KURTULMAK MI İSTİYORSUN? DÜŞÜNECEKSİN!...14…

Özgür DENİZ - 26.01.2013

Politikacı kimdir? Kim için vardır? Niçin yaşar? Politikacı olmak, kodamanlara ya da arkaları güçlü insanlara mı mahsustur? Bir ülkenin kaynakları politikacıların babalarının hazinesi midir? Bir millet, politikacılara mı çalışmak zorundadır? Şöyle bakıyorum da, politik tipler kahir ekseriyetle mülk sahibi zengin tipler ya da arkası kuvvetli tipler oluyor. Son derece kaliteli yaşıyorlar. Yedikleriyle, içtikleriyle, giydikleriyle, bindikleriyle, konakladıklarıyla görkemli bir hayat yaşıyorlar. Anlam ile kaliteyi karıştırmamak icap ediyor. Anlamlı değil kaliteli yaşıyorlar. Beyinleri ve ruhları anlamdan yoksun olanların anlamlı yaşamaları diye bir şey olamaz. Ki, anlamlı yaşamak lüksü, vicdanı olanlara mahsustur, politikacılar ise kahir ekseriyetle vicdandan mahrum tiplerdir. Millet yoksulluk içinde kıvranırken (ki ancak geçimini sağlayacak imkâna sahip olmak asla zenginlik değildir ve misal verecek olursak, memur vb. yoksuldur. Çünkü memurun çalışmak dışında kalan keyifli dakikalara ayıracak parası asla yoktur. Memur yaşarsa parası olmaz, parası varsa yaşamıyor demektir.) politikacılar nasıl oluyor da son derece lüks içerisinde yaşayabiliyorlar? Böyle olduğu halde, bizler nasıl oluyor da bu sahtekârların peşlerine düşüyoruz? Politikacılar gerçekten bir ideale inanıyorlar, o ideale kendilerini adıyorlar mı? Böyle bir durum mevzubahis ise şayet, bu durumun hayata izdüşümlerini biz niye müşahede edemiyoruz? Bağırmaları, kavgaları sahici mi? Yoksa her şey şarlatanlıktan mı ibaret? Birbirileri için dengeleyici unsurlar mı acaba? Her biri bir kitleyi kontrol altında tutmak için mi var? Her kitlenin farklı duyguları var olduğu için ve bu yüzden her kitlenin duygularına tercüman olacak bir parti olması icap ettiği için mi muhtelif partiler ve politikacılar var? Böyle ise, bunu fark etmek ve gereğini yapmak için çaba sarf etmemiz gerekmez mi? Hani biri çıkar vatan diye bağırır ve vatan sevgisi yoğun olduğu düşünülenleri peşinden sürükler; biri din diye bağırır dini önceledikleri düşünülenleri peşinden sürükler; biri sosyal adalet, özgürlük diye bağırır ve bu olguları önceledikleri sanılanları peşinden sürükler ve böylece tüm kitleler kontrol altında tutulmuş olur. Oysa vatanda, dinde, adalet ve özgürlükte insana dair şeylerdir ve vazgeçilmesi imkânsız olgulardır. Bu olgular birbirinden asla ayrılamazlar ve bölünemezler. Ama her nedense bu olguların her biri bir fraksiyonun tekeline bırakılmıştır. Ve bir diğeri, kendi alanına girmeyen olguyu asla sahiplenmez ve o olguya yönelik bir eylemde bulunmaz, ne teorik olarak ne de pratik olarak. Siz, hiçbir fraksiyonun bu olguları bir arada kendi bünyesinde toplayıp savunduğunu müşahede ettiniz mi? Oysa bunu yapabilmeleri gerekir. İşte buraya dikkat! Burada çok namussuzca bir oyun var. Ön planda bunu yaparlarken, yani bir nevi olgu paylaşımı-bölücülüğü yaparlarken ve milleti ayrıştırarak buradan rant sağlarlarken, arka planda da hepsi lüks yaşamları içerisinde dem sürerler. Ve tabi bu yolla varlıklarını korumaya aldıkları kompradorlar da keyiflerine bakarlar. Bilakis, namuslu politika yapıyorlarsa şayet, kavgalarında samimi olmaları, halka her şeyi sarih olarak izah etmeleri ve yürüdükleri yolda bir nebze olsun ilerleme kaydetmiş olmaları, sahici icraatlar yapmaları gerekmez mi? Ama böyle bir şeye şahit olmamız kabil-i mümkün değil. Zira görünen köy kılavuz istemez. Ne vatan diye haykıranlarda, ne din diye bağıranlarda ve ne de sosyal adalet, özgürlük diye höykürenlerde zerre samimiyet görmüyorum. Halkı inandırmak için sahici pozlar verip nutuk atmaktan, arada bir kavga etmekten başka yaptıkları bir şey yok. Kendileri sürekli kazanıyorlar, millet sürekli kaybediyor; kendileri sefa sürüyorlar, millet cefa çekiyor. Bu ise derin bir paradokstur. Buradaki sözlerimiz istisnasız tüm partiler için geçerli değildir. Ama küçük çaplı partilerin büyüdükleri zaman tıpkı diğerleri gibi olmayacaklarının da garantisi maalesef ki yoktur.

