KURTULMAK MI İSTİYORSUN? DÜŞÜNECEKSİN!...5…

Özgür DENİZ - 07.12.2012

Ne diyordu Seneca? ‘’İyi bir zihne sahip olmanın ilk şartı; zihnine her şeyi doldurmamaktır’’ diyordu. Ne kadar isabetli bir söz değil mi? Zihne her şeyi doldurursan kirlenir ve kokar. Biz, millet olarak, zihnimize her şeyi doldurmayı çok seviyoruz. Daha doğrusu böyle değildik ama bu hale getirdiler bizi. Bu yüzden de algılama, anlama, düşünme ve idrak etme melekelerimiz dumura uğramış durumdadır. Bugün bizi kurtaracak yolu niçin bulamıyoruz, bizi yüce iyiliğe götürecek kılavuzu niye seçemiyoruz? Çünkü beynimiz ve ruhumuz temiz değil ki, temiz bir adım atmaya yardım etsinler? Niye gerçekten, hür ve bağımsız temelde düşünemiyoruz, olaylara bakamıyoruz? Niye ucu bize de dokunabilir endişesiyle hakikatin ortaya koyulmasından ürküyoruz? Çünkü kirliyiz. Temiz bir dünyada bütün kirlerimiz görülecek diye korkuyoruz. Düşünmenin, tıpkı zekâtın malı temizlediği gibi, ruhu ve beyni temizleyeceğini fark edemiyoruz. Temiz bir zihnin, berrak ve bütün dış etkilerden arınmış bir bakış açısı sunacağını fark edemiyoruz. Bir bilgin bir söz söylemiş, demiş ki; ‘’büyük kafalar, toplumda ki hak eşitliğinden tiksinir.’’ Aslında üzerinde derin düşünülse hak verilebilecek bir söz. Çünkü toplumda o kadar andaval var ki, siz o andavallarla aynı kulvarda değerlendiriliyorsunuz. Hatta bu söz eksik, toplumda hak eşitliği değil, uçurum gibi bir eşitsizlik bile var. Şöyle ki; topluma zerre katkısı olmayan bir kişi, topluma sayısız katkılarda bulunmuş bir adamdan daha çok itibar görüyor, daha çok hakka sahip oluyor. Doğal olarakta, insanda bir tiksinti hâsıl oluyor. Dördüncü sınıf beyinler, birinci sınıf beyinlere hükmediyor. Şimdi gelsin de, bilginin bahsettiği büyük kafalar bundan iğrenmesin, tiksinmesin. Sizlerin hiç tiksindiğiniz olmuyor mu bu durumdan? Eminim ki oluyordur ama yapacak bir şey yok. Böyle durumda da üstat Necip Fazıl gibi dudak ucuyla terennüm ediyoruz; ‘’akrebin kıskacında yoğurmuşsa bizi kader, aldırma bu dünya böyle gelmiş böyle gider.’’ Aynı şeyi farklı bir minvalde ve farklı bir mevzuda Arthur Schopenhauer da söylüyor. Ama yine de, her halükarda, ‘’söylesek hükmü yok, sussak gönül razı değil’’ kabilinden, hükümsüz de kalsa sözümüz, susamıyoruz haksızlıklar karşısında. Tiksinti uyandıran, mide bulandıran pislikleri de, o pislikleri işleyen pislikleri de ifşa etmeye gayret ediyoruz. Çünkü her insanın kendi yaşadığı çağına tanıklık ettiğini ve o çağın problemlerine karşı duyarlı olması gerektiğini ihsas ediyoruz.

