Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
27 Mayıs’ın adı “devrim”di...
Çocukluğumda hatırlarım, büyüklerimiz “inkılap” derlerdi...
12 Mart, adı üstünde “muhtıra”ydı...
Halk “örfi idare” derdi...
12 Eylül’ün adı “harekât”tı... “Bayrak Harekâtı”...
Halkın bişey diyecek hali kalmamıştı, o da “harekât”ı benimsedi.
Bunlar elbette birer günde olup bitmedi...
Her biri belli bir zaman dilimini kapsadı, yıllar “sürdü”... Yani hepsi kendi içinde ayrı ayrı “süreç”lerdi. Toplumsal meseleler, ağır sorunlar vardı, insanlar canından bezmişti ve hepsi de o günlerde biriken sorunları “çözme” iddiasındaydı. Hepsi de birer siyasî dayatmaydı.
Bunların arkasından 28 Şubat geldi...
O hadiseye ne ad verildi?
İnce dikkat gerek, “süreç”... “28 Şubat süreci”... O hadiseden daima “28 Şubat süreci” diye bahsediliyor. Demek artık, “süreç”e “süreç” deme vakti gelmişti!
O “süreç”lerin sonunda memleketin nerelere vardığı ortada!
Şimdi de bir “süreç” dayatılıyor... Bu “süreç” nereye varacak diye merak içindeyiz. “Süreç”in sonucuna Aziz Nesin’in şu kısa hikâyesi, gayet kuvvetli bir ışık tutuyor:
Bir köy kahvesindeyiz. Köy öğretmeni, köyün en yaşlı ve bilgesiyle konuşuyor:
“- Cemal Amca, bizde geçenlerde hani bir olay oldu ya, 12 Mart dedikleri olay.
- Evet, oldu.
- Oldu da ne oldu? Ne gibi bir değişiklik oldu?
- Ben bu politika denen işten hiç çakmam... 12 Mart olmuş da n’olmuş, ne bileyim ben... Ben sana eski olmuşlardan, eskiden olup geçmişlerden bişey anlatayım da sen onu dinle...
- Can kulağıyla dinliyorum, Cemal Amca... dedim.
Cıgarasından derin bir soluk çektikten sonra anlatmaya başladı:
- Eskiden kasabada Çalık Oğlan derler bir aklı eksik oğlan varmış. Bizim köyün kocalarından Memiş Ağa -Allah rahmet eylesin- bigün kasabaya varmış ki, bu Çalık Oğlan pazaryerinin ortasına oturmuş ah vah ederek ağlayıp durmakta. ‘Nedir, neye ağlarsın hey Çalık Oğlan?’ diye sormuşlar buna.
- Benim bir ayağı çukurda çok yaşlı bir anam var. babamı dersen, genç bir yiğit... Şu anam olacak karı ölse de, yiğit babam da taze bir gelinle evlense... Eve gelen taze gelini hem babam sevse, hem de ben sevsem... İşte bunun için dua eder, ah vah ederim...
Bizim Memiş Ağa da, oradakiler de Çalık Oğlan’ın bu akılsız sözlerine gülüp geçmişler.
- Gel zaman, git zaman Memiş Ağa gene bigün kasaba pazarına varmış, bakmış ki, Çalık Oğlan gene pazarın orta yerinde ah vah ederek gözyaşı dökmekte, ama bu kez daha yanık çağırıp saçını başını yolmakta... Memiş Ağa,
- Ulan Çalık Oğlum, nedir gene derdin? diye sormuş. Çalık Oğlan da demiş ki:
- Anam ölsün de yiğit babam taze bir gelinle evlensin; diye dua ettiydim. Duam yerine geldi, ama tersinden yerine geldi. Yaşlı anam öleceğine civan babam öldü. Civan babam evleneceğine, kocakarı anam evlendi. Eve taze gelin geleceğine yiğit bir delikanlı geldi. Babamın karısı taze gelini hem babam sevecek, hem de ben seveceğim diye beklerken, anamın kocası olacak herif hem anamı seviyor, hem de beni... Ben ağlamayayım da kimler ağlasın...
İşte bizim rahmetli Memiş Ağa böyle anlatırdı.
Cemal Çavuş ne demeye getirdiğini anlayıp anlamadığımı görmek için gözlerimin içine bakarak,
- 12 Mart’ı, 22 Mart’ı bilemem, hatırıma geçmişten bu olay geldi de anlatıverdim... dedi.”
(İt Kuyruğu, Nesin Yayınevi, S. 125-126)
x x x
PENGUEN’DEN, 24 Nisan