İKTİDAR KENDİ AYAĞINA KURŞUN SIKIYOR

İsmail Hakkı CENGİZ - 16.07.2013

Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.


Bir akıl tutulmasına uğramış gibiyiz…

Biz, bilhassa iktidar neyle övünüyorduk?

“Türkiye çevrede, hatta dünyada bir istikrar adasıdır.

Yatırım yapmaya en uygun ülkelerden biridir.

İktisadî bakımdan şahane bir yerdedir, iyi gitmekte, kararlı bir şekilde büyümektedir. Son 10 yılda Türkiye’ye bir Türkiye daha eklenmiştir.

Komşularla gayet iyiyiz… Çoğu ile aramızdaki ‘vize’leri kaldırdık, ticareti geliştirdik, sosyal ve siyasal bakımdan yakınlaştık… Hele Suriye ile kardeşten öte olduk.”

Peki, şimdi ne yapıyoruz?

Gösteriler…

Direnişler…

Yürüyüşler…

Çeşitli taleplerin ileri sürülmesi…

Hükümet ne yapıyor?

Bastırma!

Susturma!

Gazlama!

Sulama!

Al sana memlekette bir “savaş” havası… Her yerde, her gün çatışma görüntüleri…

Yani gittikçe bulutlanan, kararan bir iklim!

Elbette böyle bir havadan yararlanmak, kendi menfaatlerine yönelik olarak kullanmak isteyen iç ve dış “bedhahlar” çıkabilecek,

Olayları kışkırtabilecek, kalabalıkları “şiddet”e yöneltebilecektir.

Bu şartlarda bile iktidara düşen aklıselim sahibi,

Anlayış ve hoşgörülü,

Tahammül ve sabırlı olmak değil midir? “Demokrasi”, “ileri demokrasi” bunu gerektirmez mi?

Oysa yaklaşım nasıl?

Tam tersi…

Hükümet, 10-11 yılda inşa ettiği büyüyen-gelişen-istikrarlı Türkiye’yi sanki kendi elleriyle tahrip ediyor.

İktidara, haddizatında, hiç de yabancı olmadıkları, çok iyi bildikleri; Osmanlı’yı Osmanlı yapan, onu bir cihan imparatorluğuna götüren “basit” ama elmastan kıymetli ilkeleri hatırlatmanın tam zamanıdır… Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e öğütlerini…

Gelin, yazık etmeyelim memlekete, kulak verelim Şeyh’e:

“Öfken, nefsin bir olup aklını yener… Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olmalısın!

Ey oğul! Beysin;

Bundan sonra öfke bize, uysallık sana; 

Güceniklik bize, gönül almak sana;

Acizlik bize, yanılgı bize, hoş görmek sana;

Geçimsizlik, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize, adalet sana;

Kötü söz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlamak sana.

Ey oğul!

Bölmek bize, bütünlemek sana;

Ey oğul; sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz.

Şunu da unutma: İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!

Ey Oğul! İşin ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı.

Allah yardımcın olsun!”

