KURTULMAK MI İSTİYORSUN? DÜŞÜNECEKSİN!...4...

Özgür DENİZ - 24.11.2012

Anlamak ve anlaşılmak bir insan için, akciğerin havaya ihtiyacı kadar hayatidir. Ama anlamak ve anlaşılmak, düşünmeyi koşul kılar. Anlamanız için iyi düşünmeniz, anlaşılmanız içinde iyi düşünülmeniz icap eder. Anlamadığınız şeyi iyi tanıyamazsınız, tanıyamadığınız içinde o şeye kendinizi veremezsiniz ya da nasıl vereceğinizi bilemezsiniz. Basit ve günlük bir misal verelim; bugün muallimler günü deniliyor. Ama bugün, muallimleri anlama ve anma günü değildir. Ki, bugünün icadı da bu yüzden olmamıştır. Bugün, eğitim camiasının ve eğitim camiası adına sair insanlarında sömürüldüğü bir gündür. Çünkü muallimleri anlayan yoktur, anlamak isteyenlerde yoktur. Daha doğrusu ve açıkçası muallimleri düşünen yoktur. Öyleyse, bugünü kutlamak absürttür. Kutlayanlarda, ya anlamadan kutlamaktadırlar ya da en büyük sahtekârdırlar. Muallimlerin neyini kutlayabilmek kabildir? Sefaletlerini mi, mahrumiyetlerini mi, esaretlerini mi, acılarla ve ızdıraplarla dolu yaşamlarını mı kutlayacağız? Sevgili dostlarım! Bir ömrü, mutlu olmak adına fani ve saçma zevklerin peşinde koşarak heba ediyoruz. Dünyanın ve kendimizin, zevk için var olduğunu-olduğumuzu sanıyoruz. Bu yüzden mutluluğu, zevklere ulaşmak olarak algılıyoruz. Binaenaleyh, mutluluk avına çıkıyoruz ama avlanacağımızı hiç hesap edemiyoruz. Dünya da mutlak mutluluğun olmadığını bir türlü fark ve idrak edemiyoruz. Çünkü hiçbir eylemimizin ve hareketimizin temelinde, düşünme ve anlama faaliyeti yoktur. Eğer hareketlerimizi, düşünme ve anlama temelinde gerçekleştirmiş olsaydık, çok farklı hareket ederdik. Yaptığımız nice şeyleri yapmaktan ya utanırdık ya da imtina ederdik. En basitinden, bugünü kutlamazdık ve bugünü kutlayacağız diye cahil kodamanlara kendimizi sömürtmezdik. Belki, bir arkadaşımızı mutlu edelim, kendimiz de mutlu olalım, manevi bir atmosfer yaratalım ve böylece yaşamın keyfini çıkaralım diyoruz ama arka planda ki devasa rantı hiç hesaba katmıyoruz.

 

Niye düşünmüyoruz ve anlamaktan kaçıyoruz anlamıyorum. Evet, sancılı bir şey ama korkmamamız ve kaçmamamız lazım. Çünkü faydası kendimize olan bir şeyi ihmal etmek alıklık değil de nedir? Düşünmüyoruz kalp kırıyoruz, anlamıyoruz yanlış yollara sapıyoruz. Bedelini de kendimiz ödüyoruz ve bizle birlikte milletimiz, ülkemiz ve insanlık ödüyor. Bilgelerin hayatı değilde, cahillerin hayatı bizi cezbediyor. Bilgelere kulak kabartmıyoruz ama sahtekâr ve namussuz politikacılar ne söylerlerse yutuyoruz. Sanatçı etiketi taşıyan şaklabanlara ve onların şaklabanlıklarına en kıymetli hazinemizi yatırıyoruz; zamanımızı ve gençliğimizi. Peygamberimize (sav) ayırmadığımız vaktimizi, vermediğimiz değeri, gidiyoruz beş para etmez şerefsizlere ayırıyor ve veriyoruz. Peygamberimizi (sav)dinlemiyoruz ama bir yığın malı dinlemekten bıkmıyoruz. Oysa cahillerin (politikacı, sanatçı vs. denilen şaklabanların, sahtekârların ve şeref yoksunlarının) hayatları ne kadar da boş ve lüzumsuzdur. Bütün cahillikler, içi boş bir ceviz gibidirler. Belki dışarıdan bakınca güzel, alımlı gözükebilirler ama içine girince bayağılıklarla dolu olduğunu görürsünüz. Bir genç diyor ki; en büyük hayalim, işte bilmem hangi sanatçıyla birlikte olabilmektir. Ne kadar sığ, basit ve anlamsız bir duygu. Bu kişiyle otursanız, öyle şeyler söyler ki, sanki her şeyi anlamış ve biliyor. Ama hiçbir şey bilmiyor ve bilmediğini de bilmiyor. Zavallıcık en kıymetli armağan olan ömrünü, ne kadar da saçma sapan şeylere hasrediyor. Hayır, birlikte olmak, dinlemek, bizatihi hissetmek istediğin kişi, bilge bir kişi olsa, bir eylem adamı olsa eyvallah ama değil. Yorumlarımız, yaşamlarımız, düşlerimiz, düşüncelerimiz, duygularımız, emellerimiz ve yollarımız ne kadar da sığ, basit ve derinliksiz. Bilen değil, ‘’çokbilmiş’’iz! Anlayan değil, ‘’anladığını sanan’’ız.

