DİRİLİŞ VE YENİDEN YAPILANMA...31...

Özgür DENİZ - 29.10.2012

Sevgili dostlar! Olguları doğru anlamalıyız, doğru tahlil etmeliyiz. Olguları şunun bunun sunduğu gibi değil, kökenine bakarak tetkik etmeliyiz. Çünkü kişiler bir yerde indi mülahazalarını bize sunarlar ama kökler bize mutlaka doğruyu söylerler. Kişiler bazında kökleri değil, kökler bazında kişileri değerlendirmeliyiz. Kişiler köklere uyuduğu sürece muteberdir, uymadıkları zaman ise cehenneme kadar yolları vardır. Mutlaka ama mutlaka bilmeliyiz, anlamalıyız, idrak etmeliyiz ve kesin şekilde inanmalıyız ki; Kur’an’sız kök olmaz, hayat olmaz, mutluluk olmaz, cennet olmaz. Kur’an’sız bir dünya karanlıktır, bataklıktır, pisliklerle doludur. Kur’an’sız bir dünya; insansız, ahlaksız, adaletsiz bir cehennemdir. İnsanın da, ahlakın da, adaletin de kökeni Kur’an’dır. Yalansam, namertlik ve sahtekârlık yapıyorsam şayet; Kur’an’sız yaşamların sonlarına ve insanlığa sunduklarına lütfen bakıveriniz.

 

Sevgili dostlar! İşte bu yüzden ilk evvelde yapılması gereken, Kur’an’ı hayatımızın merkezine yerleştirmemiz ve Kur’an ile hayatımızı yeniden kurmamız gerekiyor. Kitabımızın isminin bile Kur’an olmasının çok büyük hikmetleri olsa gerek. Türk Milletinin evlatları olarak bu derin ve yüce gerçeği mutlak surette fark ve idrak etmemiz gerekiyor. Yobazlık, gericilik ayrıdır; İslam apayrıdır. Bu ayrımı çok iyi yapmamız icap ediyor. Gerçeğe, hakikate sadakat asla yobazlık ve gericilik olamaz. İslam; düzen demektir, temizlik demektir, çalışmak demektir, aydınlık demektir, en gerçek ilericilik demektir. Her şeyin şirazesinden çıkmasının, düzenlerin bozulmasının, insanlığın çürümesinin ve dünyanın karanlığa mahkûm olmasının yegâne sebebi Kur’an’sızlıktır. İnsanlar Kur’anı terk ettikçe, unuttukça ve Kur’an’dan uzaklaştıkça, yalnız kalmıştır, sürgüne mahkûm olmuştur, istikametini şaşırmıştır, bataklığa saplanıp kalmıştır. Kur’an’da; aranızda anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve Resulüne müracaat ediniz denmektedir. Yani, insanları birleştiren yegâne ölçü Kur’an’dır. İnsanları birleştirebilecek başka hiçbir kuvvet yoktur, olmasının imkânı da yoktur. Çünkü sadece Kur’an bütün fıtratları kuşatır, Kur’an haricinde hiçbir beşeri düşünce bütün fıtratları kuşatamaz, ikna edemez. Zira yegâne ve mutlak doğru olan, ancak Kur’an’dır. Bu yüzden ilk evvelde birleşeceğimiz noktayı bilmemiz gerekiyor. Sonra da ona göre hayatımızı, ilişkilerimizi tanzim etmemiz gerekiyor. Yaşam konusunda sıkıntımız olmuş olsa bile, yine de Kur’an-i yaşamı istemeliyiz, arzulamalıyız. Eğer bugün kimliğimiz Kur’an-i zeminden kaymamış, kaydırılmamış olsaydı, olabileceğimiz en ileri noktada olurduk. Ama ne hazin ki, dinimizle bütünleşen ve dinden ilham alarak yücelip, yükselen kimliğimizi dinden arındırdık ve ayırdık. Böyle yapınca millet olarak bizde ayrıldık. Gövdeye tutulu her parça koparılmaya çalışıldı. Dinimiz gericilik olarak tavsif edildi. Ama güya din olduğu düşünülen diğer olgular ilericilik olarak takdim edildi. Buradan da, İslam hayatın dışına atılmaya çalışıldı. Sözde, din hayatın dışına aktarılınca ilerleyecektik ama geriye bile değil, en geriye düştük, köpekleştik, sürüleştik. Bu bir kandırmacaydı, yanıltmaydı, sorgulamadan inandık ve kabul ettik. Çünkü olayı bu şekilde yansıtanları Türk Milletinin bir ferdi olarak kabul ettik, tanıdık, bildik. Oysa Kur’an’ı ne okuduk ne de anladık. Birilerinin zehirli fikirleriyle Kur’an’a yaklaştık. Eğer Kur’an’ı doğru düzgün okusaydık, anlasaydık, tetkik ve tahlil etseydik ve yaşama da layığı ile aktarsaydık, yemin ediyorum bizi yakalayabilecek tek bir millet çıkmazdı şu dünya denilen mekânda. En ileri de biz olurduk, en güçlü de biz olurduk, en bilgili de biz olurduk. Hatta ve hatta âleme nizam verende biz olurduk. Ama olmadı, oldurmadılar. Bizde olması ve oldurulması adına gayret göstermedik. Kolay yolu tercih ettik. Herkes kendine yeni bir yol buldu, yeni bir düşünce icat etti. Hala aynı cehaletin mahkûmlarıyız ne yazık ki.