Kaynak: Turkislamtarihi.nl

x   x   x

GÜNÜN ÇİZGİSİ, PENGUEN’DEN, 11 Temmuz



Tarih: 16.07.2013 Okunma: 839

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

Özgür DENİZ

06.04.2013 - 12:04

HAKİKİ AKİL ADAMDAN BİR İKTİBAS...... ASABİYET/KEMALİZM/İSLÂM DAVASI (VI)...... Muhalefet etmek için dahi olsa çektiğimiz ifade-i meram sıkıntısının uzantısıyla “çoğulcu millî irade” gibi ancak düşük bir mantığa sığabilecek sözlere yer verebiliyor ve böylelikle her hususta hataya düşme ihtimalimizi yükseltiyoruz. Varlığımızla kenetlenmiş bir lisandan mahrumuz. Dinimizin müessiriyetini sıfırın altına indirebilmek için lisanımız, dilimiz yuvalandığı yerden dışa uğratılarak gülünçleşmiş bir hale sokuldu. Varlığımız, ahdimiz, mukaddesatımız, mevcudiyetimiz, aslımız, özümüz... Gürültüye gitti hepsi. Hem etrafımızı “böyle lâfların hepsi hikâye” diyen insanlar doldurdu ve hem de zaten etrafımızda bulunan insanlar artık “böyle lâfların hepsi hikâye” demeğe başladı. Bu minval üzre “çoğulcu millî irade” gibi saçmalıklar dilimize Türk milletinin ürettiği “nerede çokluk...” diye başlayan deyimi unutuşumuzdan bilistifade dolanıyor, dolanabiliyor. “Nerede çokluk...” Türk milleti olarak bunu unutmasaydık, en azından bu tabiri kulak ardı etmemiş olsaydık, yerimizi pisliğin tam göbeğinde seçmiş olmazdık. Müslüman idiysek başımızı dik tutuyor, Nuh’un gemisinde bir yer edinme hedefinden başka herhangi bir hedefi küçümsüyor olmalıydık. Batı Medeniyeti ümide Türkler sebebiyle yer verme imkânsızlığı temeli üzerinde yükseldi. Avrupa’nın hâkim sınıfları ezilmeye mahkûm ettikleri insanlara Türklerin kurtarıcılığı fikrinin ham hayal olduğunu 1571 İnebahtı hezimetinden itibaren kabul ettirdi. Avrupa’da (ve çok daha sonra Amerika’da) hükümranlık vakıası sosyal ilişkiler göz önüne alındığında ikinci sıraya düşürülemeyecek bir sınıf savaşı halinden başka hali kaldıramaz oldu. Kilise’nin, Aristokrasi’nin ve Burjuvazi’nin kenetli mündemiç zulmü medeniyetin yozlaşmaya kapı açmasının mazeretini üretti. Bu yüzdendir ki, hem yürekten, hem de yürekli bir komünist, Swedenborgcu bir Hıristiyan olduğu halde Baudelaire’in dilinden “şehrin iğrenç kalabalığı” ve benzeri söylemler düşmez. Ve ben de komünistliğimle, Kelâmullah ve Sünnet-i Seniyyeye olan bendeliğimle müftehir bir kul olarak bir şiirimde “halk” ile “ahali” arasında hasseten fark gözeterek, bu ikiden ikincisinin şaire olan nankörce tavrına işaret ediyorum. 