İnsan;
tekliği içinde çokluğu, çokluğu içinde tekliği taşıyan bir canlı varlıktır.
Koca bir insanlık ailesini tek bir insana sığdırabilir, tek bir insanın içinde
koca bir insanlık ailesini bulabilirsiniz. Tekliği ile benzersizdir gerçekten
de ama çokluğu ile bütün benzerlerini kendisinde barındırır. Her benzeri,
kendisi için bir aynadır. Bu yüzden kendisini en berrak şekilde karşısında
duran benzerinde görür. Yapabileceklerini de, yapmaması gerekenleri de
karşısında duran benzerinde görür. Gözlerinin dışarıya yönelik olmasının en
büyük anlamı da budur. Beyniyle kendi derununda seyri sefer ederken, gözleriyle
dış âlemde seyri seferdedir. Gerçekten ilginç bir varlıktır. Tam bir kaostur.
Bulmamıştır aramaktadır. Olmamıştır ama olmak yolundadır. Cahildir ama bilmek
için çalışmaktadır. Acemidir ama tecrübeler edinmiştir. Masumdur ama
masumluğunun içinde zalimi gizlemektedir. Zalimdir ama yüreğinin en dip
derinliklerinde, en kötü zamanlarında kaçıp sığınacağı bir arınma merkezi
vardır. İnsan, bitmeyen bir yolculuktur. Tükenmeyen bir hazinedir. Kimlikle
doğmuş ama bir dini seçmiştir; ne kadarda İslam fıtratı üzerine doğmuş olsa da.
Üzerinde
yaşadığı doğaya bağımlıdır. Doğanın hâkimidir ama aynı zamanda doğaya da
muhtaçtır. İkisi de birbirisiz olamaz. Doğanın yenilenmesi için insan, insanın
yenilenmesi için doğanın sundukları gereklidir. Anlamlarını birbirinden
bulmaktadırlar. Bir tarihin sahibi ve sahip olduğu tarihin ürünüdür. Tarihsiz
insan, insansız tarih kabil değildir yani. Bulunduğu an itibariyle, bir tarihin
toplamıdır. Tarihi olmasaydı bugünü de olmazdı, bugüne sahip olmasaydı yarına
ulaşamazdı. Kimbilir belkide bir meçhul, bir yitiktir insan. Görünmek
istemekte, yitiğini bulmaya çalışmaktadır. Mücadelesinin anlamı ve büyüklüğü
burada gizlidir. Bir toplum içine fırlatılmıştır. Toplumun zincirleriyle
kuşatılmıştır. Varlığının belirmesinde içinde yaşadığı toplumun etkisi vardır.
Çünkü mutlak yalnız olması muhaldir. Belki çokluğunda yalnızlık vardır
kimbilir. Ve tekliği o çokluğunda ki yalnızlığının peşindedir. Garip bir gizem,
çözülmesi zor olan bir sır. Ama zaman aydınlıktır ve kimbilir sırrın da
çözülmesinin bir zamanı, yeri, saati vardır.
İçinde
yaşadığı toplumdan hem bağımsızdır hem de ona bağımlıdır. Tıpkı doğaya bağımlı
olduğu gibi bağımlıdır topluma. Toplum tarafından etkilenirken, aynı zamanda
toplumu etkileme gücüne de sahiptir. İkisi birbirini karşılıklı dönüştürerek
ilerlerler. Kaotik olduğu kadar bencil bir benliği vardır. Bütünü özler ama
yalnızlığa methiye düzer. Yalnızlığa düşer ama bütünü gözler. Bitmeyen bir
dilemmanın mahkûmdur. Hem sürgündür hem mahpus. Kendinde mahpustur, doğa da
mahpustur, toplumda mahpustur, tarihte mahpustur ama hepsinde aynı zamanda
sürgündür. Ne mahpusluğu biter ne sürgünü sona erer. Çaresizlik içinde yaşar
gider. Ne acıları biter ne de sevinçsiz kalır. Hür görünmektedir ve hürriyet
peşinde koşar ama zincirlerle kuşatıldığının da farkındadır, fakat farkında
değilmiş gibi davranır. Kendine karşı münafıktır. Bütünü özler ama yaklaşınca
da sıkılır, vazgeçer bütünden ve yine yalnızlığı seçer. Zaten varoluşunda ki
farklılık, mutlak bir bütün teşekkülüne en büyük engeldir. Varoluşunda ki
farklılık, sürekli çatışmanın ve toplu olarak bir arada sonuna kadar
bulunamamanın da en büyük sebebidir.
En büyük
derdi, sancısı aklıdır. Aklıyla, tüm akılsızlar üzerinde egemendir ama bütün
acıların kaynağı da aklı yüzündendir. Aklına çok güvenir ama aklı ona hiç
güvenmez. Aklı hem belalısıdır hem de ebedi şifası. Girdaplara aklı
aracılığıyla mahkûm olur, ama çıkışı yine onun sayesindedir. Rahatsızlığı,
isyanı ve sıkıntıları aklından dolayıdır. Ne gariptir ki, akıl verilmemişlerden
tek farkı da budur. Bu yüzdendir ki, aklı olmayanlar mutlak bir sükûnet
içindedir, sessiz ve tepkisizdir. Ama insan dediğimiz hırçındır, tepkilidir,
isyan halindedir, mütemadiyen bağırır durur. Aklıyla hem tuzak kurar hem
tuzaklardan korunur hem de tuzağa düşer. Kâfirliği, müşrikliği aklının
uçarılığındandır. Aklı onu doğruya, güzele yönlendirir ama o aklının başka
çağrılarına kulak verir. Aklı bir secdeye çağırırken, o binlerce secdenin
tutsaklığına müpteladır. Hem ilahi akıl hem şeytani akıl birliktedir varlığının
derinliklerinde. Burada aklına yardımcı olacak bir ruhun sahibi olduğunu
unutur. Unutmaz da yokmuş gibi davranır. Batışının odak noktası da burasıdır.
