Oy gizli, haber
kutsal, yorum hürdür.
Kitleleri meşgul etmek, onları gerçek dertlerinden uzaklaştırmak, bir nevi de eğlendirmek ilk çağlardan beri yöneticilerin başvurdukları bir yoldur.
Eğlence(!)yle meşgul edilen halkın zihnine, “yönetenler başarılı mı, değil mi?” gibi sorular üşüşmez, içinde bulunduğu sefalet de gözden ırak tutulmuş olur.
Roma’da arenalar vardı. Büyük, dev yapılar. On binlerce insanı içine alabilecek kadar… Orada gladyatörler birbirleriyle veya vahşi hayvanlarla dövüştürülür, halk çılgın bir şekilde alkışlar, eğlenir, naralar atar, herhalde bir taraftan da modern bilimin deyişiyle “deşarj” olurdu.
Tabii ki, gladyatörlerin “dövüşü” arenadaki birkaç saatlik ölüm-kalım mücadelesiyle sınırlı kalmıyordu. Tanınmış gladyatörlerin dövüşü günler öncesinden halka ilan ediliyor ve halkın kafası, bu dövüşte kim kimi yenecek tartışmalarıyla meşgul ediliyordu.
Arkasından, birkaç hafta da yapılmış, geride kalmış dövüş hakkında konuşulur, tartışılırdı, herhalde.
Manzara çok tanıdık gelmiyor mu?
Futbol maçlarını düşünün!
Maçlar 90 dakika ama maç hakkındaki yorumlar, konuşmalar, tartışmalar günler hatta haftalarca sürmüyor mu?
Futbol maçları kitlelerin zihnini mükemmel
bir biçimde meşgul ediyor. O bir kenarda dursun.
Fakat gittikçe kalabalıklaşan kitlelere futbol yetmiyor. Kalabalık içinden futbolun ilgilerini çekemediği başka bazı kalabalıklar çıkabiliyor. Söz gelimi kadınlar, söz gelimi ihtiyarlar…
Onların zihnini nasıl meşgul edeceksin?
Neyse ki televizyon denilen bir sihirli kutu
imdada yetişti.
Fakat televizyon öyle bir alet ki,
kitleleri uyandırmak için de kullanabilirsiniz, uyuşturmak için de!
Bu biraz televizyona hükmedenin insaf ve inisiyatifiyle, biraz da halkın eğilimleriyle alâkalı!
Bireylere ve kitlelere uyumak, uyuşmak daima daha rahat, daha kolay ve daha tatlı gelmiştir. Uyanmak, uyanık durmak, uyanık kalmak zordur. Netamelidir. Rahatsız edicidir. Uyanık kalmak bir gayreti bir cehdi gerektirir.
Nitekim yüzlerce televizyon kanalı içinde az da olsa, halkı uyarmak, uyanık tutmak, geliştirmek isteyen kanal ve programlar var ama bunlar seyirci çekemiyorlar.
Halk uyuşmaya çoktan razı!
Hangi program en çok uyuşturursa en çok seyirciyi o çekiyor.
Elbette bu kadar yoksulu olan bir ülkede para dağıtan programlar en çok tutulan programlar olacaktır.
Kırk milyonu aşkın yoksul kitleden her akşam bir kişiye, bir torba para vereceksin. O bir kişinin hayatını kurtaracaksın(!). Geriye kaç kişi kalıyor ki? Şunun şurasında topu topu 39.999.999 kişi. Sıra onlara da gelecek! Zaten onlar da sıranın kendilerine de geleceği ümidi ve kurtulan bir kişilik hayatın, herkesin hayatını kurtardığını hissettiren ruh haliyle, gece yarılarına kadar yarışma seyrediyor ve o huzurla yatağına giriyor. Ertesi gün program saatine kadar da önceki programda ne oldu, ne bitti o konuşuluyor.
Nerede?
Her yerde… Çarşıda, pazarda, dairede, öğretmenler odasında, altın günlerinde, sınıflarda, kahvehanelerde!
Her yerde.
* * *
İllüzyon: Algının
yetersiz kaldığı durumlarda beynin boşlukları doldurması suretiyle oluşan
durum. Oluşması için illüzyonist şart değildir, karanlıkta bir ağacı insan
sanmak da illüzyondur.
* * *
Körfezden
Güneşin Çocukları.
Güneş'in çocukları, bulut
gölgesinde.
Hasret Bozkırlara, tutuklu
bölgesinde.
Bilim aşmış Dünya'yı, Uzay
yolunda,
Safari'de Şahinler can verir
ülkesinde.
Güneş'in çocukları, hasret
suya,
Sonsuz karanlık gördükleri
rüya.
Umutlar İlim'siz Televizyon
şov'unda,
Fen'siz merdivenle gidilmiyor
Ay'a.
Güneş'in çocukları, sevgiden
uzak,
Kurulmuş yollarına, binlerce tuzak.
Altın Bilezik değil, kelepçe
kolunda,
Düşünmesi eylem, konuşması
yasak.
İshak Özlü
Önceki
yazıları görmek için aşağıdaki kutuya tıklayın