1967 senesinde “halksa kal’am, onu kal’a kılan benim” mısraını yazdığımı da unutmayın. Derdim ne benim? Şiirler, yazılar ve hele şu okumakta olduğunuz yazıyı hangi sebeple yazıyorum? Tek sebeple... Yazmayışımın bana vebal yükleyeceğini biliyorum. Bilen de biliyor sesimin çok insana erişmesi gibi bir endişeyi hayatımın hiçbir döneminde taşımadığımı. Siz de bilin ki, mensubiyetine vasıl olmamla dünya hayatıma anlam isabet ettiren Türk milleti asla bir güruh hususiyeti taşımaz. Türklerin “büyüklerimiz bilir” diyen bir avâmı yoktur. Osmanlı yönetimi yönetme imkânı bulduysa, bu imkân sahasını Türklerin gözünde hain durumuna düşmeme hassasiyetiyle ele geçirdi. Kırılma noktasına Tanzimat’la erişen Batılılaşma her safhasında Türkler aleyhine sonuçlar verdi. Çünkü batılılaşma bâtıllaşmadan başka bir şey değildi. Çünkü bizim dinimiz ne kerameti kendinden menkûl ileri çıkıp ileri giden haddini bilmezlerin, ne de beline zünnar takarak uyruklara hükmedenlerin dinidir. Yani Türk olduğunun şuuruna varmak başta helâl ve haram olmak üzere her konuda âgâh olmak anlamına gelir. Kimiz biz? Biz Türkler kaabiliyeti dünyayı küçümseyişte teksif olmuş kullarız. Bizler kandırılmamız için kullanılan her şeyi reddebilme kaabiliyetini, o şey ister ucuz ister pahalı olsun, kaybetme korkusuyla yaşayanlarız. Hayatımız baştan sona hesaplaşmadır. Bu hesaplaşma işine “lâ” diyerek başlarız. Türklük kendine Müslümanlıktan başka bir mânâyı delil getiremez dediğimiz zaman üzerine “ümmet” mes’uliyeti almış insanların müessiriyeti bahsini açmış oluyoruz. Bu bahis açılınca biz Türklerin güzideler siyaneti altında; ama bizatihi kendi güzidelerimizin siyaneti altında bir millet vasfı kazandığımız ilk anlaşılan husustur. Tarih boyunca müessiriyetimizi kıymet bilerek sağlamışızdır. Tarih boyunca hakkımızı gasp edenler bize “çarıklı erkân-ı harp” dedi. Biz de onları Allah’a havale ettik. Tövbe edip bize rücu etmelerini bekledik. Biz Türkler tarih içinde böyle doğduk, böyle ömür sürdük ve tarih bağlamında ölümümüzü bizden olmayan birileri müşahede edecekse, biline ki, güzidelerimizin siyaneti altında öldüğümüzün şahidi olunacak. Tarihten tard edilmeyeceksek, tarihî mânâda ölmeyeceksek bunu ancak âgâh olduğumuzun tezahürüyle temin edebiliriz. Biz Türkler ne haldeyiz? Kendi halimizi şu iki sualin cevabını bularak fehm edebiliriz: 1) Hangi vukuatın şekillendirdiği bir durumla karşı karşıyayız? 2) Hangi halden hangi hale geçişin hasıl ettiği durumdayız? Eğer Türkiye’ye şekil veren sınıf ilişkilerini hesap dışı tutarsak yerimizi ahlâki zaaftan medet umanlar arasında aramalıyız. Eğer şuurla seçilmiş mensubiyet münasebetlerini karanlıkta bırakan hali esas sayarak hareket ediyorsak yerimiz ahmaklar güruhunun eğleştiği yerden başka bir yer olamaz. Yerlerden yer beğenirken asıl ödenemeyecek kadar muazzam borcun gafletle ihanetin birbirlerine olan borcu olduğunu unutmuyoruz...... İsmet Özel, 6 Nisan 2013---İstiklâl Marşı Derneği Sitesi

