Geçen hafta 1878-1908 arasındaki Kürt-Ermeni ilişkilerine dair bazı başlıklara değinmiştim. Bu hafta bıraktığım yerden devam edeceğim. Türk milliyetçiliğinin öncü örgütü İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) ile Ermeni milliyetçiliğinin öncü örgütlerinden Taşnak (diğerleri Hınçak ve Anayasal Ramgavar partileriydi) ittifakı 23 Temmuz 1908’de Abdülhamit’e ikinci kez Meşrutiyet’i ilan ettirdiğinde, özellikle Doğu vilayetlerindeki Ermeniler geçmişin yaralarının sarılacağı konusunda çok umutlanmıştı. Başlangıçta iyi şeyler oldu. 1909 Kasımı’nda II. Abdülhamit döneminin önemli örgütlenmesi olan Hamidiye Alayları’nın ünlü Kürt kumandanlarından İbrahim Paşa tutuklandı ve elinden alınan toprakları yasal sahiplerine iade edildi. Bunlar arasında Ermeniler de vardı. Aynı şekilde Kafkas muhacirlerine verilen Ermeni mülkleri de iade edildi. 1911’de Hamidiye Alayları, Hafif Aşiret Süvari Alayları adıyla yeniden örgütlendi ve Erzurum’daki Dokuzuncu Kolordu’ya bağlandı. Ancak Kürt çetelerinin baskısı azalmamıştı. Nitekim 1911-1913 arasında Taşnak Partisi defalarca İTC’ye, bu konuda önlem alınması için başvuruda bulundu.
24 NİSAN SÜRGÜNLERİ
Birinci Dünya Savaşı’nın patlak verdiği 1914 yazında durum radikal
biçimde değişti. Aralıkta Sarıkamış faciası, 1915 Martı’nda Zeytun’da
(bugün Kahramanmaraş’a bağlı Süleymanlı) ve nisanda Van’da Ermenilerin
isyan ettiği haberlerinin İstanbul’a ulaşması üzerine 23/24 Nisan 1915
gecesi İstanbul’daki Ermeni cemaatine yönelik son derece geniş
tutuklamalar yapıldı ve ilk sürgün kafileleri Ayaş ve Çankırı’ya doğru
yola çıktı.
Tehcirin soykırıma dönüşmesi sürecinde, İTC’nin yeraltı örgütü olan Teşkilat-ı Mahsusa’nın milisleri, ordu birlikleri, kolluk kuvvetleri ve bunların yönlendirdiği eski Hamidiye Alayları, Türk, Çerkes, Laz, Gürcü, Çeçen, Arnavut, Boşnak, Kürt, Zaza, Arap vb. çeteleri, başıbozuklar ve sivil halk değişik oranlarda üzerine düşeni yaptı. Tehcirin en kanlı şekilde yürütüldüğü Doğu vilayetlerinde operasyonları Teşkilat-ı Mahsusa’dan Dr. Bahaeddin Şakir, Dr. Nazım, ‘Deli’ Halit, Diyarbakır Valisi Dr. Reşit, Erzurum Valisi Tahsin, Erzurum Emniyet Müdürü Hulusi, önce Erzincan, sonra Bitlis, Bağdat ve Musul vilayetlerinin genel valisi Mehmet Memduh, 3. Ordu Kumandanı Mahmut Kamil Paşa ve bazı Alman uzmanlar (Yarbay Stange gibi) yönlendiriyordu.
KÜRT ALO ÇETESİ
Bu karmaşık yapılanma içinde Kürtlerin işlevini tam olarak tespit etmek
zor çünkü bu konuda yapılmış bilimsel çalışma henüz yok. Elimizde sadece
bazı bilgi kırıntıları var. Örneğin 24 Nisan 1915 günü İstanbul’da
tutuklanıp Çankırı’ya sürülen Dr. Sevag Çilingiryan, Vahan Kehyayan,
Artin Boğosyan, Taniyel Çıbukyaryan ve Onnik Mağazacıyan, İTC’nin
Çankırı Kâtib-i Mesulü Cemal’in (Oğuz) azmettirdiği Kürt Alo Çetesi
tarafından öldürüldü. Bu çete daha sonra, Suriye cephesinde istihdam
edildi.
