DİRİLİŞ VE YENİDEN YAPILANMA...20...

Özgür DENİZ - 30.06.2012

Sevgili dostlar! Victor Hugo’nun ‘’Gülen Adam’’ isimli romanın da, olay kahramanı Ursus’un, Gwiplain’e söyledikleri, bir köleye ait bazı öğütlerdir. ‘’Büyükler için geçerli olan ilk kural; hiçbir şey yapmamak, küçükler için geçerli olan kural ise; hiçbir şey söylememektir. Yoksulun tek bir dostu vardır; sükût. O, sadece tek bir kelimeyi ağzından çıkarmalıdır: Evet. İtiraf etmek ve razı olmak; bütün hakkı budur. Hâkim karşısında evet, kral karşısında da. Büyükler canları isterse bizi kırbaçlayabilirler. Ben bu kırbaçlardan yedim. Bu, onların üstünlük hakkıdır. Kemiklerimizi kırmakla, büyüklüklerinden hiçbir şey kaybetmezler.’’ Bu izahlar, köle psikolojisini net olarak tasvir etmektedir. Köle her şartta ‘’evet’’ der. Kalıpsal olarak olumlu bir anlama sahip olan ‘’evet’’ kelimesi, niteliksel olarak olumsuzdur. Çünkü iradeyi sıfırlayan ve özgürlüğü, özgür aklı, ruhu iptal eden bir mahiyete sahiptir. Hülasa; insan varlığında, demokrasinin üzerine inşa edileceği temel zeminin inkârı ve reddidir. Demokrasi de insanlar gizli köledirler. Ama bu durum pembe tablolarla gizlenir. İslam ise, insana her türlü siyasal ve sosyal değerin üstünde bir değer, şeref bahşetmiştir. Kur’an’ı Kerim’de insana bu değeri veren Yüce ve Aziz Allah İsra Suresi’nin 70. Ayetinde; ‘’insanı şerefli kıldık’’ demektedir. Ama ne yazık ki, insanoğlu, tağutlara ve onların ideolojilerine tapmakla şerefini beş paralık etmiştir, etmektedir. Ve de işin en ilginç yönü, ideolojiler tavassutu ile kendine şeref bahşeden Aziz ve Yüce Allah’a savaş açmaktadır. İnsan, bu kadar cahil ve nankördür. Hatta daha ötesi, ahmaktır, alıktır. Sana şeref bahşedene, küfürle cevap vermek; bu düpedüz mallıktır. Kimse kusura kalmasın ama bu yüce ve berrak gerçeği inkâr edebilecek hiçbir kimse yoktur.

 

Sevgili dostlar! Mevzubahis olan ayet, kâğıda dökülmemiş olan İslam Anayasasının bir tür başlangıç bölümünü teşkil etmektedir. Böyle bir başlangıç cümlesi, taşıdığı anlam itibariyle demokrasi modellerinin hiçbirisinde mevcut değildir ve olması da kabil değildir. İslam’ın insana bakışı, onu, Allah’ın verdiği şerefli konuma oturtma esasına yani onda ki ilahi boyuta istinat etmektedir. Bir Allah’ın insana verdiği yüce değere bakınız, bir de demokrasi denilen pisliğin indinde ki insanın durumuna bakınız. Herhalde kıyas yapabilecek zekâmız vardır. Zira gövdemiz üstünde taşıdığımız başı boşuna taşımıyoruzdur. Her şeyi biliyoruz ve sürekli ahkâm kesiyoruz ya, bunu da idrak edebiliriz! Allah, insanın, köleleşmesini de, efendi olmasını da yasaklamıştır. Zira birinin temelinde kibir vardır, diğerinin sonucunda ise zillet vardır. Ama ikisi de insan şerefine mugayirdir. Keşke bunları idrak edebilsekte, İslam’ı bizlere bilerek yanlış sunmaya çalışan tağutların kirli niyetlerini fark edip, tuzaklarını başlarına çalabilsek.  

 

Sevgili dostlar! Bizim en büyük sorunumuz; bizim için neyin iyi, neyin kötü olduğu konusunda bir karara varamamış olmamızdır. Bu konuyu netleştirmek ve çözümü için çareler aramak vazifedir üzerimize. Bir de; neyi, niçin ve kimin için yaptığımızı bilemememizdir. Bu konuda da çok ciddi kusurlarımız olduğu bir vakıadır. Bu tespitler, hayatın derinlerinden fışkıran gerçeklerdir. Tarifi imkânsız bir belirsizliğin ve koyu bir karanlığın tutsaklarıyız. Ciddi bir hamlemiz de yok bu cendereden çıkmak adına. Söyleyin lütfen; hem Müslüman’ım demek hem de Allah’ın hükümlerine muhalefet etmek nasıl olmaktadır, nasıl becerilmektedir? Hem Müslüman olduğunu iddia etmek hem de İslam düşmanları ile aynı sofrada bulunmak nasıl bir duygudur? İslam davası güttüğünü iddia etmek ama Müslümanların en ufak kusurunda safları terk edip, kafirlerin saflarına iltihak etmek, bu nasıl bir anlayıştır? Allah’ın gösterdiği yoldan başka, insanlık adına kurtuluş sunan bir yolun olmadığını bilmek için binlerce kitap okumaya lüzum yoktur. Hayatı samimi ve doğal olarak müşahede eden biri bunu fark edebilir. Kendimizi Kur’an’ın ve Sünnet’in berrak sularına bırakmıyorsak, elbette göletlerin mahkûmu olmak ve kirlerden bir türlü arınamamak kaderimizdir. Kur’an’ı elimize alıp okuyacağımıza, gidiyoruz başkalarının gölgesinde, başkalarının aklıyla Kur’an’ı okumaya çalışıyoruz. Ya da başkalarının aklıyla, üstelikte İslam düşmanlarının aklıyla, Kur’an’a düşman oluyoruz. Oysa Kur’an kapalı bir kitap değil, baştan sona belirsizlik üreten bir kitap değil, bir başkasının aklı olmadan anlaşılamayacak bir kitap değil. Ama bizlere; başkası olmadan anlayamazsınız demişler hep ve bizde inanmışız. Faraza başkasının aklıyla anlamaya çalışsak bile, o başkalarını bile Kur’an’a vurmak gerekir yine de. Bunu da yapmamışız, çünkü korkutulmuşuz, başkaları hep büyük ve layüsel gösterilmiş bize. Bu da dehşetli bir din sömürüsünün yolunu açmış. Millet direk okyanusa dalacağına, göletlerden okyanusa ulaşma yolunu seçmiş. Böyle olunca da, okyanusa ulaşıncaya kadar mütemadiyen kirlenmiş. Artık okyanusa ulaşsa ne fayda! Yine aynı şekilde, başkalarının Kur’an’a yönelik iftiralarını, hesapsız kitapsız kabul edip, Kur’an’a yaklaşmaktan korkmuşuz. Sanki yaklaştığımız zaman, bizi alıp götürüp karanlığa tutsak edecek diye düşünmüşüz. Bilmemişiz ki; bizi, bizden alıp kendisine tutsak edenlerin karanlığından kurtaracak ve yeni bir dünya kurmamıza yardım edecektir Kur’an.

Tarih: 30.06.2012 Okunma: 655

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?