Esedullah

06.04.2013 - 21:23

Tamam yazarın sözleri genel itibariyle güzel şeyler.Lakin ''Ve ben de komünistliğimle'' sözü ''çınarın köküne inen balta '' gibi tevil götürmez bir hata...

Esedullah

06.04.2013 - 21:39

Barışı hak eden,ancak ALLAH(C.C.) için savaşanlardır. Barış,hakikatin nurlu-mukaddes çocuğu. Barışı hak eden,ALLAH(C.C.)için engelleri aşanlardır. Barış,hakikatli yüreklerin kutlu boncuğu.... Biz ALLAH(C.C.)'a inanan müslimiz, Barış İSLAMdan gelir. Yalnız Hakk(C.C.)'a teslimiz. Barış Es-SELAM'dan gelir.... Ülküsü hakikat olmayan, Barışın özünü anlayamaz. İlkesi hakikat olmayan, Barışın tözünü kavrayamaz.

özgür deniz

07.04.2013 - 17:14

şimdi şu var; İSMET ÖZEL mükemmel değil. ama İSMET ÖZELİ bir bütünlük içinde değerlendirmek gerekir. ancak bu şekilde söylediği şey tüm yazı içinde erir ve anlam kazanır. İSMET ÖZEL nihayetinde mükemmel olmasa da özel bir insandır. nice badirelerden geçmiş, fikrin çilesini çekmiş, dimağlara aydınlığın tohumunu ekmiş bir fikir devidir. bu yüzden tek bir kelimeden çıkarak İSMET ÖZEL hakkında kesin yargı vermemek gerekir bence. ki orada bence eski halinden bir çıkış yaparak bir durumu örneklemiş gibi sanki. yoksa bu kavramı kendisine uygun gördüğü zaman zaten çoğu söylediği şeyle çelişir. çünkü İSMET ÖZELİN söyledikleriyle o NOSYON mutlak zıtlık içerir.ki sitesinin isminede aykırı kaçar. bu yüzden olayın derinliğine inmek icap eder yargılamadan önce. diğer söyleidklerine gelinece, eyvallah.

özgür deniz

07.04.2013 - 17:17

İSLAMSIZ her şeyin koskoca bir SIFIR olduğunu insanlık zamanla anlayacak. çünkü henüz mahkumu olduğu koyu cehaletin kıskacından ve ideolojilerin iflah etmez tasallutundan azade olmuş değil. ne zaman ki gerçek manada KENDİ KAFASIYLA düşünmeye başladı, düşüncelerinde NESNELLİK ekseninde hareket etmeye başladı ancak o zaman HAKİKATİ keşfedecek ve zincirlerini kıracaktır. gerisi mutlak manada ve tamamiyle laftır.

Esedullah

09.04.2013 - 20:32

Savaş değil,CİHAD olmalı yaptığımız. Kavramlar bizim anlam pusulamız. Ebabilin taşı olmalı,küfre attığımız. Çünkü MÜSLİMTÜRKtür bizim aslımız..... Mücahid olmalı her fert,her yürek. Tağutun otağını yok etmeli,yıkmalı. Ya ALLAH(C.C.)Ya BİSMİLLAH diyerek, Tağutun zifir dolu yüreğini yakmalı.... Hakikat, hayat İMAN ve CİHADdır. En tatlı şerbet mümine şehadet. CİHAD hayata, hayat veren hayattır. Rabb(C.C.)'im bizleri yolunda şehid et...

özgür deniz

10.04.2013 - 18:31

tabiki savaş gerçeklik olmuş bir kavramdır...ama özünde Müslüman Türk'ün yaptığı şeyin adı CİHAD dır...Allah yolunda CİHAD...tabi her insan olan insanın yegane gayesi TAĞUT pisliğini ve TAĞUTİ DÜZENLERİ yok etmektir...çünkü ancak o zaman ögürlük gerçek olur...ama kavramları bilen kim, bildiği kavramları anlayan kim...HAYAT iman ve cihaddır ve ayrıca say ve cidaldir...ama şimdi cihad ancak beyinle ve yürekle yapılabilir...tabi gerektiği zaman silahlada...ŞAHEDETİ arzulamayanlar münafıklık üzere ölürler diyor yegane ÖNDERİMİZ sav...bu yüzden her MÜSLÜMAN TÜRK evladının yürekten arzusudur şahadet üzere ölmek...ama şahadet üzere ölmek illa savaşta olacak diye bir şey yoktur...misal gönüllerin başkanı, reisi can adam canan adam MUHSİN YAZICIOĞLU ağabeyimiz şahadet üzere ölmüştür...ALLAH kabul etsin...çünkü dini, devleti, milleti, ülkesi adına kavga verirken it oğlu itler tarafından şehit edilmiştir...ne kadarda bazı haysiyet sorunu olanlar şehit olarak görmeselerde...ALLAH diyen, ALLAH adına vatan, din, millet, devlet, ümmet, insanlık hayrına mücadele verirken ölenler ya da öldürülenler bence şehit olarak can vermiş sayılırlar...eyvallah...

