Politikacı
kimdir? Kim için vardır? Niçin yaşar? Politikacı olmak, kodamanlara ya da
arkaları güçlü insanlara mı mahsustur? Bir ülkenin kaynakları politikacıların
babalarının hazinesi midir? Bir millet, politikacılara mı çalışmak zorundadır? Şöyle
bakıyorum da, politik tipler kahir ekseriyetle mülk sahibi zengin tipler ya da
arkası kuvvetli tipler oluyor. Son derece kaliteli yaşıyorlar. Yedikleriyle,
içtikleriyle, giydikleriyle, bindikleriyle, konakladıklarıyla görkemli bir
hayat yaşıyorlar. Anlam ile kaliteyi karıştırmamak icap ediyor. Anlamlı değil
kaliteli yaşıyorlar. Beyinleri ve ruhları anlamdan yoksun olanların anlamlı
yaşamaları diye bir şey olamaz. Ki, anlamlı yaşamak lüksü, vicdanı olanlara
mahsustur, politikacılar ise kahir ekseriyetle vicdandan mahrum tiplerdir. Millet
yoksulluk içinde kıvranırken (ki ancak geçimini sağlayacak imkâna sahip olmak
asla zenginlik değildir ve misal verecek olursak, memur vb. yoksuldur. Çünkü
memurun çalışmak dışında kalan keyifli dakikalara ayıracak parası asla yoktur.
Memur yaşarsa parası olmaz, parası varsa yaşamıyor demektir.) politikacılar
nasıl oluyor da son derece lüks içerisinde yaşayabiliyorlar? Böyle olduğu
halde, bizler nasıl oluyor da bu sahtekârların peşlerine düşüyoruz?
Politikacılar gerçekten bir ideale inanıyorlar, o ideale kendilerini adıyorlar
mı? Böyle bir durum mevzubahis ise şayet, bu durumun hayata izdüşümlerini biz
niye müşahede edemiyoruz? Bağırmaları, kavgaları sahici mi? Yoksa her şey şarlatanlıktan
mı ibaret? Birbirileri için dengeleyici unsurlar mı acaba? Her biri bir kitleyi
kontrol altında tutmak için mi var? Her kitlenin farklı duyguları var olduğu
için ve bu yüzden her kitlenin duygularına tercüman olacak bir parti olması
icap ettiği için mi muhtelif partiler ve politikacılar var? Böyle ise, bunu
fark etmek ve gereğini yapmak için çaba sarf etmemiz gerekmez mi? Hani biri
çıkar vatan diye bağırır ve vatan sevgisi yoğun olduğu düşünülenleri peşinden
sürükler; biri din diye bağırır dini önceledikleri düşünülenleri peşinden
sürükler; biri sosyal adalet, özgürlük diye bağırır ve bu olguları
önceledikleri sanılanları peşinden sürükler ve böylece tüm kitleler kontrol altında
tutulmuş olur. Oysa vatanda, dinde, adalet ve özgürlükte insana dair şeylerdir
ve vazgeçilmesi imkânsız olgulardır. Bu olgular birbirinden asla ayrılamazlar
ve bölünemezler. Ama her nedense bu olguların her biri bir fraksiyonun tekeline
bırakılmıştır. Ve bir diğeri, kendi alanına girmeyen olguyu asla sahiplenmez ve
o olguya yönelik bir eylemde bulunmaz, ne teorik olarak ne de pratik olarak. Siz,
hiçbir fraksiyonun bu olguları bir arada kendi bünyesinde toplayıp savunduğunu
müşahede ettiniz mi? Oysa bunu yapabilmeleri gerekir. İşte buraya dikkat!