Thora von Wedel ve Eva Elvers adlı iki rahibe Alman yetkililere yazdıkları raporda “Kemah Vadisi yolunda 10 Haziran [1915] günü Ermeni konvoyunun ön taraftan Kürtler, arka taraftan yarı nizami grup tarafından çapraz ateşe alındılar (…) 11 Haziran’da bu kez resmi birlikler Kürtleri cezalandırmak için gönderildi. Ancak bunun yerine birlikler tamamen savunmasız olan çok büyük bir bölümü kadın ve çocuklardan oluşan tehcir kafilesini katlettiler” diye anlatıyordu gördüklerini. Bir Hint asıllı İngiliz subayının raporuna bakılırsa, bölgenin egemenlerinden Kürt Murza Bey, Erzurum ve Erzincan’dan gelen 70 bin (?) Ermeni’nin Kemah Geçidi’nde katlinden sorumluydu.
Leipzig’de felsefe doktorası yapmış ve Erzurum’da Almanca öğretmenliği yapan Ermeni Sarkis Manukyan 19 Haziran 1915’te doğduğu şehri 500 aileyle birlikte terk ettikten sonra yaşadıklarını şöyle anlatmıştı: “Çok geçmeden kafileden 200 erkek ayrılıp öldürüldü. Daha sonra Suruç’ta Kürt aşiret lideri Hacı Bey’in [Hacı Bedir Ağa] kardeşi Zeynel Bey’in huzurunda geri kalan tüm erkeklerin ölüm saati geldi çattı. Bütün erkekleri dar bir vadi içinde topladılar, 2.115 kişiydik. (Türk ve Kürt ağalarına hepimiz için kelle başına para verdiğimiz için bir liste yapmıştık. Bundan dolayı sayıyı kesin olarak biliyorum.) Kadınlar ve çocuklar önceden gitmişlerdi. Kürtler ve jandarmalar bize ‘Siz şimdi öleceksiniz fakat biz suçlu değiliz, bunu hükümet istiyor’ diye açıklamada bulundular. Bizi bağladılar. Çocuklarımızı ve kadınlarımızı gözettiğimizden dolayı direnmeyi denemedik. Zeynel Bey herkesi tek tek Kürtlerin ve jandarmaların önüne getirmekle ve aşağı yukarı on adım ötede idam ettirmek için kimin neyi varsa alınmasıyla meşguldü. Bıçak ve baltalarla başlar kesildi ve cesetler bir çukurun içine atıldı (…) Ali Paşa, kardeşi Nuri Bey uzaklaşmışken kendisi idamlarda bizzat hazır bulundu.”
ŞAFTANLI AMERO ÇETESİ
Almanya’nın Musul Konsolos Muavini Holstein 11 Eylül 1915 tarihli
raporunda şöyle yazmıştı: “Kürtlerden oluşan çeteler bölge
yöneticilerinin izniyle Feyzi [Pirinçcizade] Bey’in emriyle
Diyarbakır’dan sürülenlerin arasına katılarak ve askerlerin de
iştirakiyle Cizre şehrinin tüm Hıristiyan nüfusunu katlettiler.”
Diyarbakır Valisi Dr. Reşid, bölgesindeki katliamları yönetmek için işlediği suçlarla meşhur Kürt çete reisi Şaftanlı Amero’yu istihdam etmişti. Sözlü kaynaklara göre altışar kişilik gruplar halinde bağlanarak hayvan derisinden şişirilmiş keleklerle Dicle Nehri yoluyla Bezuan Vadisi’ne götürülen 636 Ermeni, burada Raman aşiretinin mensupları tarafından katledilmişti.
KÜRTLERE SATILAN KAFİLELER
Diyarbakırlı bir Süryani papaz olayı biraz daha ayrıntılı anlatmıştı:
“Kürtlerden oluşturulan çetelerin kuşattığı, Diyarbakır’dan gelen uzun
bir kafile gördük. Onlara saldırıyor, mallarını çalıyor, aşağılıyor ve
aç bırakıyorlardı. Öldürülmeden önce Müslüman olmaları için bir şans
veriliyor, aksi halde hemen öldürülüyorlardı. Bu dağlar ve vahşi arazi
Hıristiyanlara mezar olmuştu (…) Askerlerin esirlerini çok düşük
fiyatlarla Kürtlere sattığını haber aldık (…) Bazen tüm kafileyi 1.000
liraya, bazılarını 600 ya da 500’e bırakıyorlardı. Kafiledekiler çıplak
arazide ve vadilerde bırakılıyor, dağıtılıyor, elbiseleri soyulup
vuruluyorlardı. Ama bu kadarla da kalınmıyor; karınları yarılıyor,
bağırsakları çıkarılıyor, değerli bir şey kalmasın diye kadınların
saçları, giysileri ve ayakkabıları aranıyordu. Altın dişi olanlar en
talihsizleriydi. Çünkü öldürülmeden önce bu dişleri sökülüyordu. Bütün
bunlar yüklü bir ganimete konmak içindi. [Diyarbakır Valisi Dr.]
