Anlamak ve
anlaşılmak bir insan için, akciğerin havaya ihtiyacı kadar hayatidir. Ama anlamak
ve anlaşılmak, düşünmeyi koşul kılar. Anlamanız için iyi düşünmeniz,
anlaşılmanız içinde iyi düşünülmeniz icap eder. Anlamadığınız şeyi iyi
tanıyamazsınız, tanıyamadığınız içinde o şeye kendinizi veremezsiniz ya da
nasıl vereceğinizi bilemezsiniz. Basit ve günlük bir misal verelim; bugün muallimler
günü deniliyor. Ama bugün, muallimleri anlama ve anma günü değildir. Ki,
bugünün icadı da bu yüzden olmamıştır. Bugün, eğitim camiasının ve eğitim
camiası adına sair insanlarında sömürüldüğü bir gündür. Çünkü muallimleri
anlayan yoktur, anlamak isteyenlerde yoktur. Daha doğrusu ve açıkçası muallimleri
düşünen yoktur. Öyleyse, bugünü kutlamak absürttür. Kutlayanlarda, ya anlamadan
kutlamaktadırlar ya da en büyük sahtekârdırlar. Muallimlerin neyini
kutlayabilmek kabildir? Sefaletlerini mi, mahrumiyetlerini mi, esaretlerini mi,
acılarla ve ızdıraplarla dolu yaşamlarını mı kutlayacağız? Sevgili dostlarım! Bir
ömrü, mutlu olmak adına fani ve saçma zevklerin peşinde koşarak heba ediyoruz. Dünyanın
ve kendimizin, zevk için var olduğunu-olduğumuzu sanıyoruz. Bu yüzden
mutluluğu, zevklere ulaşmak olarak algılıyoruz. Binaenaleyh, mutluluk avına
çıkıyoruz ama avlanacağımızı hiç hesap edemiyoruz. Dünya da mutlak mutluluğun
olmadığını bir türlü fark ve idrak edemiyoruz. Çünkü hiçbir eylemimizin ve
hareketimizin temelinde, düşünme ve anlama faaliyeti yoktur. Eğer
hareketlerimizi, düşünme ve anlama temelinde gerçekleştirmiş olsaydık, çok
farklı hareket ederdik. Yaptığımız nice şeyleri yapmaktan ya utanırdık ya da
imtina ederdik. En basitinden, bugünü kutlamazdık ve bugünü kutlayacağız diye
cahil kodamanlara kendimizi sömürtmezdik. Belki, bir arkadaşımızı mutlu edelim,
kendimiz de mutlu olalım, manevi bir atmosfer yaratalım ve böylece yaşamın
keyfini çıkaralım diyoruz ama arka planda ki devasa rantı hiç hesaba
katmıyoruz.
Niye
düşünmüyoruz ve anlamaktan kaçıyoruz anlamıyorum. Evet, sancılı bir şey ama
korkmamamız ve kaçmamamız lazım. Çünkü faydası kendimize olan bir şeyi ihmal
etmek alıklık değil de nedir? Düşünmüyoruz kalp kırıyoruz, anlamıyoruz yanlış
yollara sapıyoruz. Bedelini de kendimiz ödüyoruz ve bizle birlikte milletimiz,
ülkemiz ve insanlık ödüyor. Bilgelerin hayatı değilde, cahillerin hayatı bizi cezbediyor.
Bilgelere kulak kabartmıyoruz ama sahtekâr ve namussuz politikacılar ne
söylerlerse yutuyoruz. Sanatçı etiketi taşıyan şaklabanlara ve onların
şaklabanlıklarına en kıymetli hazinemizi yatırıyoruz; zamanımızı ve
gençliğimizi. Peygamberimize (sav) ayırmadığımız vaktimizi, vermediğimiz
değeri, gidiyoruz beş para etmez şerefsizlere ayırıyor ve veriyoruz. Peygamberimizi
(sav)dinlemiyoruz ama bir yığın malı dinlemekten bıkmıyoruz. Oysa cahillerin (politikacı,
sanatçı vs. denilen şaklabanların, sahtekârların ve şeref yoksunlarının)
hayatları ne kadar da boş ve lüzumsuzdur. Bütün cahillikler, içi boş bir ceviz
gibidirler. Belki dışarıdan bakınca güzel, alımlı gözükebilirler ama içine
girince bayağılıklarla dolu olduğunu görürsünüz. Bir genç diyor ki; en büyük
hayalim, işte bilmem hangi sanatçıyla birlikte olabilmektir. Ne kadar sığ,
basit ve anlamsız bir duygu. Bu kişiyle otursanız, öyle şeyler söyler ki, sanki
her şeyi anlamış ve biliyor. Ama hiçbir şey bilmiyor ve bilmediğini de
bilmiyor. Zavallıcık en kıymetli armağan olan ömrünü, ne kadar da saçma sapan
şeylere hasrediyor. Hayır, birlikte olmak, dinlemek, bizatihi hissetmek
istediğin kişi, bilge bir kişi olsa, bir eylem adamı olsa eyvallah ama değil. Yorumlarımız,
yaşamlarımız, düşlerimiz, düşüncelerimiz, duygularımız, emellerimiz ve
yollarımız ne kadar da sığ, basit ve derinliksiz. Bilen değil, ‘’çokbilmiş’’iz! Anlayan değil, ‘’anladığını sanan’’ız.