 

Hayatın her yanından cehalet, aptallık, ahmaklık, alıklık bir nehir gibi akıyor adeta. Çok yavan yaşıyoruz. Tabi müstesna olanlar yok değil. Ki, o müstesna olanların da müstesna olduklarının farkındayız. Bizim sözümüz çoğunluğa. Bizler, yanlışı, çoğunluk yaptığı zaman doğru sanıyoruz. Oysa yanlış, her zaman yanlıştır. Ta ki, çoğunluk tarafından yapılmış olsa bile. Çoğunluğa uymak cahillik belirtisidir. Önemli olan, zor da olsa, doğru olan aza talip olabilmek ve azı takip edebilmektir. Ki, zaten, çoğunluğun olduğu yerde hakikatin olması imkânsız gibi bir şeydir. Hakikat, çoğunluğun olduğu yerde olsaydı, bilgeliğin ne anlamı olurdu? Zira bilgeler, genelde yalnız insanlardır. Yalnızlıklarının sebebi de bilge oluşlarıdır. Düşünme ve anlama temelli yaşamalarıdır. Evet, hiç kuşkusuz ki, insanın düşünmemesi adına her şeyin ittifak halinde olduğu bir çağda yaşıyoruz. Ama direnmeliyiz, düşünmek ve anlamak için, anlamlı bir hayat yaşamak için. Gerçeği fark etmek, fark edilen gerçeğe göre bir hayat kurmak için direnmeliyiz. Dostluğumuz, sevgimiz, aşkımız, çalışmamız, eylemlerimiz, duygularımız ve düşüncelerimiz anlam dolu olmalı. Zevklerimiz bile anlam dolu olmalı. Bizler daha çok ruh değil de, beden eksenli yaşadığımız için anlamdan mahrum kalıyoruz. Düşünmeye değil, ucuz ve bayağı zevklere dalıyoruz. Bu da bizi alıklaştırıyor maalesef.

 

Sevgili dostlarım! İnsan için, en asil ve yüceltici eylem, hakikati aramak adına verdiği kavgadır. Bu kavgayı da, ancak düşünenler ve anlayanlar verebilirler. Bu kavga basit kişiliklerin verebileceği bir kavga değildir. Basit kişilikler ancak zevklere ulaşmanın kavgasını verebilirler. Çünkü basit kişilikler beden eksenli yaşarlar, bedenin tatmini de ancak boş zevklerle olur. Ama ruh eksenli yaşayanlar vicdanlarının ve beyinlerinin doyumunu arzularlar. Bu yüzen hiçbir şeyi kolay elde etmezler ve elde ettiklerinin de değerini bilirler. Bunlar, kendilerini kontrol ederler, kontrol ettirtmezler. Kendi kendilerinin efendileridirler. Düşünen ve anlayan insanlar, mutlaka kendilerini bilirler ve kendilerine efendilik yapılmasına müsaade etmezler. Düşünen ve anlayan insanlar; bu dünya ile bağlarını, bu dünyada ki rollerini ve vazifelerini bilirler. Nasıl hareket edeceklerini, nasıl seveceklerini, niçin ve kim için fedakârlık yapacaklarını bilirler. Eğer imzanız, geride bırakacağınız izinizse, nasıl bir iz bırakacağınızı ya da bırakmanız gerektiğini düşünürsünüz ve bu düşünce sizi farklı bir mecraya iter. Sıra dışı, anlam dolu, eylem dolu, düşünce dolu, azların bulunduğu bir mecraya sürükler. Zira imza atmak zordur, bedeli vardır. Çünkü sizin kimliğinizdir bir yerde imzanız.  

 

‘’Din, ölümden önce bir işe yaramıyorsa, ölümden sonra hiçbir işe yaramayacaktır.’’ Ali Şeriati

 

‘’Hak ile Batıl kavgasında yoksan, ha Cami’de olmuşsun ha meyhanede bir farkı yoktur.’’ Ali Şeriati

 

‘’İyi bir zihne sahip olmanın ilk şartı; zihnine her şeyi doldurmamaktır.’’ Seneca

 

 ‘’Dünyada en çok düşünen, ahirette en huzurlu kişi olacaktır.’’‘’ Hz. Muhammed (sav)

 

‘’Allah’ın verdiği nimetleri sayacak olsanız bitiremezsiniz.’’ Nahl-18

 

Tarih: 24.11.2012 Okunma: 673

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?