 

Aynı şeyi cemaatlerde de gözlemliyoruz. Maddi yönelimleri farklı olan kitlelere göre nasıl politika icat edilmişse, manevi yönelimleri farklı olan aynı kitlelere göre muhtelif cemaatler icat edilmiştir. Sanki her bir cemaat, bir partinin manevi alanda ki izdüşümü gibidir. Yani manevi partilerdir. Cemaat nedir? Nasıl teşekkül etmektedir? Cemaatlerin işlevi nedir? Aralarında niçin çok derin farklılıklar mevcuttur? Hakiki manada ki cemaatin, günümüzdeki cemaatlerle ilintisi var mıdır? Cemaatlerde ahlak birincil derece önemli olması gerekirken, niçin müntesiplerinde ahlak en son plandadır? Dini temsil ettikleri iddiasında olan cemaatlerin, kitaptaki dinle ciddi düzeyde bir alakaları var mıdır? Cemaatler niçin kapitalizme açıktan tavır alamamaktadırlar? Tavır almayı bırakın, bilakis kapitalizme zımni destek vermektedirler. Bu ahlaki midir, dinin özüne uygun mudur? Haddizatında cemaatlerde ki bu farklılık, kitlelerin kontrol altında tutulması için bir oyun mudur? Maddi anlamda partilerin kitleleri kontrol altında tuttuğu gibi, manevi anlamda da cemaatler mi kontrol altında tutmaktadırlar kitleleri? Bir cemaat, Allah ahlakına mugayir tavır içerisinde olabilir mi? Allah adaletine mugayir hareket içerisinde olabilir mi? Evet hiç kuşkusuz cemaatlere bağımlı kitlelerin her bir üyesi de insandır ama ahlaksızlığın ve adaletsizliğin bu kadar müşahhaslaşması nasıl izah edilebilir? Cemaat liderleri nasıl oluyor da hakikati sarih olarak izah etmekten geri duruyorlar? Cemaat liderleri nasıl oluyor da hakikati göz göre göre tahrif edebiliyorlar? Oysa Allah ile aldatmak, aldatmaların en alçakçasıdır. Bir cemaat, lideriyle ve müntesipleriyle, Müslüman’ı bırakıp, kâfiri dost edinebilir mi? Bir cemaat çıkarını ve parayı önceleyebilir mi? Bir cemaat peygamberin sünnetine muhalif bir yaşam içerisinde olabilir mi? Bir cemaat söylemde farklı eylemde farklı hareket edebilir mi? Cemaatler, insanları, niçin Allah’a değilde kendilerine çağırmaktadırlar? Cemaatlerde kadim insanlık ilkeleri değilde, niçin sonradan cemaat tarafından üretilmiş ve insanları belli bir kalıba sokma amacı güden ilkeleri hâkimdir? Buradaki sözlerimiz istisnasız tüm cemaatler için geçerli değildir. Ama küçük çaplı cemaatlerin büyüdükleri zaman tıpkı diğerleri gibi olmayacaklarının da garantisi maalesef ki yoktur.