Burada çok namussuzca bir oyun var. Ön planda bunu yaparlarken, yani bir nevi
olgu paylaşımı-bölücülüğü yaparlarken ve milleti ayrıştırarak buradan rant
sağlarlarken, arka planda da hepsi lüks yaşamları içerisinde dem sürerler. Ve
tabi bu yolla varlıklarını korumaya aldıkları kompradorlar da keyiflerine
bakarlar. Bilakis, namuslu politika yapıyorlarsa şayet, kavgalarında samimi
olmaları, halka her şeyi sarih olarak izah etmeleri ve yürüdükleri yolda bir
nebze olsun ilerleme kaydetmiş olmaları, sahici icraatlar yapmaları gerekmez
mi? Ama böyle bir şeye şahit olmamız kabil-i mümkün değil. Zira görünen köy
kılavuz istemez. Ne vatan diye haykıranlarda, ne din diye bağıranlarda ve ne de
sosyal adalet, özgürlük diye höykürenlerde zerre samimiyet görmüyorum. Halkı
inandırmak için sahici pozlar verip nutuk atmaktan, arada bir kavga etmekten
başka yaptıkları bir şey yok. Kendileri sürekli kazanıyorlar, millet sürekli
kaybediyor; kendileri sefa sürüyorlar, millet cefa çekiyor. Bu ise derin bir
paradokstur. Buradaki sözlerimiz istisnasız tüm partiler için geçerli değildir.
Ama küçük çaplı partilerin büyüdükleri zaman tıpkı diğerleri gibi
olmayacaklarının da garantisi maalesef ki yoktur.
Aynı şeyi
cemaatlerde de gözlemliyoruz. Maddi yönelimleri farklı olan kitlelere göre
nasıl politika icat edilmişse, manevi yönelimleri farklı olan aynı kitlelere
göre muhtelif cemaatler icat edilmiştir. Sanki her bir cemaat, bir partinin
manevi alanda ki izdüşümü gibidir. Yani manevi partilerdir. Cemaat nedir? Nasıl
teşekkül etmektedir? Cemaatlerin işlevi nedir? Aralarında niçin çok derin
farklılıklar mevcuttur? Hakiki manada ki cemaatin, günümüzdeki cemaatlerle
ilintisi var mıdır? Cemaatlerde ahlak birincil derece önemli olması gerekirken,
niçin müntesiplerinde ahlak en son plandadır? Dini temsil ettikleri iddiasında
olan cemaatlerin, kitaptaki dinle ciddi düzeyde bir alakaları var mıdır?
Cemaatler niçin kapitalizme açıktan tavır alamamaktadırlar? Tavır almayı
bırakın, bilakis kapitalizme zımni destek vermektedirler. Bu ahlaki midir,
dinin özüne uygun mudur? Haddizatında cemaatlerde ki bu farklılık, kitlelerin
kontrol altında tutulması için bir oyun mudur? Maddi anlamda partilerin
kitleleri kontrol altında tuttuğu gibi, manevi anlamda da cemaatler mi kontrol
altında tutmaktadırlar kitleleri? Bir cemaat, Allah ahlakına mugayir tavır
içerisinde olabilir mi? Allah adaletine mugayir hareket içerisinde olabilir mi?
Evet hiç kuşkusuz cemaatlere bağımlı kitlelerin her bir üyesi de insandır ama
ahlaksızlığın ve adaletsizliğin bu kadar müşahhaslaşması nasıl izah edilebilir?
Cemaat liderleri nasıl oluyor da hakikati sarih olarak izah etmekten geri
duruyorlar? Cemaat liderleri nasıl oluyor da hakikati göz göre göre tahrif
edebiliyorlar? Oysa Allah ile aldatmak, aldatmaların en alçakçasıdır. Bir
cemaat, lideriyle ve müntesipleriyle, Müslüman’ı bırakıp, kâfiri dost
edinebilir mi? Bir cemaat çıkarını ve parayı önceleyebilir mi? Bir cemaat
peygamberin sünnetine muhalif bir yaşam içerisinde olabilir mi? Bir cemaat
söylemde farklı eylemde farklı hareket edebilir mi? Cemaatler, insanları, niçin
Allah’a değilde kendilerine çağırmaktadırlar? Cemaatlerde kadim insanlık
ilkeleri değilde, niçin sonradan cemaat tarafından üretilmiş ve insanları belli
bir kalıba sokma amacı güden ilkeleri hâkimdir? Buradaki sözlerimiz istisnasız
tüm cemaatler için geçerli değildir. Ama küçük çaplı cemaatlerin büyüdükleri
zaman tıpkı diğerleri gibi olmayacaklarının da garantisi maalesef ki yoktur.