Özgür DENİZ

06.04.2013 - 12:04

HAKİKİ AKİL ADAMDAN BİR İKTİBAS...... ASABİYET/KEMALİZM/İSLÂM DAVASI (VI)...... Muhalefet etmek için dahi olsa çektiğimiz ifade-i meram sıkıntısının uzantısıyla “çoğulcu millî irade” gibi ancak düşük bir mantığa sığabilecek sözlere yer verebiliyor ve böylelikle her hususta hataya düşme ihtimalimizi yükseltiyoruz. Varlığımızla kenetlenmiş bir lisandan mahrumuz. Dinimizin müessiriyetini sıfırın altına indirebilmek için lisanımız, dilimiz yuvalandığı yerden dışa uğratılarak gülünçleşmiş bir hale sokuldu. Varlığımız, ahdimiz, mukaddesatımız, mevcudiyetimiz, aslımız, özümüz... Gürültüye gitti hepsi. Hem etrafımızı “böyle lâfların hepsi hikâye” diyen insanlar doldurdu ve hem de zaten etrafımızda bulunan insanlar artık “böyle lâfların hepsi hikâye” demeğe başladı. Bu minval üzre “çoğulcu millî irade” gibi saçmalıklar dilimize Türk milletinin ürettiği “nerede çokluk...” diye başlayan deyimi unutuşumuzdan bilistifade dolanıyor, dolanabiliyor. “Nerede çokluk...” Türk milleti olarak bunu unutmasaydık, en azından bu tabiri kulak ardı etmemiş olsaydık, yerimizi pisliğin tam göbeğinde seçmiş olmazdık. Müslüman idiysek başımızı dik tutuyor, Nuh’un gemisinde bir yer edinme hedefinden başka herhangi bir hedefi küçümsüyor olmalıydık. Batı Medeniyeti ümide Türkler sebebiyle yer verme imkânsızlığı temeli üzerinde yükseldi. Avrupa’nın hâkim sınıfları ezilmeye mahkûm ettikleri insanlara Türklerin kurtarıcılığı fikrinin ham hayal olduğunu 1571 İnebahtı hezimetinden itibaren kabul ettirdi. Avrupa’da (ve çok daha sonra Amerika’da) hükümranlık vakıası sosyal ilişkiler göz önüne alındığında ikinci sıraya düşürülemeyecek bir sınıf savaşı halinden başka hali kaldıramaz oldu. Kilise’nin, Aristokrasi’nin ve Burjuvazi’nin kenetli mündemiç zulmü medeniyetin yozlaşmaya kapı açmasının mazeretini üretti. Bu yüzdendir ki, hem yürekten, hem de yürekli bir komünist, Swedenborgcu bir Hıristiyan olduğu halde Baudelaire’in dilinden “şehrin iğrenç kalabalığı” ve benzeri söylemler düşmez. Ve ben de komünistliğimle, Kelâmullah ve Sünnet-i Seniyyeye olan bendeliğimle müftehir bir kul olarak bir şiirimde “halk” ile “ahali” arasında hasseten fark gözeterek, bu ikiden ikincisinin şaire olan nankörce tavrına işaret ediyorum. 