 

Burada evrensel Sosyolog Şehit Doktor Ali Şeriati üstattan bir iktibas yapacağım. Buyurunuz.

 

‘’Birçok aziz şahsiyet dünyayı dine tercih etmiştir. Allah adına makam ve mevki kazanarak alıcılara satmışlardır. Halkın iman ve ihlâs merdiveniyle kudret çatısına çıkmışlardır. Mihraptan efendi sarayına terfi etmişlerdir veya hakanın sarayına başlarını uzatmışlardır. Halkın lideri olmaktan vazgeçerek düşmanların önünde diz çökmüşlerdir. Başlarını Allah’a secdeden kaldırarak para tanrısı huzurunda rükûa eğilmişler secdeye kapanmışlardır. Birçok meşhur takva adamı ve erdem sahibi adam, din ve ilim adamı, halk ve özgürlük rehberi, yavaş yavaş veya ansızın kendi iradesiyle ya da yoldan çıkarıcı gizli güçlerin ve taraftarlarının elleri ve desiseleriyle yollarını değiştirmişlerdir. Kıblelerini değiştirmişlerdir. ‘’Hoşça kal halk!’’ diyerek halka veda etmişlerdir. Fakat tarih halkın ihanet ettiğine, iman ettiği şeye sırtını döndüğüne, bir halkın yalan söylediğine, hak bildiği şeye batıl, batıl bildiği şeye hak dediğine şahit olmamıştır. Hiçbir toplum bir maslahat adına bilerek bir hakikati öldürmemiştir. Kendi iradesiyle kendi halkına yüz çevirmemiştir. Halk yenilir, susar, zayıf kalır ama mukaddeslerini lekelemez. Kendini bilerek düşmanına teslim etmez. Liderlerini ihanet edenlere satmaz. Halk hiçbir zaman ve hiçbir şartta riya maskesi takmaz. Bir toplum kendi yalanını dine nispet etmez. Hiçbir zaman adalet savaşçılarını ve kurtuluşa susamışları takva, dindarlık, özgürlükçülük, entelektüellik maskesiyle aldatmaz. Halk; dostluğunda, saflığında, küfründe ve dininde, cehaletinde ve ilminde daima samimi ve sadıktır.’’

 

Evet, politikacılar ve cemaat liderleri de, halk kadar samimi, saf, namuslu olsa idiler, kötüler asla dünyaya egemen olamazlardı. Bir toplumun düzelmesinde, politik ya da dini liderlerin etkisi kuşkusuz sonsuz derece de önemlidir. Bir öğrencinin, anne-babasını ve öğretmenini örnek aldığı gibi; bir millette liderlerini hiç şüphesiz örnek alır. Liderler, kendileri yamyamlık yapıpta, halka dürüstlük tavsiyesinde bulunamazlar. Sürekli nutuk çekersen, vaatlerini yapmazsan, halktan da bir şey beklemeye hakkın olmaz. Halka sürekli nasihatte bulun ama kendin yapma, sonrada toplumda ki bozukluklardan şikâyet et. İşte bu olmaz. Bu kahpeliğin daniskası olur. Sen adam ol ki, halka adam olmanın yolunu göstermeye hakkın ve haddin olsun. Maalesef, ne politikacılarımız ne de cemaatçilerimiz güvenilir olmakta başarılı olamamaktadırlar.