Burada
evrensel Sosyolog Şehit Doktor Ali Şeriati üstattan bir iktibas yapacağım.
Buyurunuz.
‘’Birçok
aziz şahsiyet dünyayı dine tercih etmiştir. Allah adına makam ve mevki
kazanarak alıcılara satmışlardır. Halkın iman ve ihlâs merdiveniyle kudret
çatısına çıkmışlardır. Mihraptan efendi sarayına terfi etmişlerdir veya hakanın
sarayına başlarını uzatmışlardır. Halkın lideri olmaktan vazgeçerek düşmanların
önünde diz çökmüşlerdir. Başlarını Allah’a secdeden kaldırarak para tanrısı
huzurunda rükûa eğilmişler secdeye kapanmışlardır. Birçok meşhur takva adamı ve
erdem sahibi adam, din ve ilim adamı, halk ve özgürlük rehberi, yavaş yavaş
veya ansızın kendi iradesiyle ya da yoldan çıkarıcı gizli güçlerin ve
taraftarlarının elleri ve desiseleriyle yollarını değiştirmişlerdir.
Kıblelerini değiştirmişlerdir. ‘’Hoşça kal halk!’’ diyerek halka veda
etmişlerdir. Fakat tarih halkın ihanet ettiğine, iman ettiği şeye sırtını
döndüğüne, bir halkın yalan söylediğine, hak bildiği şeye batıl, batıl bildiği
şeye hak dediğine şahit olmamıştır. Hiçbir toplum bir maslahat adına bilerek
bir hakikati öldürmemiştir. Kendi iradesiyle kendi halkına yüz çevirmemiştir.
Halk yenilir, susar, zayıf kalır ama mukaddeslerini lekelemez. Kendini bilerek
düşmanına teslim etmez. Liderlerini ihanet edenlere satmaz. Halk hiçbir zaman
ve hiçbir şartta riya maskesi takmaz. Bir toplum kendi yalanını dine nispet
etmez. Hiçbir zaman adalet savaşçılarını ve kurtuluşa susamışları takva,
dindarlık, özgürlükçülük, entelektüellik maskesiyle aldatmaz. Halk;
dostluğunda, saflığında, küfründe ve dininde, cehaletinde ve ilminde daima
samimi ve sadıktır.’’
Evet,
politikacılar ve cemaat liderleri de, halk kadar samimi, saf, namuslu olsa
idiler, kötüler asla dünyaya egemen olamazlardı. Bir toplumun düzelmesinde,
politik ya da dini liderlerin etkisi kuşkusuz sonsuz derece de önemlidir. Bir
öğrencinin, anne-babasını ve öğretmenini örnek aldığı gibi; bir millette
liderlerini hiç şüphesiz örnek alır. Liderler, kendileri yamyamlık yapıpta,
halka dürüstlük tavsiyesinde bulunamazlar. Sürekli nutuk çekersen, vaatlerini
yapmazsan, halktan da bir şey beklemeye hakkın olmaz. Halka sürekli nasihatte
bulun ama kendin yapma, sonrada toplumda ki bozukluklardan şikâyet et. İşte bu
olmaz. Bu kahpeliğin daniskası olur. Sen adam ol ki, halka adam olmanın yolunu
göstermeye hakkın ve haddin olsun. Maalesef, ne politikacılarımız ne de
cemaatçilerimiz güvenilir olmakta başarılı olamamaktadırlar.
Zihinlerimizi
çok feci şekilde tahrip etmişler. Adeta yağmalamışlar ve halende yağmalamaya
devam etmektedirler. Anlama kabiliyetimiz sıfırlanmış. Bakmasını bile
beceremiyoruz. Zihinlerimiz felç oldukça, düşmanlarımızı dost olarak görüyoruz.
