Sevgili dostlar! Olguları doğru anlamalıyız,
doğru tahlil etmeliyiz. Olguları şunun bunun sunduğu gibi değil, kökenine
bakarak tetkik etmeliyiz. Çünkü kişiler bir yerde indi mülahazalarını bize
sunarlar ama kökler bize mutlaka doğruyu söylerler. Kişiler bazında kökleri
değil, kökler bazında kişileri değerlendirmeliyiz. Kişiler köklere uyuduğu
sürece muteberdir, uymadıkları zaman ise cehenneme kadar yolları vardır. Mutlaka
ama mutlaka bilmeliyiz, anlamalıyız, idrak etmeliyiz ve kesin şekilde
inanmalıyız ki; Kur’an’sız kök olmaz, hayat olmaz, mutluluk olmaz, cennet
olmaz. Kur’an’sız bir dünya karanlıktır, bataklıktır, pisliklerle doludur. Kur’an’sız
bir dünya; insansız, ahlaksız, adaletsiz bir cehennemdir. İnsanın da, ahlakın
da, adaletin de kökeni Kur’an’dır. Yalansam, namertlik ve sahtekârlık
yapıyorsam şayet; Kur’an’sız yaşamların sonlarına ve insanlığa sunduklarına
lütfen bakıveriniz.
Sevgili dostlar! İşte bu yüzden ilk evvelde
yapılması gereken, Kur’an’ı hayatımızın merkezine yerleştirmemiz ve Kur’an ile
hayatımızı yeniden kurmamız gerekiyor. Kitabımızın isminin bile Kur’an
olmasının çok büyük hikmetleri olsa gerek. Türk Milletinin evlatları olarak bu
derin ve yüce gerçeği mutlak surette fark ve idrak etmemiz gerekiyor. Yobazlık,
gericilik ayrıdır; İslam apayrıdır. Bu ayrımı çok iyi yapmamız icap ediyor. Gerçeğe,
hakikate sadakat asla yobazlık ve gericilik olamaz. İslam; düzen demektir,
temizlik demektir, çalışmak demektir, aydınlık demektir, en gerçek ilericilik
demektir. Her şeyin şirazesinden çıkmasının, düzenlerin bozulmasının,
insanlığın çürümesinin ve dünyanın karanlığa mahkûm olmasının yegâne sebebi
Kur’an’sızlıktır. İnsanlar Kur’anı terk ettikçe, unuttukça ve Kur’an’dan
uzaklaştıkça, yalnız kalmıştır, sürgüne mahkûm olmuştur, istikametini
şaşırmıştır, bataklığa saplanıp kalmıştır. Kur’an’da; aranızda anlaşmazlığa
düşerseniz, Allah’a ve Resulüne müracaat ediniz denmektedir. Yani, insanları
birleştiren yegâne ölçü Kur’an’dır. İnsanları birleştirebilecek başka hiçbir kuvvet
yoktur, olmasının imkânı da yoktur. Çünkü sadece Kur’an bütün fıtratları
kuşatır, Kur’an haricinde hiçbir beşeri düşünce bütün fıtratları kuşatamaz,
ikna edemez. Zira yegâne ve mutlak doğru olan, ancak Kur’an’dır. Bu yüzden ilk
evvelde birleşeceğimiz noktayı bilmemiz gerekiyor. Sonra da ona göre
hayatımızı, ilişkilerimizi tanzim etmemiz gerekiyor. Yaşam konusunda sıkıntımız
olmuş olsa bile, yine de Kur’an-i yaşamı istemeliyiz, arzulamalıyız. Eğer bugün
kimliğimiz Kur’an-i zeminden kaymamış, kaydırılmamış olsaydı, olabileceğimiz en
ileri noktada olurduk. Ama ne hazin ki, dinimizle bütünleşen ve dinden ilham
alarak yücelip, yükselen kimliğimizi dinden arındırdık ve ayırdık. Böyle
yapınca millet olarak bizde ayrıldık. Gövdeye tutulu her parça koparılmaya çalışıldı.
Dinimiz gericilik olarak tavsif edildi. Ama güya din olduğu düşünülen diğer olgular
ilericilik olarak takdim edildi. Buradan da, İslam hayatın dışına atılmaya
çalışıldı. Sözde, din hayatın dışına aktarılınca ilerleyecektik ama geriye bile
değil, en geriye düştük, köpekleştik, sürüleştik. Bu bir kandırmacaydı,
yanıltmaydı, sorgulamadan inandık ve kabul ettik. Çünkü olayı bu şekilde
yansıtanları Türk Milletinin bir ferdi olarak kabul ettik, tanıdık, bildik.
Oysa Kur’an’ı ne okuduk ne de anladık. Birilerinin zehirli fikirleriyle
Kur’an’a yaklaştık. Eğer Kur’an’ı doğru düzgün okusaydık, anlasaydık, tetkik ve
tahlil etseydik ve yaşama da layığı ile aktarsaydık, yemin ediyorum bizi
yakalayabilecek tek bir millet çıkmazdı şu dünya denilen mekânda. En ileri de
biz olurduk, en güçlü de biz olurduk, en bilgili de biz olurduk. Hatta ve hatta
âleme nizam verende biz olurduk. Ama olmadı, oldurmadılar. Bizde olması ve
oldurulması adına gayret göstermedik. Kolay yolu tercih ettik. Herkes kendine
yeni bir yol buldu, yeni bir düşünce icat etti. Hala aynı cehaletin
mahkûmlarıyız ne yazık ki.