 

Zihinlerimizi çok feci şekilde tahrip etmişler. Adeta yağmalamışlar ve halende yağmalamaya devam etmektedirler. Anlama kabiliyetimiz sıfırlanmış. Bakmasını bile beceremiyoruz. Zihinlerimiz felç oldukça, düşmanlarımızı dost olarak görüyoruz. Bize sunulan zehirleri bal gibi algılıyoruz. Tuzakları fark edemiyoruz. Boşvermişlik duygusunun kıskacında kıvranıyoruz. Yukarıda anlattıklarımızın aynısı, futbol için de, diziler içinde geçerlidir. Bizleri illaki bir tarafımızdan yakalıyorlar ve tutsak ediyorlar. Niye bu kadar dizi var? Çünkü insan çok boyutlu bir varlık. Bu yüzden herkesi bir boyutundan yakalamaya çalışıyorlar. Her insana hitap edecek dizi üretiyorlar ki, dizisiz tek bir insan kalmasın. Böylece tüm zihinler kolayca yönlendirilebilsin ve zihinsel faaliyetler sonlandırılabilsin. Yani tüm insanlar alıklaşsın ve aptal olsun. Düşünemeyecek kadar mallaşsınlar. Düşmanlarını fark edemesinler. Vazifelerini layığı ile yapamasınlar. İdeolojik müntesiplerde aynı durumdadır. Birbirlerine yaklaşacakları yerde, birbirilerine uzaklaşmaktadırlar. Aynı ortak noktada buluşabilmeleri mümkünken, nasıl bir araya gelememektedirler gerçekten ilginç. Oysa birbirlerine düşmanlıkları yüzünden kendileri kaybetmekte ama hepsinin düşmanı olan komprador itler kazanmaktadırlar. Bunu ya fark edemeyecek kadar kördürler ya da birileri bunun fark edilmemesi için özel bir gayret sarf etmektedir. Ayrıca bu bilerek bir düşmanlık değildir. Bu düşmanlıklar, mutlak cahilliğe dayanmaktadır. Herkesin ortak paydası; vatan-ahlak-adalet olmalıdır ve herkes bu değerlere sahip çıkmalıdır. Bu değerlere zarar vermeden, bu ülke üzerinde Milli bir Devrim yapmaları gerekmektedir. Firavunların, Karunların, Belamların yıkılmaz sanılan saltanatlarını yıkmak, zir-ü zeber etmek ve Adalet Devletini tesis etmek için. Bilakis sürünmeye devam! Kodamanların eline bakmaya devam! Politikacılardan medet ummaya devam! Cemaatlerden himmet beklemeye devam! Oysa herkesin kendisi bir kurtarıcıdır ve herkes kendini kurtarmalıdır. Son tahlilde; düşünmeliyiz ve düşüncelerimizi mutlaka eyleme dönüştürmeliyiz.

 

“Bilmez ki sora,

Sormaz ki bile;

Bilse sorardı,

Sorsa bilirdi.” MEVLANA

 

Yüce Önderimizden (sav) şerefli bir hayat yaşamak ve sonsuzluğa giden yol için ölümsüz nasihatler:

 

1.Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama O sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.

2.Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasındadır. Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.

3.Bağışını geri alan kimsenin durumu şu köpeğin durumu gibidir: Yalını yer, iyice doyunca kusar. Sonra kusmuğuna tekrar dönüp onu yer.

4.Bir genç, ihtiyar bir kimseye yaşı sebebiyle ikramda bulunursa, Allah yaşlılığında ona ikram edecek kimseleri mutlaka takdir eder.

5.Bir insan ölünce üç kişi hariç herkesin ameli kesilir: Sadaka-i cariye bırakan veya istifade edilen bir ilim bırakan veya kendine dua edecek salih evlat bırakan.

6.Bir Müslüman’ın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o Müslüman için birer sadakadır.

7.Biriniz kardeşini Allah için seviyorsa ona sevdiğini söylesin.

8.Bizi aldatan bizden değildir.

9.Cennet anaların ayağı altındadır. 