Bize sunulan zehirleri bal gibi algılıyoruz. Tuzakları fark edemiyoruz. Boşvermişlik
duygusunun kıskacında kıvranıyoruz. Yukarıda anlattıklarımızın aynısı, futbol
için de, diziler içinde geçerlidir. Bizleri illaki bir tarafımızdan
yakalıyorlar ve tutsak ediyorlar. Niye bu kadar dizi var? Çünkü insan çok
boyutlu bir varlık. Bu yüzden herkesi bir boyutundan yakalamaya çalışıyorlar. Her
insana hitap edecek dizi üretiyorlar ki, dizisiz tek bir insan kalmasın.
Böylece tüm zihinler kolayca yönlendirilebilsin ve zihinsel faaliyetler
sonlandırılabilsin. Yani tüm insanlar alıklaşsın ve aptal olsun. Düşünemeyecek
kadar mallaşsınlar. Düşmanlarını fark edemesinler. Vazifelerini layığı ile
yapamasınlar. İdeolojik müntesiplerde aynı durumdadır. Birbirlerine
yaklaşacakları yerde, birbirilerine uzaklaşmaktadırlar. Aynı ortak noktada
buluşabilmeleri mümkünken, nasıl bir araya gelememektedirler gerçekten ilginç.
Oysa birbirlerine düşmanlıkları yüzünden kendileri kaybetmekte ama hepsinin
düşmanı olan komprador itler kazanmaktadırlar. Bunu ya fark edemeyecek kadar
kördürler ya da birileri bunun fark edilmemesi için özel bir gayret sarf
etmektedir. Ayrıca bu bilerek bir düşmanlık değildir. Bu düşmanlıklar, mutlak
cahilliğe dayanmaktadır. Herkesin ortak paydası; vatan-ahlak-adalet olmalıdır
ve herkes bu değerlere sahip çıkmalıdır. Bu değerlere zarar vermeden, bu ülke
üzerinde Milli bir Devrim yapmaları gerekmektedir. Firavunların, Karunların,
Belamların yıkılmaz sanılan saltanatlarını yıkmak, zir-ü zeber etmek ve Adalet
Devletini tesis etmek için. Bilakis sürünmeye devam! Kodamanların eline bakmaya
devam! Politikacılardan medet ummaya devam! Cemaatlerden himmet beklemeye
devam! Oysa herkesin kendisi bir kurtarıcıdır ve herkes kendini kurtarmalıdır. Son
tahlilde; düşünmeliyiz ve düşüncelerimizi mutlaka eyleme dönüştürmeliyiz.
“Bilmez ki sora,
Sormaz ki bile;
Bilse sorardı,
Sorsa bilirdi.” MEVLANA
Yüce Önderimizden (sav) şerefli bir hayat yaşamak ve sonsuzluğa giden yol
için ölümsüz nasihatler:
1.Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza
bakar. Ama O sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.
2.Allah’ın rızası, anne ve
babanın rızasındadır. Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.
3.Bağışını geri alan kimsenin
durumu şu köpeğin durumu gibidir: Yalını yer, iyice doyunca kusar. Sonra
kusmuğuna tekrar dönüp onu yer.
4.Bir genç, ihtiyar bir
kimseye yaşı sebebiyle ikramda bulunursa, Allah yaşlılığında ona ikram edecek
kimseleri mutlaka takdir eder.
5.Bir insan ölünce üç kişi
hariç herkesin ameli kesilir: Sadaka-i cariye bırakan veya istifade edilen bir
ilim bırakan veya kendine dua edecek salih evlat bırakan.
6.Bir Müslüman’ın diktiği
ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o
Müslüman için birer sadakadır.
7.Biriniz kardeşini Allah
için seviyorsa ona sevdiğini söylesin.
8.Bizi aldatan bizden
değildir.
9.Cennet anaların ayağı
altındadır.
10.Dul ve fakirlere yardım
eden kimse, Allah yolunda cihad eden veya gündüzleri (nafile) oruç tutup,
gecelerini (nafile) ibadetle geçiren kimse gibidir.
11.Ey iman edenler Allah’ın
size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın. Doğrusu
Allah, aşırı gidenleri sevmez. Allah’ın size verdiği rızıktan temiz ve helal
olarak yiyin. İnandığınız Allah’tan sakının.
12.Halka teşekkürde bulunmayan
Allah’a şükretmez.
