı Hızır, padişah olduğum için iltimas yoluna gidip de, adaleti yerine getirmeseydin, şu belimdeki kılıç ile başını uçuracaktım" der.
Padişah`ın bu sözü üzerine, Kadı Sarı Hızır:
"Sen de, `ben padişahım` diye kararıma karşı çıksaydın ve mahkemenin huzurunu bozsaydın, minderimin altındaki hançerle, ben de seni kalbinden hançerleyecektim."der.
Hikaye bu. Ben öncelikle bu hikayenin doğru olduğuna inanmıyorum. Fakat hikayenin anlatılmasındaki temel amaç herkesin 1. Sınıf vatandaş olduğunun ispatlanmasıdır. Bu nedenle bu hikayeyi buraya aldım.
Hikayedeki anlatımda Kadının ve Padişah’ın Allah korkusu ile hareket ettikleri bu nedenle de insanlar arasında ayırım yapmadan hüküm verilmesine taraftar oldukları anlatılır.
Gelişmiş toplumlarda ortaya çıkan demokrasilerde de vatandaşlar 1. Sınıftır. 2. Sınıf olan vatandaş azdır. Bunu AB üyelerinin vatandaş Adalet bağlamındaki ilişkilerine bakarak söyleyebiliriz.
Peki bizde eksik olan nedir.
Köklü bir Adalet mekanizmasından geldiği iddia edilen bizde neden vatandaşlar 1. Sınıf ve 2. Sınıf olmak üzere ayrılmışlardır. Bunun çözümünü yazılarımda zaman zaman yazdım. Bu konuya girmeyeceğim.
Neden 2. Sınıf vatandaş olmaktan sıkıldığımı yazıp yazımı bir çağrı ile bitireceğim.
Polislerin şiddetini izledikten sonra, insanlara yardım etmek için yardım toplayan bir derneğinde aralarında bulunduğu grup avukatlarından bir talepte bulunmuştum.
Talebim kısaca şuydu.
Evet bir hata yaptım. Sizin grubunuza reklam verdim. Reklamlar etkin olmadığı için şirketle ilgili bir çok olumsuzluklar yaşadım. Fakat sonradan yaşanan gelişmeler sonucu ben haksız bir şekilde 408 gün ceza evinde tutulunca işlerim dağıldı. İçinde bulunduğunuz grubun yardım etmesi gereken bir kişi statüsündeyim. Siz bırakın yardım etmeyi tamamı yalan beyanla beni hapse attırmaya çalışıyorsunuz. Bu davranış bence doğru değil. Yöneticilerinize sorup bu davayı geri çekiniz.
Bu talebimden sonra UYAP üzerinden dava kaybolmuştu. Polislerin dayak olayını izleyince 2. Sınıf vatandaş olduğumu hatırlayıp mahkemeyi arama ihtiyacı hissettim. Şok oldum. Dava geri çekilmemiş benim takip edememem için UYAP tan kaldırılmıştı. Ve mahkemeye gidip dilekçe verdikten sonra neden böyle bir şey olduğunu irdeledim.
Ve konuyu kendimce basit olarak çözdüm. Hemen sonuçlanan dilekçeleri verenler 1. Sınıf vatandaştılar. Ve benim gibi 2. Sınıf bir vatandaş için şikayetçi olduklarından yalan beyanda bulunmuş olsalar dahi hemen talepleri sonuçlandırılıp ben cezalandırılıyordum.
Bense 2. Sınıf vatandaş olarak 1. Sınıf vatandaşları ilgilendiren konularda dilekçeler veriyordum. Doğal olarak ta 1. Sınıf vatandaşlar, 2. Sınıf bir vatandaş için ait olma duyguları gereği 1. Sınıf vatandaşlar için işlem yapmıyorlardı.
Ben dün itibariyle bu durumu anlatmaya ve benim gibi 2. Sınıf vatandaş muamelesi gören kişileri organize etmeye çalışmaya karar verdim.
Kendinizi hangi konum ve koşulda olursa olsun 2. Sınıf olarak hissediyorsanız beni takip eder misiniz? Ses verir misiniz?
Ses vermez iseniz de, 75 milyon insan içinde sadece ben 2. Sınıf vatandaş isem doğal olarak başlamayı düşündüğüm işi sonlandıracağım.
Saygılarımla