KURTULMAK MI İSTİYORSUN? DÜŞÜNECEKSİN!...17…

Özgür DENİZ - 08.02.2013

İnsan; tekliği içinde çokluğu, çokluğu içinde tekliği taşıyan bir canlı varlıktır. Koca bir insanlık ailesini tek bir insana sığdırabilir, tek bir insanın içinde koca bir insanlık ailesini bulabilirsiniz. Tekliği ile benzersizdir gerçekten de ama çokluğu ile bütün benzerlerini kendisinde barındırır. Her benzeri, kendisi için bir aynadır. Bu yüzden kendisini en berrak şekilde karşısında duran benzerinde görür. Yapabileceklerini de, yapmaması gerekenleri de karşısında duran benzerinde görür. Gözlerinin dışarıya yönelik olmasının en büyük anlamı da budur. Beyniyle kendi derununda seyri sefer ederken, gözleriyle dış âlemde seyri seferdedir. Gerçekten ilginç bir varlıktır. Tam bir kaostur. Bulmamıştır aramaktadır. Olmamıştır ama olmak yolundadır. Cahildir ama bilmek için çalışmaktadır. Acemidir ama tecrübeler edinmiştir. Masumdur ama masumluğunun içinde zalimi gizlemektedir. Zalimdir ama yüreğinin en dip derinliklerinde, en kötü zamanlarında kaçıp sığınacağı bir arınma merkezi vardır. İnsan, bitmeyen bir yolculuktur. Tükenmeyen bir hazinedir. Kimlikle doğmuş ama bir dini seçmiştir; ne kadarda İslam fıtratı üzerine doğmuş olsa da.

 

Üzerinde yaşadığı doğaya bağımlıdır. Doğanın hâkimidir ama aynı zamanda doğaya da muhtaçtır. İkisi de birbirisiz olamaz. Doğanın yenilenmesi için insan, insanın yenilenmesi için doğanın sundukları gereklidir. Anlamlarını birbirinden bulmaktadırlar. Bir tarihin sahibi ve sahip olduğu tarihin ürünüdür. Tarihsiz insan, insansız tarih kabil değildir yani. Bulunduğu an itibariyle, bir tarihin toplamıdır. Tarihi olmasaydı bugünü de olmazdı, bugüne sahip olmasaydı yarına ulaşamazdı. Kimbilir belkide bir meçhul, bir yitiktir insan. Görünmek istemekte, yitiğini bulmaya çalışmaktadır. Mücadelesinin anlamı ve büyüklüğü burada gizlidir. Bir toplum içine fırlatılmıştır. Toplumun zincirleriyle kuşatılmıştır. Varlığının belirmesinde içinde yaşadığı toplumun etkisi vardır. Çünkü mutlak yalnız olması muhaldir. Belki çokluğunda yalnızlık vardır kimbilir. Ve tekliği o çokluğunda ki yalnızlığının peşindedir. Garip bir gizem, çözülmesi zor olan bir sır. Ama zaman aydınlıktır ve kimbilir sırrın da çözülmesinin bir zamanı, yeri, saati vardır.

 

İçinde yaşadığı toplumdan hem bağımsızdır hem de ona bağımlıdır. Tıpkı doğaya bağımlı olduğu gibi bağımlıdır topluma. Toplum tarafından etkilenirken, aynı zamanda toplumu etkileme gücüne de sahiptir. İkisi birbirini karşılıklı dönüştürerek ilerlerler. Kaotik olduğu kadar bencil bir benliği vardır. Bütünü özler ama yalnızlığa methiye düzer. Yalnızlığa düşer ama bütünü gözler. Bitmeyen bir dilemmanın mahkûmdur. Hem sürgündür hem mahpus. Kendinde mahpustur, doğa da mahpustur, toplumda mahpustur, tarihte mahpustur ama hepsinde aynı zamanda sürgündür. Ne mahpusluğu biter ne sürgünü sona erer. Çaresizlik içinde yaşar gider. Ne acıları biter ne de sevinçsiz kalır. Hür görünmektedir ve hürriyet peşinde koşar ama zincirlerle kuşatıldığının da farkındadır, fakat farkında değilmiş gibi davranır. Kendine karşı münafıktır. Bütünü özler ama yaklaşınca da sıkılır, vazgeçer bütünden ve yine yalnızlığı seçer. Zaten varoluşunda ki farklılık, mutlak bir bütün teşekkülüne en büyük engeldir. Varoluşunda ki farklılık, sürekli çatışmanın ve toplu olarak bir arada sonuna kadar bulunamamanın da en büyük sebebidir.