Reşid’le anlaşmalı olan Kürt Mustafa ve Ömer tarafından Musul’a ulaşım
yolu olan Dicle Nehri’nde tümü öldürüldü. Mustafa ve Ömer, Raman
Kürtleri kadın ağası Perîxanê’nin oğullarıydı. Kafilelerden elde edilen
ganimetin yarı yarıya paylaşılması biçiminde Reşid’le anlaşma yaparak
Dicle Nehri yoluyla keleklerle gönderilen 4 büyük kafilenin
katledilmesine katıldılar.”
17 Ağustos 1915 tarihli bir Alman raporunda ise şunlar yazılıydı: “Engizek Dağı’nın dar bir boğazından geçmekte olan bir kafile, Sarayköy’ün tanınmış Kürt ağası Hasan Ağa’nın Tapo adındaki oğlunun öncülüğünde, Akçadağlı Kürtler, Nurhaklı Kürtler, Setraklik ve Heleteli Kürtler tarafından tamamen yağmalandı…”
Kaynakçada belirttiğim ‘Alman Belgeleri, Ermeni Soykırımı 1915-1916’ adlı kitapta özellikle Sünni Kürtlerin yaşadığı bölgelerde yaşanmış başka örnekler de var. Bu arada sadece ‘çete’ diye anılan faillerin kökenlerini tespit etmek konunun uzmanlarına kalıyor.
DERSİMLİLER VE ‘TERTELO VİREN’
Dersim bölgesinde asırlardır Ermenilerle iç içe, yan yana yaşayan
Kızılbaş Kürtler ise muhtemelen hem benzer kültürü paylaştıkları için
hem de Sünni Osmanlı Devleti’nin kendilerine de Ermenilerinkine benzer
bir kader biçmesinden endişe ettikleri için Ermenilerle dayanışma içinde
oldu. Daha doğrusu bugün Dersimliler arasındaki yaygın kabule göre,
Dersimliler, Tertelo Viren (Birinci Kırım, ikincisi 1937-1938
katliamlarıydı) dedikleri tehcir sırasında bölgeye sığınan Ermenilerden
büyük bir bölümünü (bazı kaynaklara göre 20 bin kadarını) koruma altına
almış veya bölgeden güvenli biçimde çıkarılmalarına yardımcı olmuşlardı.
Örneğin Erzincan’da ‘Kağtaganats Xınamagalutyun’ (Göçmenleri Koruma)
adında bir örgüt oluşturulmuş, Türkler ve Kürtler arasında kalmış Ermeni
yetimleri ve kadınları toplanmış, bunlar o sırada Rusların işgalinde
olan Erzincan’a doğru yola çıkmışlardı. Bölgeden çıkmak yerine,
Kızılbaşlığı kabul etmiş görünenlerin sayısını bazı kaynaklar 100 bine
kadar çıkarır.
Sayılar tartışmalı olmakla birlikte, bu tür koruma olaylarının kaynaklarda ‘Asıl Dersim’ ya da ‘İç Dersim’ diye adlandırılan dağlık bölgede yaşandığı sanılır. Çünkü dönemin tanıklarından Hampartsum, ‘Kasparyan Çemişgezek ve Köyleri ‘(Erivan, 1969) adlı kitabında ya da Kevork Yerevanyan, ‘Çarsancak Ermenileri Tarihi’ (Beyrut, 1954) adlı kitabında Dersimin dış çeperlerine rastlayan bölgelerde Ermenilere yönelik pek çok saldırı olayını anlatır. Yer sorunu yüzünden sadece bir anlatıyı aktarmakla yetineceğim. (Daha fazlasını merak edenler kaynakçadaki Hovsep Hayreni’nin yazısına bakabilir.) Yerevanyan’a göre “1915’te bütün Çarsancak Ermenileri ölüm yolculuğuna çıkarılmıştı. Kadınlar, kızlar ve çocuklar da sürgün kafileleri içindeydi. Çarsancak’ta Ermeni soluğu kalmamıştı artık. 1916’da bağımsız Dersim’in aşiretleri Çarsancak bölgesine silahlı akın yaparlar; Mazgirt, Hozat, Peri, Pertek üzerinden Kharpert’e [Harput] kadar beylerin ganimet diye paylaştığı Ermeni mallarını ve aynı zamanda Türk mülklerini yağma ve talan ederler. Bu akın sırasında Dersimliler’in saflarında Giragos Mirakyan da vardır. Sürülen ve kırılan Ermeniler’in intikamını alma duygusuyla dolu Giragos bir zamanlar cıvıl cıvıl Ermeni nüfusuyla meskûn Peri şehrini ıssız ve insansız bulunca, bütün evleri ateşe verir.”
