UZMAN GÖZÜNDE ÖLÜYÜZ, DİRİ OLSAK BU MUAMELE YAPILMAZ

İsmail Hakkı CENGİZ - 23.12.2012

Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.

      Uzun süredir, ensemde bir şişlik var... Son zamanlarda büyüdü... Doktora göstermeye karar verdim.

Önce berbere gittim. Berberim, yıllardır gördüğü halde hiç şikayetçi olmazdı. Tıraş bitince sordum: “Hasan dedim, ensemde şişlik var ya”... “Evet abi, yağ bezesi” dedi. “Onu, dedim, iyice açtın mı, bugün doktora göstereceğim de?”... “Evet abi, tertemiz oldu”...

Berberden çıktım, hemen evin 100 metre ötesindeki “semt polikliniği”ne vardım.

“Genel cerrah var mı?”... “Var!”

Çıktım muayenehaneye... Kısa bir süre içinde sıra geldi. Bayan Hekim, muayenesini yaptı... “Seni, bizim hastaneye göndereceğim, ultrason çektireceksin” dedi. “Tamam” dedim.

Hemşire, elime bir kâğıt verdi ve “Ultrasonu çektirip, hastanede A. Hanım’a gösterirsiniz” dedi. “Olur” dedim. Tarih, 03 Aralık 2012...

x   x   x 

“BİZİM HASTANE”

Bornova Devlet Hastanesi, Afyonkarahisar yolunda, şehir dışında bir mevkide... Benim yukarıda bahsettiğim poliklinik oraya bağlı. Doktorlar da bazen hastanede, bazen semt polikliniğinde bulunuyorlar.

Burası, bildiğiniz devlet hastanesi... Ama yaygın adı “Trafik Hastanesi”... Resmî adı ise “Türkan Özilhan Devlet Hastanesi”...

İşte, bendeniz oraya sevk olundum. Dolmuşla ulaştım. Ultrason bölümüne müracaat ettim. Görevli bayan kaydımı aldı: “Sabah 08:00’de gelin” dedi.

x   x   x

04 ARALIK 2012’DE

Sabah sekizde hastaneye vardım. 08:30 civarında ultrason çekildi ve 15 dakika içinde sonuç teslim edildi.

Semt polikliniğindeki hemşire bana “Sonucu, orada A. Hn’a gösterirsin” demişti ya, ben de ona istinaden hastanenin polikliniğine götürdüm.

Neyse, öğleye doğru sıra geldi.  Yine bir hanım doktor baktı ultrason sonucuna, dedi ki, “Sizi, A. Hn. Göndermiş, bu sonucu ona göstereceksin”.

Hımm, demek ben yanlış anlamışım, sonucu yine semt polikliniğindeki hekime göstermem gerek!

O gün geçti... Ertesi gün de, daha önceden kararlaştırılmış, gün boyu sürecek 3 ayrı buluşmam vardı, gidemedim.

x   x   x

06 ARALIK 2012’DE

Semt polikliniğine gittim. Sıramı aldım. Doktoru bekliyorum.

Sıram geldi, içeri çağrıldım. Aaaa, bi baktım hastanedeki doktor.

Şaka mı bu?...

Aziz Nesin hikayesi veya Levent Kırca’nın “Olacak O Kadar Televizyonu” gibi!

Ben ne yapayım şimdi?

Hangi doktor karşıma çıkarsa onunla muhatap oluyorum...

Ultrason sonucunu uzattım.

Baktı: “Ben sizi daha önce görmüştüm” dedi. “Evet, dedim. Trafik hastanesinde”...

Yine, “Sizin doktorunuz A. Hn., bunu ona göstermelisiniz!”

Peki, ben onu nasıl bulabileceğim.

Hemşirehanım, listeye baktı: “Salı günü burada olacak” dedi.

x   x   x

11 ARALIK 2012, SALI

Sabah erken, enseyi evde tıraşlayarak, semt polikliniğine vardım. Kendimi garantiye almak için, kayıt bölümüne sordum: “Bugün A. Hn. Burada mı?”... “Evet!” cevabını alınca, kaydımı yaptırıp yukarıya çıktım. Biraz sonra hemşire çağırdı. Karşımda, Dr. A. Hanım’ı görünce “Artık, bugün bu iş biter” diye düşünerek pek sevindim.