1967 senesinde “halksa kal’am, onu kal’a kılan benim” mısraını yazdığımı da unutmayın. Derdim ne benim? Şiirler, yazılar ve hele şu okumakta olduğunuz yazıyı hangi sebeple yazıyorum? Tek sebeple... Yazmayışımın bana vebal yükleyeceğini biliyorum. Bilen de biliyor sesimin çok insana erişmesi gibi bir endişeyi hayatımın hiçbir döneminde taşımadığımı. Siz de bilin ki, mensubiyetine vasıl olmamla dünya hayatıma anlam isabet ettiren Türk milleti asla bir güruh hususiyeti taşımaz. Türklerin “büyüklerimiz bilir” diyen bir avâmı yoktur. Osmanlı yönetimi yönetme imkânı bulduysa, bu imkân sahasını Türklerin gözünde hain durumuna düşmeme hassasiyetiyle ele geçirdi. Kırılma noktasına Tanzimat’la erişen Batılılaşma her safhasında Türkler aleyhine sonuçlar verdi. Çünkü batılılaşma bâtıllaşmadan başka bir şey değildi. Çünkü bizim dinimiz ne kerameti kendinden menkûl ileri çıkıp ileri giden haddini bilmezlerin, ne de beline zünnar takarak uyruklara hükmedenlerin dinidir. Yani Türk olduğunun şuuruna varmak başta helâl ve haram olmak üzere her konuda âgâh olmak anlamına gelir. Kimiz biz? Biz Türkler kaabiliyeti dünyayı küçümseyişte teksif olmuş kullarız. Bizler kandırılmamız için kullanılan her şeyi reddebilme kaabiliyetini, o şey ister ucuz ister pahalı olsun, kaybetme korkusuyla yaşayanlarız. Hayatımız baştan sona hesaplaşmadır. Bu hesaplaşma işine “lâ” diyerek başlarız. Türklük kendine Müslümanlıktan başka bir mânâyı delil getiremez dediğimiz zaman üzerine “ümmet” mes’uliyeti almış insanların müessiriyeti bahsini açmış oluyoruz. Bu bahis açılınca biz Türklerin güzideler siyaneti altında; ama bizatihi kendi güzidelerimizin siyaneti altında bir millet vasfı kazandığımız ilk anlaşılan husustur. Tarih boyunca müessiriyetimizi kıymet bilerek sağlamışızdır. Tarih boyunca hakkımızı gasp edenler bize “çarıklı erkân-ı harp” dedi. Biz de onları Allah’a havale ettik. Tövbe edip bize rücu etmelerini bekledik. Biz Türkler tarih içinde böyle doğduk, böyle ömür sürdük ve tarih bağlamında ölümümüzü bizden olmayan birileri müşahede edecekse, biline ki, güzidelerimizin siyaneti altında öldüğümüzün şahidi olunacak. Tarihten tard edilmeyeceksek, tarihî mânâda ölmeyeceksek bunu ancak âgâh olduğumuzun tezahürüyle temin edebiliriz. Biz Türkler ne haldeyiz? Kendi halimizi şu iki sualin cevabını bularak fehm edebiliriz: 1) Hangi vukuatın şekillendirdiği bir durumla karşı karşıyayız? 2) Hangi halden hangi hale geçişin hasıl ettiği durumdayız? Eğer Türkiye’ye şekil veren sınıf ilişkilerini hesap dışı tutarsak yerimizi ahlâki zaaftan medet umanlar arasında aramalıyız. Eğer şuurla seçilmiş mensubiyet münasebetlerini karanlıkta bırakan hali esas sayarak hareket ediyorsak yerimiz ahmaklar güruhunun eğleştiği yerden başka bir yer olamaz. Yerlerden yer beğenirken asıl ödenemeyecek kadar muazzam borcun gafletle ihanetin birbirlerine olan borcu olduğunu unutmuyoruz...... İsmet Özel, 6 Nisan 2013---İstiklâl Marşı Derneği Sitesi