Ruhsuz, bir çamur olduğunun idrakinde değildir. Beden denilen çamura anlam
katan, canlılık veren şeyin ruhu olduğunu algılayıp, anlayamadığı için hayat
yolunda mütemadiyen yalpalar durur.
Kendini
tanımaz ama tanıdığını sanır. Kendini tanımakta istemez. Korkar çünkü. Güneşin
mahiyetini bilmek ürkütücüdür. Çünkü yakar bildiğiniz anda. Bu yüzden olduğu
kadarıyla, gördüğümüz kadarıyla biliriz, tanırız. Yaşam sebebimiz budur. İnsan,
kendisini tanıyıp, bilseydi cehaletinin de farkına varırdı. Bilmeden akıllı
olduğunu sanmak alıklıktır oysa. Kendinde ki ruhu tanımayan bütünün ruhunu ne
bilsin. Gördüğünü inkâr edene ne denir? Görür ama görmediğini sanır. Duyar ama
duymadığını sanır. Bilir ama bilmediğini sanır. Hisseder ama hissetmediğini
sanır. Oysa kendinin farkına varıyorsa, bütün insanlığında farkında olması
gerekir. Ama bütün insanlığın neyi ifade ettiğini bilemez işte. Bilmek istemez.
Çünkü bilmekten korkar. Düşünmekten de bu yüzden kaçar.
Eğitilmesi
gerekir ama nasıl ve kim tarafından eğitilmesi gerektiğini bilmez. Yanlış
mabetlerin öğrencisi olmaya heveslenir. Kılavuzunu kendisi intihap etmek ister
ama seçimini yapamaz. Yanlış mabetlerden, sahte kılavuzların elinden bozulmuş
olarak çıkar ve günahlarını kusar. Çünkü her suç, bir günahın kusulmasıdır.
İnsanı bozmadan köleleştirmek imkânsızdır. Ruhu eğilen insanın kafası da
mutlaka eğilir. Böylece bir secdeye eğilmesi gereken baş, binlerce secdede
eğilmeye başlar. İşte insanı bozanlar bu ters gerçeğin farkındadırlar. Bu
yüzden onun ruhunu eğmeye, bükmeye çalışmaktadırlar. Onu en mükemmel eğiticiden
uzaklaştırmaktadırlar. Bilakis, onun eğilmez başını eğmek kabil değildir. Ruhu
eğen de, dünya denilen bataklıktır. Ama bu bataklık süslenerek gösterilir
aklına, yanlış kılavuzlar, eğiticiler tarafından. İşte aklın şaştığı, uçurumun
eşiğine geldi andır bu. Akıl burada ruha galebe çalar. Tabi bu şeytani akıldır.
Doğru yaptığını sanır ama içinde bir yerde kalmış olan iyiliğin izi peşini
bırakmaz.
İnsan,
aklını kullanmalı ama ona uymamalıdır. Akıl atına, ruh gemini vurmalıdır. Ruh,
gölgesini, aklın üzerinden çekerse; akıl, insanı uçurumların eşiğine sürükler.
İnsan, nasıl, beden ve ruh bütünlüğünden müteşekkilse, insanın ideal şekilde
yaşaması da aklın ve ruhun ortak kılavuzluğu sayesinde mümkündür. Bu görülmeli,
bilinmeli, ihsas edilmelidir. Mutluluğun, başarının anahtarı budur. Kurtuluşun,
ilerlemenin temeli budur. Gerçeklerden korkulmamalıdır, bilakis gerçekleri
bilmeye cesaretimiz olmalıdır. Ama ne hazin ki, insan, korkularının esiridir.
Bu da, bilgisizliğinden kaynaklanmaktadır. Aklını kullanmayıp, ona uymasından;
akıl atına ruh gemini vurmamasından kaynaklanmaktadır. Doğrulardan kaçıp,
yalanların tozpembe dünyasına sığınmak istemesinden kaynaklanmaktadır.
Yalanlar, gerçeklerin verdiği acıları unutturmaktadır güya. Oysa bu geçicidir,
gerçekler bizi asla yalnız bırakmazlar, hiç ummadığımız anda çıkar gelirler ve
acılara boğarlar, tadımızı kaçırırlar.
Son tahlilde; Bilmeye cesaretli olmak gerekir.
Gerisi kendiliğinden gelir.
“Bilmez ki sora,
Sormaz ki bile;
Bilse sorardı,
Sorsa bilirdi.” MEVLANA
‘’Sana ağır gelen o secde varya,
binlerce secdeden alır kurtarır seni.’’ MUHAMMED İKBAL