Doktor Hanım, ultrason sonucuna baktı. “Evet, zararsız bir kitle... Bunu aldırmak mı istiyorsunuz?” diye sordu.

“Evet, aldırmak istiyorum.” dedim.

“Tamam, bunun için size randevu vereceğim, hastaneye geleceksiniz... 21 Aralık Cuma günü hastaneye gelin!” dedi.

Benim yanımda, hastaneyi arayıp, adımı “operasyon” için kaydettirdi.

İşi orada bitirmediğine biraz üzüldüm ama yine de teşekkür edip ayrıldım.

x   x   x

21 ARALIK, KIYAMETİN KOPTUĞU GÜN

Saat 09:00’da hastaneye vardım.

Birinci katta  bulunan “Genel Cerrahî” bölümüne çıkmak için merdivene yöneldim. Güvenlik görevlisi, “Du bakalım, selâmsız-sabahsız, nereye gidiyorsun?” der gibi durdurdu.

Dedim, “Benim randevum var!”...

“Sormamız lâzım” dedi. Telefonla sordu, cevabını aldı:

“Abi, burada bekleyeceksin, onlar çağıracak” dedi.

Bekledim.

09:45’te yukarıya çağırdılar.

İlk kayıt hemşiresi, sorguya çekmeye başladı:

“Refakatçiniz var mı?”

Allah Allah, ne refakatçisi, yahu?

Hayır, ben bu operasyonu, 25 sene evvelinden, babamdan, biliyorum. Onun da ensesinde, üstelik, birkaç tane birden yağ bezesi vardı. Çorlu’dayız. Bir “Cerrah Asteğmen” var. Muayenehane açmış, ona bir öğle tatilinde gittik, ayak üstü 15-20 daika içinde işi bitirdi.

Aklımdan bu düşünceler yıldırım hızıyla geçti: “Refakatçi yok” dedim.

“O vakit, değerli eşyalarınızı ilgili birime teslim edeceksiniz”

Meğer, ben ensemdeki o küçücük “zararsız kitle operasyonu” için tamamen soyunup, ameliyat önlüğü giyecekmişim!

Olabilir... Zaman değişti, çeyrek asır geçmiş. Saygı duyuyorum. Demek işi daha ciddiye alıyorlar. Bu güzel bişey.

x   x   x

Teslim Tutanağı

Gittim, değerli(!) eşyalarımı teslim ettim... Görevli genç kız, boş bir kâğıda “kimlik, kredi kartları, az parayı ve cep telefonunu” kaydetti. İmza için bana uzattı.

Teslim eden, bendenizin ismi var fakat teslim alanın  ismi yok. Halbuki “tutanak” dediğin en az iki imzayla tutulur.

Zaten, tek nüsha hazırladığı kâğıt da onda kaldı. Yine halbuki, “tutanak” en az iki suret hazırlanıp biri karşı tarafa verilir ki o tutanakla eşyalarını alsın.

Neyse devletin bir biriminde, temiz yüzlü bir kıza güvenerek sesimi çıkarmadım.

Fakat ayrılıp yukarı çıktığımda, aklım da takılmadı değil... Çünkü ne de olsa “Burası Türkiye”!

x   x   x

TEKRAR CERRAHÎ SERVİSİNDEYİM

Bir çok form dolduruldu...

Ahret sualleri soruldu...

Pek çok imzalar alındı...

Sol koluma “ameliyat bileziği” bile takıldı.

Artık, tam tekmil olarak “operasyon”a hazırdım.

Hemşire, “siz şurada bekleyin” biz çağıracağız, demez mi?

Çaresiz, “tamam” deyip, “şurada” beklemeye başladım.

Bu aşamadan sonra ne umarsınız?

Hemen, birkaç dakika içinde çağıracaklar, “ameliyat” yapılacak, değil mi?

Bendeniz de o duygu ve düşünceyle beklemeye başladım.