 

Sevgili dostlar! Düşünmek öyle güzeldir ki, içiniz de, insan olarak var olduğunuza ve insan olarak kalmak adına savaşım vermeniz gerektiğine dair yüce bir his uyandırır. Rüzgârla konuşursunuz, yağmurla sevişirsiniz, nehirlerle boğuşursunuz, kuşlarla türkü söylersiniz, dağlarla dertlenir, ormanlarla yalnızlığınızı paylaşırsınız. Yalnızlığınız da bile yalnız değilsinizdir. Sevginize, bakışınıza, duruşunuza, dostluğunuza ayrı bir derinlik katar düşünmek. Bir yazıyı okumaktan, o yazıyı anlayıp tahlil edebilmekten büyük bir keyif alırsınız, düşüncenin sayesinde. Anlayışınız ayrı bir mahiyet kazanır. Kavganız bile daha anlamlı olur. İhanetten korkarsınız, hainliğin tarifsiz bir mikropluk, alçaklık olduğunu duyumsarsınız düşündüğünüz zaman. Haksızlık yapmaktan utanırsınız. Düşünen adam gerçekten asildir. Yüreği inceciktir, naiftir, narindir. Ama aynı zamanda bir o kadar isyankârdır, cesurdur. Bakınız Arthur Schopenhauer ne diyor; ‘’düşünce dolu konuşmalar, ansızın usa gelen düşünceler, yalnızca anlayışlı topluluklara uygundur. Sıradan topluluklarda onlar hiç mi hiç sevilmezler. Çünkü bu sıradan topluluklarda sevilmek için, insanın kesinlikle bön, dar kafalı olması gerekir.’’ Yaşadığımız dünyaya ne kadar da uyan bir söz değil mi? Şimdi ki çağda, bön olmak, dar kafalı olmak marifet, çünkü ucuz kafaların ama pahalı zevklerin bulunduğu dünyaya adım atmak ancak bu şekilde mümkün. İşte bu tiksindiriyor insanı. Ama suç yine insanda, çünkü düşünmekten kaçıyor ve alıklığın çukuruna bile isteye düşüyor. Sonra da düşüncesizce bağırıyor. Bilmeden seviyor, bilmeden konuşuyor, bilmeden yola çıkıyor. Bilgiye dayanan sevginin, konuşmanın, bilgiye dayanarak çıkılan yolun kıymetini idrak edemiyor. Bu durumlara hayatımızın her yönünde şahit oluyoruz, çünkü bu ucuzluklarla kuşatılmış durumdayız.

 

Değeri olanın saygı görmediği, saygı görenin ise değersiz olduğu bir dünyanın yolcularıyız ne hazindir ki. Çünkü tiksinti uyandıran ucuz insanların gönüllü mahkûmlarıyız. Oysa düşünen adam, değerli olanın kim olduğunu fark edecek kadar zekâya sahiptir. Şerefli olduğumuz iddiasındayız ama şerefsizlerin sofrasında oturuyoruz. Çünkü düşünen değil, düşündüğünü sanan tipleriz. Oysa düşünen insanın üzerinde şeref elbisesi giyilidir. Düşünen adamın ruhu şerefsizliği sindiremez. Düşünen adam, şerefli adam varken, şerefsizin tercih edilmesinden iğrenir, tiksinir, utanır. Okumanın önemli olduğundan sık bahseden, düşünmenin niteliğinden dem vuran ama okuyana ve düşünene değer vermeyen kirlenmiş ruhların dünyasında yaşamak boğuyor insanı emin olun. Ne kadar da sahtekârız, riyakârız. Tırnaktan, saç teline kadar aynıyız. Devlet büyüklerine bile baksanız, okumaktan ve düşünmekten bahsederler ama giderler, değersiz, niteliksiz, beş para etmez şerefsizlerin önünde diz çökerler, yaltaklanırlar. Çünkü bunlar, okumanın ve düşünmenin yüceliğini idrak edememişlerdir, sadece bu yönlü yüce erdemlerden bahsederek, kendilerine bir paye kapmaya çalışmaktadırlar. Erdemsiz de erdem ne arasın oysa. Lafazan, sözden ne anlasın oysa. Böylece, üstün nitelikli seçkin şahsiyetler bir köşeye çekilip yalnızlığı seçmekte ve ölümü beklemektedirler. Oysa sunacakları katkılar paha biçilemez niteliktedirler. Ama bunu, ince ve ucuz hesapların yapıldığı dünyanın zavallı köleleri olan ve devlet adamı diye tavsif edilen sefiller ne anlasın. Bu sefillere büyük kafalardan değil, büyük rantlardan bahsedin, hemen; nerede? Diye soracaklardır.  

Tarih: 07.12.2012 Okunma: 637

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?