Esedullah

06.04.2013 - 21:23

Tamam yazarın sözleri genel itibariyle güzel şeyler.Lakin ''Ve ben de komünistliğimle'' sözü ''çınarın köküne inen balta '' gibi tevil götürmez bir hata...

Esedullah

06.04.2013 - 21:39

Barışı hak eden,ancak ALLAH(C.C.) için savaşanlardır. Barış,hakikatin nurlu-mukaddes çocuğu. Barışı hak eden,ALLAH(C.C.)için engelleri aşanlardır. Barış,hakikatli yüreklerin kutlu boncuğu.... Biz ALLAH(C.C.)'a inanan müslimiz, Barış İSLAMdan gelir. Yalnız Hakk(C.C.)'a teslimiz. Barış Es-SELAM'dan gelir.... Ülküsü hakikat olmayan, Barışın özünü anlayamaz. İlkesi hakikat olmayan, Barışın tözünü kavrayamaz.

özgür deniz

07.04.2013 - 17:14

şimdi şu var; İSMET ÖZEL mükemmel değil. ama İSMET ÖZELİ bir bütünlük içinde değerlendirmek gerekir. ancak bu şekilde söylediği şey tüm yazı içinde erir ve anlam kazanır. İSMET ÖZEL nihayetinde mükemmel olmasa da özel bir insandır. nice badirelerden geçmiş, fikrin çilesini çekmiş, dimağlara aydınlığın tohumunu ekmiş bir fikir devidir. bu yüzden tek bir kelimeden çıkarak İSMET ÖZEL hakkında kesin yargı vermemek gerekir bence. ki orada bence eski halinden bir çıkış yaparak bir durumu örneklemiş gibi sanki. yoksa bu kavramı kendisine uygun gördüğü zaman zaten çoğu söylediği şeyle çelişir. çünkü İSMET ÖZELİN söyledikleriyle o NOSYON mutlak zıtlık içerir.ki sitesinin isminede aykırı kaçar. bu yüzden olayın derinliğine inmek icap eder yargılamadan önce. diğer söyleidklerine gelinece, eyvallah.

özgür deniz

07.04.2013 - 17:17

İSLAMSIZ her şeyin koskoca bir SIFIR olduğunu insanlık zamanla anlayacak. çünkü henüz mahkumu olduğu koyu cehaletin kıskacından ve ideolojilerin iflah etmez tasallutundan azade olmuş değil. ne zaman ki gerçek manada KENDİ KAFASIYLA düşünmeye başladı, düşüncelerinde NESNELLİK ekseninde hareket etmeye başladı ancak o zaman HAKİKATİ keşfedecek ve zincirlerini kıracaktır. gerisi mutlak manada ve tamamiyle laftır.

Esedullah

09.04.2013 - 20:32

Savaş değil,CİHAD olmalı yaptığımız. Kavramlar bizim anlam pusulamız. Ebabilin taşı olmalı,küfre attığımız. Çünkü MÜSLİMTÜRKtür bizim aslımız..... Mücahid olmalı her fert,her yürek. Tağutun otağını yok etmeli,yıkmalı. Ya ALLAH(C.C.)Ya BİSMİLLAH diyerek, Tağutun zifir dolu yüreğini yakmalı.... Hakikat, hayat İMAN ve CİHADdır. En tatlı şerbet mümine şehadet. CİHAD hayata, hayat veren hayattır. Rabb(C.C.)'im bizleri yolunda şehid et...

özgür deniz

10.04.2013 - 18:31

tabiki savaş gerçeklik olmuş bir kavramdır...ama özünde Müslüman Türk'ün yaptığı şeyin adı CİHAD dır...Allah yolunda CİHAD...tabi her insan olan insanın yegane gayesi TAĞUT pisliğini ve TAĞUTİ DÜZENLERİ yok etmektir...çünkü ancak o zaman ögürlük gerçek olur...ama kavramları bilen kim, bildiği kavramları anlayan kim...HAYAT iman ve cihaddır ve ayrıca say ve cidaldir...ama şimdi cihad ancak beyinle ve yürekle yapılabilir...tabi gerektiği zaman silahlada...ŞAHEDETİ arzulamayanlar münafıklık üzere ölürler diyor yegane ÖNDERİMİZ sav...bu yüzden her MÜSLÜMAN TÜRK evladının yürekten arzusudur şahadet üzere ölmek...ama şahadet üzere ölmek illa savaşta olacak diye bir şey yoktur...misal gönüllerin başkanı, reisi can adam canan adam MUHSİN YAZICIOĞLU ağabeyimiz şahadet üzere ölmüştür...ALLAH kabul etsin...çünkü dini, devleti, milleti, ülkesi adına kavga verirken it oğlu itler tarafından şehit edilmiştir...ne kadarda bazı haysiyet sorunu olanlar şehit olarak görmeselerde...ALLAH diyen, ALLAH adına vatan, din, millet, devlet, ümmet, insanlık hayrına mücadele verirken ölenler ya da öldürülenler bence şehit olarak can vermiş sayılırlar...eyvallah...