“Şurada” sandalye falan yok... Ayakta bekliyorsunuz...

Dakikalar geçiyor... Siz görevlilerin “geliş-gidişleri”ne...

Görevliler sizin “bekleyişiniz”e bakıyor...

Tabii sabit durunca insan, bisüre sonra hem sıkılyor, hem yoruluyor.

Ben de yürümeye, hatta “volta atmaya” başladım.

Bir saatten ziyade geçti...

Önümden sürekli gelip-giden temizlikçi bir kadın var, “D. Hanım” diye sesleniyorlar...

Onun ilgisini çekmiş olacağım!

Siz, dedi neye bekliyorsunuz?”

Ben ensemden operasyon bekliyorum.”

“Ha, o zaman gelin şurada oturun. Ben de sizi bir hasta yakını zannettim.” deyip, hasta koğuşunda bir sandalye gösterdi.

Artık, oturarak beklemeye başladım... Tam da hemişerelerin gözü önündeyim.

Bisüre de böyle geçti. Baktım hiçbir hareket yok.

Gidip hemşirelere, “Beni bilgilendirir misiniz?” diye sordum.

Kaydımı alan hemşire, “İsminiz neydi?” deyip, dosyamı buldu. “Valla, bekliyoruz. Ameliyathaneden çağıracaklar” dedi.

Döndüm. Yeniden beklemeye başladım.

Saat hemen hemen 12:00 oldu.

Tekrar hemşire odasına gittim: “Sanırım, bana sıra gelmeyecek, ben operasyondan vazgeçebilir miyim?” dedim.

“Doktorunuza sormamız lâzım” dediler.

Telefonla A. Hanım’ı buldular: “Yazılı olarak tedaviden vazgeçtiğini bildirip imza atsın veya Pazartesi gelebilir.” demiş.

Zihnimden, “Pazartesi gelsem, ne olacak? Bugünkünden daha farklı mı olacak? O gün ameilyet olacağımın bir garantisi var mı?” sualleri geçti.

Dosyamdaki, ilgili kâğıda, yukarıdaki safahatı kısaca yazıp, “hastanede AŞAĞILANDIĞIMI” hissettiğimi de ekleyerek, “vazgeçme” belgesini imzaladım.

x   x   x

HASTANENİN KALİTESİ

 Aşağıya indim. Eşya teslim bölümü çıkışa yakın... Oradan eşyalarımı aldım. Görevli kız, aynı kâğıt üzerine, “Eksiksiz teslim aldım” yazdırıp, imzalattı. Kendilerini sağlama almaları hoşuma gitti. Fakat aynı “sağlama alma” duygusu “hasta”lara da verilmeli, değil mi?

Tam bu büronun karşısında  “PSİKOLOG ve HASTA HAKLARI” birimi var.

 Orada görevli bayan, ben “ameliyat” için hazırlanırken, Cerrahî bölümündeydi ve elime iki broşür vererek “Şikayet ve memnuniyetinizi bize bildirebilirsniz.” demişti.

Galiba, hastanede sürekli geziyor... Yukarıda beklediğim safhanın ileri saatlerinde de karşılaşmış ve “İlk şikayetimi yapabilir miyim?” diye sormuş, o da, fazla bekletilmekten dolayı olan şikayetimi almış, “Ama bunu yazılı olarak bildirirseniz daha iyi olur” demişti.

İşte, şu, duvarında “Psikolog” yazan ofiste onu bulabileceğimi umarak kapıya vurdum. Kilitliydi.

Ben de hemen yanındaki, üzerinde “KALİTE BİRİMİ” yazan bölümle görüşmeye karar verdim ve kapıyı tıklatıp girdim. İçeride bir bayan vardı... “Kalite hakkında konuşabilir miyiz, biraz?” dedim.

Yüzünde memnun bir ifadeyle “Tabii”dedi.

Ben de önce, “Bir kurumda ‘kalite birimi’ diye bir bölüm varsa, o kurum kalite konusunda çok iddialı olmalı” diye başlayıp, yaşadığım serüveni anlattım. Üzüldüğünü söyledi ve “bunları yazılı olarak verirsen işleme alırız”, dedi.

