Kötü iyiyi tasfiye ediyor.
Kötü hızlı yürüyor çünkü. Bu yüzden iyi hep geri kalıyor ve ya yok oluyor ya da
sönüyor. Kötünün daha belirginleşmesi iyinin modasının geçtiği yanılgısına
neden oluyor. Oysa böyle bir şey yok. İyinin, kötünün ölçütü ne? Televizyon
kitabı katletti, peki televizyon iyi midir ya da kitap kötü müdür? Kitap
dokunduğu şeyi yüceltir ama televizyonun kendisi adidir ve adileştiricidir de.
Televizyon alır ama kitap verir. Kitap insanlaştırır, televizyon
hayvanlaştırır. Kitap berrak bir pınarsa, televizyon lağımdır. Televizyon kuduz
köpek gibidir, ısırdığı zaman tedavi süreci gecikirse öldürür. Kitap ise
merhemdir, yaraları yok eder. Televizyon metres gibidir ve kendi çıkarlarını,
istikbalini düşünür. Ama kitap kadının gibidir, sana tüm benliğini adar ve iki
kişilik düşünür. Bir defa insan düşünce ise, düşünce antitez ise, antitez
değişim ise, değişim ise insanın aydınlığa yönlemesi ise insanın koşacağı
yegâne adres vardır; bu da televizyon değil kitaptır. Televizyon bir yerde
muhafazakârdır; tüm kötülüklerin muhafazasını temin eder. Düşünce asude
iklimlerde serpilir, gelişir, boy verir. Ve kitap sayfalarından başka sığınağı
yoktur düşüncenin. Bir kitabımız olmadığı için bir düşüncemiz de yok. Her
şeyimiz tercüme. Kendimiz bile tercümeyiz neredeyse. Garbın papağanlarıyız.
Garp maddedir, mikrop gibidir. Ruhsuz hayat yürümez ama yürüteceğimiz sandık.
Yürümedi de. Yaya kaldık, şimdi yetişmeye çalışıyoruz. Maddeye hareket bahşeden
o madde de mevcut olan özdür. Sadece maddeyle fetih olmazdı, olmadı da.
Politikacılar kitabı sevmez. Çünkü kitap, bu fahişelerin süslü ve zevklerle
dolu dünyalarını tarumar eder. Kitabın yüceltilmesi ve kültür haline
getirilmesi, politikacılar için çıkarların kaybedilmesidir, halkında çıkarlara
ortak edilmesidir. Kitap eğer sağlam okunursa her şeyi alt üst eder. Milliyetçi
cahil olduğunu, İslamcı taklitçi olduğunu, Solcu papağan olduğunu fark eder.
Biz okuyanlar değiliz, okuduğunu sananlarız. Bilmeyiz, bilmediğimizi de
bilmeyiz. Sevdiğimiz bir adam kalıplaşmış bir düşüncemizi kökünden sarsar, bunu
fark edemeyiz, o adamı överiz ama onun kendimizi imha ettiğini fark edemeyecek
kadar körüz. Okumak vardır, okumak vardır. Okursun hiçbir şeyin farkına
varmazsın; sağırsındır, körsündür, hissizsindir. Okursun, yürürken çimenlerin içinde
ki böceğin çıtırtısını hissettiğin gibi, düşüncelerinin devrildiğini
hissedersin. Ve bu devrilişten, sarsıntıdan asla korkmazsın hatta gerekiyorsa
bir anda devrilmesini arzularsın. İşte bu okuma yeniden inşa edicidir, ilki ise
durduğun yerin doğru olduğuna ikna edicidir. Her ikna oluş haddizatında
kayboluştur. Fark edebilene, farkı bilene selam olsun. Kukla oluşumuz,
kuklalığımızı fark edemememiz hep cehaletimizin ve ikna oluşumuzun
sonucudur. Gördüğümüzü yorumluyoruz,
oysa gördüklerimizin ardında görmediğimiz gerçekler vardır ama korkarız o
gerçekleri görmekten, çünkü ürkeriz tüm yorumlarımızı sıfırlayacağından. Bunu
yaparız bir de aydınız diye caka satarız. Haddizatında bir zavallıyız ama bunu
asla duyumsamaz kulağımızın üstüne yatarız. En basitinden; Garplılaşma hedefinin, İslam’dan kopuşun
hızlandırılması olduğunu görmeyiz, bunun ilericilik olduğunu sanırız. Çünkü
tarih bilmeyiz. Bildiğimiz tarih ise, bizi kuklalaştıran, alıklaştıran tarihtir
sezmeyiz. Bildiğimiz her şey yalandır, bir türlü doğruları görüp yalanları
silmeyiz. Düşünen değil, konuşan bir sürüyüz. Laf bol, söz yok. Fikir teatisi
yapamayız, çünkü fikir varsa yapılır teatisi. Kahvehaneci tarzında düşünürüz,
konuşuruz, tartışırız.
Son tahlilde; şerefim ve namusum üzerine yemin ederim muhakkak cahiliz. Bunun
yegâne sebebi ise kitapsızlıktır. İnsanlar, malın, mülkün, şöhretin, kadının
mahkûmlarıdırlar. Hayatları, vakitleri; araba, ev ve kadın kıskacında
mahkûmdur. Ne kadarda kabul etmesekte cahiliz. Bunu iliklerime kadar
hissediyorum. Çünkü hayatın içindeyim. Ben akıllıyım demiyorum. Ama bilmeye
çalışmanın da bir erdem olduğunu biliyorum. Bir olguyu en dibine kadar
tartışıp, araştırıp ancak bundan sonra kabul etmenin de insana şeref ve asalet
kazandıracağına inanıyorum. Çürükten çıkış yapıp, çürütülmeye ve çürümeye
mahkûm olmamaya gayret ediyorum. Allah, neslimiz kitapsızlığın feci sonundan
korusun. Âmin.
‘’TELEVİZYON KÜLTÜRÜ DİYE MEFHUM TANIMIYORUM. TELEVİZYON; AYLAK,
ŞUURU İĞDİŞ EDİLMİŞ, HİÇBİR ZAMAN DÜŞÜNME VE OKUMA ALIŞKANLIĞI KAZANMAMIŞ
SOKAKTAKİ ADAM İÇİN İCAT EDİLMİŞ BİR NEVİ AFYONDUR. KÜLTÜRÜN DÜN DE, BUGÜN DE,
YARIN DA TAŞIYICISI: KİTAP. HİÇBİR DÜŞÜNCE EMEKSİZ FETHEDİLEMEZ.’’ Cemil Meriç