Sevgili dostlar! Eğer Kur’an’a kulak vermiş
olsaydık ve kulağımıza geleni doğru algılamış, anlamış ve idrak etmiş olsaydık
ve algılayıp, anladıklarımızı da yaşama aktarmaya gayret etseydik; emin olunuz,
ekonomik olarakta, siyaset olarakta, din olarakta bağımsız olurduk ve
yükseklerde bulunurduk. Ne milletimiz zelil olurdu, ne gövdemiz tarumar olurdu,
ne vatanımız payimal edilebilirdi ne de dinimiz tahrif ve tahrip edilebilirdi.
Hatta ne de kan deryasına dönen ümmet coğrafyası şu an ki halde olurdu. Ne Doğu
Türkistan ne Çeçenya ne Filistin ne Arakan ve ne de başka bir coğrafya da şu an
ki yaşananlar asla yaşanmazdı ya da bu boyutta yaşanmazdı. Hiçbir kâfir buna
cüret edemezdi. Bütün İslam âlemi yekvücut ve tek fikir olurdu ve insanlığın
kaderini tayin ederdi. Ama Kur’an’sızlık bizi mahvetti, parçaladı, sefil ve
zelil duruma düşürdü. İnsanlığın kader tayin edicisi, yol göstericisi iken;
kaderi tayin edilen ve yol gösterilen bir millet olduk. Acı olsan ise, bunun
farkına varamadık, hala da varmış değiliz. Sevgili dostlar! Kur’an’da
bulunmayan hiçbir şey yoktur. Ama bizler bulup çıkarmalıyız, ince noktaları
bulup çıkaran ve bizleri mutlak olarak aydınlatan aziz önderimizi (sav) dinlemeliyiz.
Bizim Kur’an’dan ve Önderimizden (sav) başka mutlak olarak inanacağımız, tabi
olacağımız, dinleyeceğimiz hiçbir şahıs, kurum ya da kuruluş olmaz, olamaz
asla. Bilakis aynı süregelen acı kaderin ve değişmez kederin mahkûmları olarak
sürünür gideriz. Kurtuluşumuz, kalkınmamız, koşmamız, ilerlememiz, tek gövde
olarak yaşamamız, kâfirler karşısında aşılamaz bir set halinde bulunmamız ve
durmamız kesinlikle Kur’an’a bağlıdır. Kur’an haricinde ne varsa boğucudur,
Kur’an ise nefestir, hayattır, ferahlıktır. Bunu öyle ya da böyle fark ve idrak
etmek zorundayız. Tabi insanca yaşamak ve değişmez kaderi değiştirmek ve
yeniden insanlığın önderi olmak istiyorsak.
Sevgili dostlar! Eğer bir aile kendi içinde
güçlü ve sağlıklı ilişkiye ve iletişime sahip değilse, başkaları karşısında
daima aciz kalır ve ezik olur. Aynı şekilde kendi dinamikleri, değer yargıları
ile yolunu bulmuyorsa ve yaşamıyorsa yine aciz ve zavallı durumda olur.
Dışarıya karşı zayıf olmak istemiyorsa, kendi içinde güçlü olmak ve kendi değer
yargılarına tutunarak yaşamak zorundadır. Daha sonra ise akrabalar gelir,
akrabalar da kendi aralarında sağlıklı bir ilişkiye sahip değilseler ve kendi
ruh dinamikleri ile yaşamıyorlarsa, karşılarında bulunan cepheye karşı dik
durmaları ve varlıklarını korumaları kabil değildir. Gerek aileler, gerekse
akrabalar arasında birlik bağları muhkem olmalıdır ve değerler yaşanılır,
görünür kılınmalıdır. Tıpkı bunun gibi, Türk Milleti de eğer kendi içinde
sağlıklı ve güçlü bir iletişime ve ilişkiye sahip değilse, kendi değer
yargıları (din ve töre) ile yaşamıyorlarsa ve bu değerlerin varlıklarını
görünür kılmıyorlarsa şayet, diğer milletler karşısında daima zayıf kalmaya ve
güdülmeye mahkûmdur. Ve yine bütün Türk dünyası bir bütün değilse, birlik içinde
olamıyorsa, din ve töre üzerinde birleşemiyorlarsa düşman cepheye karşı
muzaffer olmaları kabil değildir ve olamazlar. Bu yüzden, ilk evvelde kendi
içimizde birliği sağlamamız ve kendi değerlerimizi yaşama aktarmamız
gerekmektedir. Sonra da bütün Türk soyları arasında birlik sağlanmalıdır ve din
ve töre; ilişkilerin, iletişimin temelini oluşturmalıdır. Bizim birliğimiz,
diğer Müslüman milletlerin de birlik olmasını tetikleyecektir. Ve bütün
Müslüman milletlerin birleşmesiyle devasa bir güç hâsıl olacaktır. Ve bu güç,
ümmetin, kâfirler karşısında izzetli ve şerefli şekilde durmasını netice
verecektir. Nihayet büyük birlik, ümmetin birliği, tahakkuk edecek ve asırlık
zillet son bulacaktır.