Kâğıt istedim ve yazdım (Aceleden bazı tarihleri karıştırmış olabilirim).

x   x   x

KENDİMİ ÖLÜ HİSSETTİM

2012 yılı biterken...

Geliştik...

İlerledik...

Modernleştik...

Muayeneyi, tedaviyi hızlandırdık,

Nitelikli hale getirdik, teraneleri arasında,

Şu yukarıda yaşadığım hadise başlı başına bir hayâl kırıklığıdır...

Bununla beraber, 21 Aralık Cuma gününe kadar olan safahat yine de normâl sayılabilir.

Fakat o gün yaşadıklarımı nasıl normâl kabûl edebiliriz?

Size 10 gün öncesinden randevu verilmiş...

Sabahtan kalkmışsınız, ense tıraşı olmuş, hazırlanmış hastaneye gelmişsiniz.

Ameliyata girmek için de işlemleriniz yapılmış, bekliyorsunuz., Hemen yapılması için “ameliyathane”ye alınmanız gerekirken, saatlerce bekletiliyorsunuz ve sizi “diri” yerine koyup da hiçbir açıklama yapılmıyor.

Demek ki siz bir “ölüsünüz”...

Çünkü diri olsanız bu “muamale” yapılmaz.

Nasıl olsa “ölüsünüz”...

Sıra gelir de, tedavi olursanız, ne alâ!

Yok, sıra gelmedi, tedavi olmadınız, bir kayıp yok, çünkü zaten “ölü”ydünüz.

Eh, “ölü” olduğunuza göre, bir “açıklama”ya, bir “izahat”a nasıl bir ihtiyacınız olabilir ki?

x   x   x

Bir de dünyada, “özür” diye bir kavram vardı değil mi? Var fakat onu hiç aklıma bile getirmiyorum...

Ne haddimize, efendim, “ölü”den özür dilemek de ne saçmalık!

x   x   x

Hastane personeli “zaman”la yarışarak mesai yapıyor... Her saniyeleri altın değerinde...

Hastanın zamanı mı?

O da ne?

“Ölü” zamanı ne yapacak, onun zamanının ne kıymeti olabilir ki? Nitekim hastanın, daha doğrusu “ölü”nün zamanı sonsuz değil mi?

Beklesin efendim!...

Sonsuza kadar!

x   x   x

Burada, yine de bir mucize var!

Ne?

 “Ölü”nün, eline kalem alıp, yukarıdaki satırları yazabilmiş olması!

Bir de diyor ki, “Ölü”: Hastane personeli, yukarıda anlatılanlar kendilerine yapılmış olsa, ne hissederlerdi?

Hislerini bi yoklasınlar!

Nokta.

x   x   x

      GÜNÜN ÇİZGİSİ, edepyahu.com'dan


       NOT: Resim gözükmüyorsa, firefox’tan açmayı deneyin

Tarih: 23.12.2012 Okunma: 747

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

Osman Yıldız

25.06.2012 - 20:13

İsmail bey! Şu an mazlum çoğunluğun üzerinde sürdürülmekte olan zulüm aynen devam ediyor. AKPARTİ'yi iktidarda tutan güç o mazlum güçtür. Bir ümit diyerek başka şansları olmadıkları için inlemelerine rağmen Akparti'yi destekliyorlar. Mutlu azınlık ise bu durumu hoyratça kullanıyor. Meselenin aslıda esası da bu. Denize düşen yılana sarılmış yılanın umurunda bile değil. Saygılarımla

Osman Yıldız

25.06.2012 - 20:13

İsmail bey! Şu an mazlum çoğunluğun üzerinde sürdürülmekte olan zulüm aynen devam ediyor. AKPARTİ'yi iktidarda tutan güç o mazlum güçtür. Bir ümit diyerek başka şansları olmadıkları için inlemelerine rağmen Akparti'yi destekliyorlar. Mutlu azınlık ise bu durumu hoyratça kullanıyor. Meselenin aslıda esası da bu. Denize düşen yılana sarılmış yılanın umurunda bile değil. Saygılarımla