Hayatın her
yanından cehalet, aptallık, ahmaklık, alıklık bir nehir gibi akıyor adeta. Çok yavan
yaşıyoruz. Tabi müstesna olanlar yok değil. Ki, o müstesna olanların da müstesna
olduklarının farkındayız. Bizim sözümüz çoğunluğa. Bizler, yanlışı, çoğunluk
yaptığı zaman doğru sanıyoruz. Oysa yanlış, her zaman yanlıştır. Ta ki,
çoğunluk tarafından yapılmış olsa bile. Çoğunluğa uymak cahillik belirtisidir. Önemli
olan, zor da olsa, doğru olan aza talip olabilmek ve azı takip edebilmektir. Ki,
zaten, çoğunluğun olduğu yerde hakikatin olması imkânsız gibi bir şeydir. Hakikat,
çoğunluğun olduğu yerde olsaydı, bilgeliğin ne anlamı olurdu? Zira bilgeler,
genelde yalnız insanlardır. Yalnızlıklarının sebebi de bilge oluşlarıdır. Düşünme
ve anlama temelli yaşamalarıdır. Evet, hiç kuşkusuz ki, insanın düşünmemesi
adına her şeyin ittifak halinde olduğu bir çağda yaşıyoruz. Ama direnmeliyiz,
düşünmek ve anlamak için, anlamlı bir hayat yaşamak için. Gerçeği fark etmek,
fark edilen gerçeğe göre bir hayat kurmak için direnmeliyiz. Dostluğumuz,
sevgimiz, aşkımız, çalışmamız, eylemlerimiz, duygularımız ve düşüncelerimiz
anlam dolu olmalı. Zevklerimiz bile anlam dolu olmalı. Bizler daha çok ruh
değil de, beden eksenli yaşadığımız için anlamdan mahrum kalıyoruz. Düşünmeye değil,
ucuz ve bayağı zevklere dalıyoruz. Bu da bizi alıklaştırıyor maalesef.
Sevgili dostlarım!
İnsan için, en asil ve yüceltici eylem, hakikati aramak adına verdiği kavgadır.
Bu kavgayı da, ancak düşünenler ve anlayanlar verebilirler. Bu kavga basit
kişiliklerin verebileceği bir kavga değildir. Basit kişilikler ancak zevklere
ulaşmanın kavgasını verebilirler. Çünkü basit kişilikler beden eksenli
yaşarlar, bedenin tatmini de ancak boş zevklerle olur. Ama ruh eksenli
yaşayanlar vicdanlarının ve beyinlerinin doyumunu arzularlar. Bu yüzen hiçbir
şeyi kolay elde etmezler ve elde ettiklerinin de değerini bilirler. Bunlar,
kendilerini kontrol ederler, kontrol ettirtmezler. Kendi kendilerinin
efendileridirler. Düşünen ve anlayan insanlar, mutlaka kendilerini bilirler ve
kendilerine efendilik yapılmasına müsaade etmezler. Düşünen ve anlayan
insanlar; bu dünya ile bağlarını, bu dünyada ki rollerini ve vazifelerini
bilirler. Nasıl hareket edeceklerini, nasıl seveceklerini, niçin ve kim için fedakârlık
yapacaklarını bilirler. Eğer imzanız, geride bırakacağınız izinizse, nasıl bir
iz bırakacağınızı ya da bırakmanız gerektiğini düşünürsünüz ve bu düşünce sizi
farklı bir mecraya iter. Sıra dışı, anlam dolu, eylem dolu, düşünce dolu,
azların bulunduğu bir mecraya sürükler. Zira imza atmak zordur, bedeli vardır. Çünkü
sizin kimliğinizdir bir yerde imzanız.
‘’Din, ölümden önce bir işe yaramıyorsa, ölümden sonra
hiçbir işe yaramayacaktır.’’ Ali Şeriati
‘’Hak ile Batıl kavgasında yoksan, ha Cami’de olmuşsun
ha meyhanede bir farkı yoktur.’’ Ali Şeriati
‘’İyi bir zihne sahip olmanın ilk şartı; zihnine her
şeyi doldurmamaktır.’’ Seneca
‘’Dünyada
en çok düşünen, ahirette en huzurlu kişi olacaktır.’’‘’ Hz. Muhammed (sav)
‘’Allah’ın verdiği nimetleri sayacak olsanız
bitiremezsiniz.’’ Nahl-18