10.Dul ve fakirlere yardım eden kimse, Allah yolunda cihad eden veya gündüzleri (nafile) oruç tutup, gecelerini (nafile) ibadetle geçiren kimse gibidir.

11.Ey iman edenler Allah’ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın. Doğrusu Allah, aşırı gidenleri sevmez. Allah’ın size verdiği rızıktan temiz ve helal olarak yiyin. İnandığınız Allah’tan sakının.

12.Halka teşekkürde bulunmayan Allah’a şükretmez.

13. Her kim borçlu fakire mühlet verir yahut borcundan indirirse Allahu Teâlâ da onu Arşının gölgelerinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde arşının gölgesi altında dinlendirir.

14.Herhangi bir Müslüman çıplak bir Müslüman’ı giyindirirse, Allah da ona Cennetin meyvelerini ikram eder. Herhangi bir Müslüman susuz bir Müslüman’ı suya kandırırsa, Allah da ona ağzı mühürlü (el değmemiş) Cennet meşrubatından ikramda bulunur.

15.Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir hediye veremez.

16.Hiçbir kimse, el emeği ve helal kazancından daha hayırlı bir yemek yememiştir.

17.Hiçbiriniz kendisi için istediğini mü’min kardeşi için istemedikçe gerçek iman etmiş olamaz.

20.İnsanlar eğer Ramazan ayının kıymet ve ehemmiyetini hakkıyla bilselerdi, ümmetim, bütün senenin Ramazan olmasını temenni ederdi.

19.İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.

18.İlim öğrenmek üzere yola çıkan kimseye, Allah cennet yolunu kolaylaştırır.

21.İnsanlar yaşadıkları gibi ölürler.

22.İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.

23.İşçiye ücretini, alnının teri kurumadan veriniz.

24.Karşılıklı ticarette ticaret yaptığın kişinin namaz kılması seni kandırmasın.

25.Kim bir hayırlı işi yapmaya yönelirse, onu yapan kadar mükâfat alır.

26.Kim bir oruçluyu iftar ettirirse, kendisine onun kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevabından hiçbir eksilme olmaz.

27.Kim inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek ihlâs ile oruç tutar ve kıyam ederse (teravih namazı kılarsa) annesinden doğduğu günkü gibi günahlarından temizlenir.

28.Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin, eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.

29.Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.

30.Komşusu aç yatarken tok yatan bizden değildir.

31.Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.

32.Mümin kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.

33.Mümin kardeşinle münakaşa etme, onun hoşuna gitmeyecek şakalar yapma ve ona yerine getirmeyeceğin bir söz verme.

34.Müslüman bir kimsenin, bir malda kusur olduğunu bildiği halde, müşteriye haber vermeden satması haramdır.

35.Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikede yalnız bırakmaz. Kim, kardeşinin ihtiyacını görürse Allah da onun ihtiyacını görür. Kim bir Müslüman’ı bir sıkıntıdan kurtarırsa, Allah da o sebeple onu kıyamet gününün sıkıntısından kurtarır. Kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse, Allah da onun kıyamet günü ayıplarını örter.

36.Resülullah aleyhissalatu vesselam’a: “En efdal insan kimdir?” diye sorulmuştu. “Kalbi mahmüm (pak), dili doğru sözlü olan herkes” buyurdular. Ashab: “Doğru sözlülüğün ne demek olduğunu biliyoruz. Mahmümu’l-kalb ne demektir?” diye sordu. “(Mahmüm kalb), Allah’tan korkan tertemiz kalptir, içinde günah yoktur, zulüm yoktur, kin yoktur, hased yoktur” buyurdular.

37.Size vermekte olduğu nimetlerden ötürü Allah’ı sevin, beni de Allah beni sevdiği için seviniz.

38.Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına karşı en iyi davrananlarınızdır.

39.Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.

40.Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, yolcunun duası ve babanın evladına duası.

Tarih: 26.01.2013 Okunma: 800

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?