 

Sevgili dostlar! Eğer Kur’an’a kulak vermiş olsaydık ve kulağımıza geleni doğru algılamış, anlamış ve idrak etmiş olsaydık ve algılayıp, anladıklarımızı da yaşama aktarmaya gayret etseydik; emin olunuz, ekonomik olarakta, siyaset olarakta, din olarakta bağımsız olurduk ve yükseklerde bulunurduk. Ne milletimiz zelil olurdu, ne gövdemiz tarumar olurdu, ne vatanımız payimal edilebilirdi ne de dinimiz tahrif ve tahrip edilebilirdi. Hatta ne de kan deryasına dönen ümmet coğrafyası şu an ki halde olurdu. Ne Doğu Türkistan ne Çeçenya ne Filistin ne Arakan ve ne de başka bir coğrafya da şu an ki yaşananlar asla yaşanmazdı ya da bu boyutta yaşanmazdı. Hiçbir kâfir buna cüret edemezdi. Bütün İslam âlemi yekvücut ve tek fikir olurdu ve insanlığın kaderini tayin ederdi. Ama Kur’an’sızlık bizi mahvetti, parçaladı, sefil ve zelil duruma düşürdü. İnsanlığın kader tayin edicisi, yol göstericisi iken; kaderi tayin edilen ve yol gösterilen bir millet olduk. Acı olsan ise, bunun farkına varamadık, hala da varmış değiliz. Sevgili dostlar! Kur’an’da bulunmayan hiçbir şey yoktur. Ama bizler bulup çıkarmalıyız, ince noktaları bulup çıkaran ve bizleri mutlak olarak aydınlatan aziz önderimizi (sav) dinlemeliyiz. Bizim Kur’an’dan ve Önderimizden (sav) başka mutlak olarak inanacağımız, tabi olacağımız, dinleyeceğimiz hiçbir şahıs, kurum ya da kuruluş olmaz, olamaz asla. Bilakis aynı süregelen acı kaderin ve değişmez kederin mahkûmları olarak sürünür gideriz. Kurtuluşumuz, kalkınmamız, koşmamız, ilerlememiz, tek gövde olarak yaşamamız, kâfirler karşısında aşılamaz bir set halinde bulunmamız ve durmamız kesinlikle Kur’an’a bağlıdır. Kur’an haricinde ne varsa boğucudur, Kur’an ise nefestir, hayattır, ferahlıktır. Bunu öyle ya da böyle fark ve idrak etmek zorundayız. Tabi insanca yaşamak ve değişmez kaderi değiştirmek ve yeniden insanlığın önderi olmak istiyorsak.

 

Sevgili dostlar! Eğer bir aile kendi içinde güçlü ve sağlıklı ilişkiye ve iletişime sahip değilse, başkaları karşısında daima aciz kalır ve ezik olur. Aynı şekilde kendi dinamikleri, değer yargıları ile yolunu bulmuyorsa ve yaşamıyorsa yine aciz ve zavallı durumda olur. Dışarıya karşı zayıf olmak istemiyorsa, kendi içinde güçlü olmak ve kendi değer yargılarına tutunarak yaşamak zorundadır. Daha sonra ise akrabalar gelir, akrabalar da kendi aralarında sağlıklı bir ilişkiye sahip değilseler ve kendi ruh dinamikleri ile yaşamıyorlarsa, karşılarında bulunan cepheye karşı dik durmaları ve varlıklarını korumaları kabil değildir. Gerek aileler, gerekse akrabalar arasında birlik bağları muhkem olmalıdır ve değerler yaşanılır, görünür kılınmalıdır. Tıpkı bunun gibi, Türk Milleti de eğer kendi içinde sağlıklı ve güçlü bir iletişime ve ilişkiye sahip değilse, kendi değer yargıları (din ve töre) ile yaşamıyorlarsa ve bu değerlerin varlıklarını görünür kılmıyorlarsa şayet, diğer milletler karşısında daima zayıf kalmaya ve güdülmeye mahkûmdur. Ve yine bütün Türk dünyası bir bütün değilse, birlik içinde olamıyorsa, din ve töre üzerinde birleşemiyorlarsa düşman cepheye karşı muzaffer olmaları kabil değildir ve olamazlar. Bu yüzden, ilk evvelde kendi içimizde birliği sağlamamız ve kendi değerlerimizi yaşama aktarmamız gerekmektedir. Sonra da bütün Türk soyları arasında birlik sağlanmalıdır ve din ve töre; ilişkilerin, iletişimin temelini oluşturmalıdır. Bizim birliğimiz, diğer Müslüman milletlerin de birlik olmasını tetikleyecektir. Ve bütün Müslüman milletlerin birleşmesiyle devasa bir güç hâsıl olacaktır. Ve bu güç, ümmetin, kâfirler karşısında izzetli ve şerefli şekilde durmasını netice verecektir. Nihayet büyük birlik, ümmetin birliği, tahakkuk edecek ve asırlık zillet son bulacaktır.

Tarih: 29.10.2012 Okunma: 667

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?