 

En büyük derdi, sancısı aklıdır. Aklıyla, tüm akılsızlar üzerinde egemendir ama bütün acıların kaynağı da aklı yüzündendir. Aklına çok güvenir ama aklı ona hiç güvenmez. Aklı hem belalısıdır hem de ebedi şifası. Girdaplara aklı aracılığıyla mahkûm olur, ama çıkışı yine onun sayesindedir. Rahatsızlığı, isyanı ve sıkıntıları aklından dolayıdır. Ne gariptir ki, akıl verilmemişlerden tek farkı da budur. Bu yüzdendir ki, aklı olmayanlar mutlak bir sükûnet içindedir, sessiz ve tepkisizdir. Ama insan dediğimiz hırçındır, tepkilidir, isyan halindedir, mütemadiyen bağırır durur. Aklıyla hem tuzak kurar hem tuzaklardan korunur hem de tuzağa düşer. Kâfirliği, müşrikliği aklının uçarılığındandır. Aklı onu doğruya, güzele yönlendirir ama o aklının başka çağrılarına kulak verir. Aklı bir secdeye çağırırken, o binlerce secdenin tutsaklığına müpteladır. Hem ilahi akıl hem şeytani akıl birliktedir varlığının derinliklerinde. Burada aklına yardımcı olacak bir ruhun sahibi olduğunu unutur. Unutmaz da yokmuş gibi davranır. Batışının odak noktası da burasıdır. Ruhsuz, bir çamur olduğunun idrakinde değildir. Beden denilen çamura anlam katan, canlılık veren şeyin ruhu olduğunu algılayıp, anlayamadığı için hayat yolunda mütemadiyen yalpalar durur.

 

Kendini tanımaz ama tanıdığını sanır. Kendini tanımakta istemez. Korkar çünkü. Güneşin mahiyetini bilmek ürkütücüdür. Çünkü yakar bildiğiniz anda. Bu yüzden olduğu kadarıyla, gördüğümüz kadarıyla biliriz, tanırız. Yaşam sebebimiz budur. İnsan, kendisini tanıyıp, bilseydi cehaletinin de farkına varırdı. Bilmeden akıllı olduğunu sanmak alıklıktır oysa. Kendinde ki ruhu tanımayan bütünün ruhunu ne bilsin. Gördüğünü inkâr edene ne denir? Görür ama görmediğini sanır. Duyar ama duymadığını sanır. Bilir ama bilmediğini sanır. Hisseder ama hissetmediğini sanır. Oysa kendinin farkına varıyorsa, bütün insanlığında farkında olması gerekir. Ama bütün insanlığın neyi ifade ettiğini bilemez işte. Bilmek istemez. Çünkü bilmekten korkar. Düşünmekten de bu yüzden kaçar.

 

Eğitilmesi gerekir ama nasıl ve kim tarafından eğitilmesi gerektiğini bilmez. Yanlış mabetlerin öğrencisi olmaya heveslenir. Kılavuzunu kendisi intihap etmek ister ama seçimini yapamaz. Yanlış mabetlerden, sahte kılavuzların elinden bozulmuş olarak çıkar ve günahlarını kusar. Çünkü her suç, bir günahın kusulmasıdır. İnsanı bozmadan köleleştirmek imkânsızdır. Ruhu eğilen insanın kafası da mutlaka eğilir. Böylece bir secdeye eğilmesi gereken baş, binlerce secdede eğilmeye başlar. İşte insanı bozanlar bu ters gerçeğin farkındadırlar. Bu yüzden onun ruhunu eğmeye, bükmeye çalışmaktadırlar. Onu en mükemmel eğiticiden uzaklaştırmaktadırlar. Bilakis, onun eğilmez başını eğmek kabil değildir. Ruhu eğen de, dünya denilen bataklıktır. Ama bu bataklık süslenerek gösterilir aklına, yanlış kılavuzlar, eğiticiler tarafından. İşte aklın şaştığı, uçurumun eşiğine geldi andır bu. Akıl burada ruha galebe çalar. Tabi bu şeytani akıldır. Doğru yaptığını sanır ama içinde bir yerde kalmış olan iyiliğin izi peşini bırakmaz.

 

İnsan, aklını kullanmalı ama ona uymamalıdır. Akıl atına, ruh gemini vurmalıdır. Ruh, gölgesini, aklın üzerinden çekerse; akıl, insanı uçurumların eşiğine sürükler. İnsan, nasıl, beden ve ruh bütünlüğünden müteşekkilse, insanın ideal şekilde yaşaması da aklın ve ruhun ortak kılavuzluğu sayesinde mümkündür. Bu görülmeli, bilinmeli, ihsas edilmelidir. Mutluluğun, başarının anahtarı budur. Kurtuluşun, ilerlemenin temeli budur. Gerçeklerden korkulmamalıdır, bilakis gerçekleri bilmeye cesaretimiz olmalıdır. Ama ne hazin ki, insan, korkularının esiridir. Bu da, bilgisizliğinden kaynaklanmaktadır. Aklını kullanmayıp, ona uymasından; akıl atına ruh gemini vurmamasından kaynaklanmaktadır. Doğrulardan kaçıp, yalanların tozpembe dünyasına sığınmak istemesinden kaynaklanmaktadır. Yalanlar, gerçeklerin verdiği acıları unutturmaktadır güya. Oysa bu geçicidir, gerçekler bizi asla yalnız bırakmazlar, hiç ummadığımız anda çıkar gelirler ve acılara boğarlar, tadımızı kaçırırlar.

 

Son tahlilde; Bilmeye cesaretli olmak gerekir. Gerisi kendiliğinden gelir.

 

“Bilmez ki sora,

Sormaz ki bile;

Bilse sorardı,

Sorsa bilirdi.” MEVLANA

 

‘’Sana ağır gelen o secde varya, binlerce secdeden alır kurtarır seni.’’ MUHAMMED İKBAL

Tarih: 08.02.2013 Okunma: 672

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?