13. Her kim borçlu fakire
mühlet verir yahut borcundan indirirse Allahu Teâlâ da onu Arşının gölgelerinden
başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde arşının gölgesi altında
dinlendirir.
14.Herhangi bir Müslüman
çıplak bir Müslüman’ı giyindirirse, Allah da ona Cennetin meyvelerini ikram
eder. Herhangi bir Müslüman susuz bir Müslüman’ı suya kandırırsa, Allah da ona
ağzı mühürlü (el değmemiş) Cennet meşrubatından ikramda bulunur.
15.Hiçbir baba, çocuğuna,
güzel terbiyeden daha üstün bir hediye veremez.
16.Hiçbir kimse, el emeği ve
helal kazancından daha hayırlı bir yemek yememiştir.
17.Hiçbiriniz kendisi için
istediğini mü’min kardeşi için istemedikçe gerçek iman etmiş olamaz.
20.İnsanlar eğer Ramazan
ayının kıymet ve ehemmiyetini hakkıyla bilselerdi, ümmetim, bütün senenin
Ramazan olmasını temenni ederdi.
19.İnsanda bir organ vardır.
Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa bütün vücut
bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.
18.İlim öğrenmek üzere yola
çıkan kimseye, Allah cennet yolunu kolaylaştırır.
21.İnsanlar yaşadıkları gibi
ölürler.
22.İnsanlara merhamet etmeyene
Allah merhamet etmez.
23.İşçiye ücretini, alnının
teri kurumadan veriniz.
24.Karşılıklı ticarette
ticaret yaptığın kişinin namaz kılması seni kandırmasın.
25.Kim bir hayırlı işi
yapmaya yönelirse, onu yapan kadar mükâfat alır.
26.Kim bir oruçluyu iftar ettirirse,
kendisine onun kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevabından
hiçbir eksilme olmaz.
27.Kim inanarak ve sevabını
Allah’tan bekleyerek ihlâs ile oruç tutar ve kıyam ederse (teravih namazı
kılarsa) annesinden doğduğu günkü gibi günahlarından temizlenir.
28.Kim kötü ve çirkin bir iş
görürse onu eliyle düzeltsin, eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin, buna
da gücü yetmezse kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.
29.Kolaylaştırınız,
güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.
30.Komşusu aç yatarken tok
yatan bizden değildir.
31.Küçüklerimize merhamet
etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.
32.Mümin kardeşine tebessüm
etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden
kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp
atman da senin için sadakadır.
33.Mümin kardeşinle münakaşa
etme, onun hoşuna gitmeyecek şakalar yapma ve ona yerine getirmeyeceğin bir söz
verme.
34.Müslüman bir kimsenin,
bir malda kusur olduğunu bildiği halde, müşteriye haber vermeden satması
haramdır.
35.Müslüman Müslüman’ın
kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikede yalnız bırakmaz. Kim, kardeşinin
ihtiyacını görürse Allah da onun ihtiyacını görür. Kim bir Müslüman’ı bir
sıkıntıdan kurtarırsa, Allah da o sebeple onu kıyamet gününün sıkıntısından
kurtarır. Kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse, Allah da onun kıyamet günü
ayıplarını örter.
36.Resülullah aleyhissalatu
vesselam’a: “En efdal insan kimdir?” diye sorulmuştu. “Kalbi mahmüm (pak), dili
doğru sözlü olan herkes” buyurdular. Ashab: “Doğru sözlülüğün ne demek olduğunu
biliyoruz. Mahmümu’l-kalb ne demektir?” diye sordu. “(Mahmüm kalb), Allah’tan
korkan tertemiz kalptir, içinde günah yoktur, zulüm yoktur, kin yoktur, hased
yoktur” buyurdular.
37.Size vermekte olduğu
nimetlerden ötürü Allah’ı sevin, beni de Allah beni sevdiği için seviniz.
38.Sizin en hayırlılarınız,
hanımlarına karşı en iyi davrananlarınızdır.
39.Sizin en hayırlınız
Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.
40.Üç dua vardır ki, bunlar
şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, yolcunun duası ve babanın evladına
duası.