KOLEKTİF SORUMLULUK
Sonuç olarak benim tarih okumama göre, 1915’in asli faili Türk
milliyetçiliğinin öncü örgütü İTC ile onun etrafında örgütlenen
asker-sivil Müslüman-Türk unsurlardır. Ancak bu kısa tarihçenin de
gösterdiği gibi, 1514’ten itibaren merkezi devletle sıkı ittifak içinde
olan Kürt unsurların en azından bir bölümü, bazen kendi
inisiyatifleriyle bazen devletin yönlendirmesiyle veya zorlamasıyla
fer’i (ikincil) failler olarak önemli roller üstlenmiştir. Bunda
sosyolojik açıdan garipsenecek bir durum yoktur. Ve elbette o günün
suçlarından bugünün Kürtleri (aynı şekilde Türkleri, Çerkesleri vb…)
hiçbir şekilde sorumlu değildir. Ancak tarihte işlenmiş bir suçla ya da
suçun failleriyle açık, doğrudan ya da örtük biçimde özdeşlik kurmak,
dayanışmak, onları haklı görmek vb. davranışlar, görenleri ‘kolektif
failler’ haline dönüştürür. Hukukun değil, sosyal bilimlerin ürettiği
bir kavram olan ‘kolektif faillik’ten kurtulmak açısından devlet
adamlarının, toplum liderlerinin dahil oldukları gruplar adına
diledikleri ‘kolektif özürler’, ‘geçmişle/tarihle hesaplaşma’ ya da daha
doğru bir terimle ‘geçmişle/tarihle barışma’ sürecinin parçası olarak
ele alındığında çok önemli işlev görür.
Nitekim Tarık Ziya Ekinci ve Naci Kutlay başta olmak üzere bazı önemli Kürt aydınları geçmiş yıllarda Kürt faillerin sorumluluğu hakkında açık yürekli konuşmalar yaptılar, yazılar yazdılar. Nokta dergisi 2007’de bu konuyu iki sayıda işledi. Son olarak DTK Eş Başkanı Ahmet Türk medya diliyle ‘ezber bozan’ bir açıklama yaptı ve şöyle dedi: “1915’lerde Ermeniler büyük acılar yaşadı. Burada Kürtlerin de payı var. Kürtler kullanıldı. (…) Hem Süryaniler, hem Ezidilerle ilgili hem de Ermenilerle ilgili dedelerimiz, babalarımız kullanıldı, bu halklara zulmetti, onların eli kanlıdır dedik (…) Biz evlatları olarak, torunları olarak özür diliyoruz.” Bu önemli açıklama da diğerleri gibi kısa süreliğine tartışıldı ve hemen unutuldu. Unutuldu çünkü Ahmet Türk açıklamasını şöyle bitirmişti: “Türkiye’nin de bu büyüklüğü göstererek Ermenilerden, Ezidi ve Süryani halkından özür dilemesi gerekiyor. Bu olaylar cumhuriyetten önce olmuşsa bu sıkıntıya ne gerek var?”
İşte iki haftadır yazdığım yazılar, Ahmet Türk ve diğer cesur Kürt aydınlarının Türkiye’nin demokratikleşmesinde çok önemli bir işlev göreceğini düşündüğüm bu dürüst açılımlarını güncelleyerek, Türk tarafının 100 yıldır ısrarla kaçındığı, 1915 başta olmak üzere tüm tarihsel suçlarla yüzleşme sorumluluğuna ivme kazandırmayı amaçlıyor.
Daha önemli bir konu gündemi işgal etmezse, haftaya İttihatçıların 1915 sonrası Kürt politikalarına değinmeyi düşünüyorum. Herkese iyi pazarlar…
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse_hur/1915te_kurtlerin_rolu_neydi-1142693