Herkes kendinden sorumludur. Ailesinden
sorumludur. Çevresinden sorumludur. Milletinden sorumludur. Ümmetinden sorumludur.
Doğu Türkistan’ı düşünmüyorsan, Felluce’yi umursamıyorsan, Kâbe’yi koruma
duygusuna sahip değilsen, insanların Firavunların zulmü altında inlemesine
aldırmıyorsan, yaşarken dinini ve kimliğini düşünmeden yaşıyorsan her konuşman
boştur, her mücadelen anlamsızdır, varlığının bir kıymeti yoktur. İnsanı insan
yapan, sahip olduğu ve icabını ifa ettiği sorumluluk duygusudur. Bizi mahveden
en önemli faktör; sorumsuzluktur. Bizci düşünen sorumluluğunun icaplarını
yerine getirecektir. Benci düşünen ise sorumsuzca hareket edecek, hariçtekileri
asla umursamayacaktır ve bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyerek domuz gibi
bir yaşam sürecektir. Tabi önce bu bilince sahip olmak gerekir. Zira bilinç
olmadıkça sorumluluk hissedilemez ve yapılması gerekenler yapılamaz. Kendinden sorumlusun,
sorumsuz olursan ailene sahip çıkamaz, örnek olamazsın ve ailende düzen,
disiplin gider, bir başıbozukluk zuhur eder. Ailen bozuk olursa, bu çevreye
yansır, farkında olmadan çevre bozulur, çünkü çevre denilen yapıda herkes
birbirinden çok kolay etkilenir ki; bir anlamda çevre, çocuğun ikinci yuvasıdır.
Çevre bozuk olursa bu millete yansır ve millet bozulur. Milletin bozulması
ümmetin bozulmasını intaç edecektir. Böylece tüm dünya bozulacak ve bu bozukluk
insanlığın çürümesini tevlit edecektir. Her güzelliğin, iyiliğin anahtarı
ferttir. Fert, tohumdur. O tuhum çatladığı zaman yeni tohumlar boy verecektir. Böylece
bir bahçe oluşacaktır. Tohum sağlam olmazsa bahçe güzel olmayacaktır. Biz dinimize
ve tarihimize baktığımız zaman sorumluluktan yana kuvvetli hüccetlerle
karşılaşırız. Dinimiz bize sorumluluk vazifesini yükler, tarihimizde bize
sorumluluğun ifasına dair resimler sunar. Ecdadımız sorumsuz davransa idi şayet
tarihe silinmez mühürlerini vurmaları mümkün olmazdı. Tabi sorumluluk hissine
sahip olmaları, varlığın şaşmaz, şaşırtmaz, değişmez, değiştirilemez olan ezeli
ve ebedi yasalarını bilmeye dayanıyordu. Herkes bilir ve kabul eder ki,
hedefsiz ve rotasız olmak mahvolmaktır. İnsana sorumluluk hissini verende hedef
ve rotadır. Bizleri sefil ve perişan eden, düşmanın elinde oyuncak yapan şey;
sorumluluğumuzun bilincinde olmamamızdır. Neslimizin içler acısı hali, anne ve
babalar olarak sorumluluğumuzu unutmamızın sonucudur. 18 yaşını dolduran çocuk
kendi karar verebilirmiş. Peh, ne cümle, ne yargı be! O çocuk hangi bilince
sahip, dünyayı ne kadar tanıyor, kendini ne kadar biliyor ki karar verebilecek
kapasiteye sahip olsun. Oysa bu lanetli bir tuzaktır. Çocuklarımızı çalmak
adına kullanılan içi boş, derinliksiz, anlamsız bir yargıdır. Böyle saçma sapan
laflarla hareket edemeyiz. Çocuklarımıza sahip çıkacağız, onları kontrol edeceğiz,
arkadaşlarını tanıyacağız, onların hayatlarına muayyen kayıtlar koyacağız. Bilakis
giden gelmez ve son pişmanlık fayda etmez. Misal; küçük İstanbul bir yerde büyük
Türkiye demektir. Sokaklarında dolaşıyoruz bazen, her türden insanla
karşılaşıyoruz. Hiç vicdanımız ekseninde bakıyor muyuz gençlerimize, onların
içten içe ağladıklarını hissediyor muyuz, onlara merhamet ediyor muyuz, onları
o hallere düşüren soysuzları hatırlıyor ve hain planlarına karşı önlemler icat
etmek adına düşünceye dalıyor muyuz, onların hallerine kalplerimiz ağlıyor mu,
o durumda olmalarından dolayı kendimizi suçlu ve bu suçumuzu telafi etmek
içinde bir çözüm üretmek adına sorumlu hissediyor muyuz? Bunu yapmıyorsak şayet,
konuşmalarımızda, suçlardan ve suçlulardan bahsetmemizde tamamen aptalcadır ve sahtekârcadır.
İdeolojik kavga vermeden önce bu kavgayı verebilmeliyiz. Benim ideolojim hâkim
olsun sonra bakarız diyorsanız, kusura bakmayın en büyük hain sizsiniz. Gençliği
kurtarmak için hâkim olmaya gerek yoktur, böyle bir ön şartta olamaz. Kimliğinin
ve dininin bilincinde olan bir fert böyle düşünecek kadar aşağılık değildir, olamaz,
olmamalıdır. Nesli korumak, bizim asli vazifelerimizdendir. Mutlak ve muhakkak bir
emirdir. Çünkü nesiller, insanlık ağacının ve medeniyet evinin tohumlarıdırlar.
Lafla peynir gemisi yürümüyor arkadaşlar. Eylem lazım, sorumluluk temelinde
gerçekleşen eylem lazımdır bize. Bizi mahveden şeylerden biri de laf yapmaktır.
Ama iş eyleme gelince binlerce mazeret üretiriz. Çünkü sorumluluktan korkarız,
elimizi taşın altına koymak zor gelir. Laflarız, karalarız, çiziktiririz ama iş
başa düştü mü ardımıza bakmadan tüyeriz. Zaman sorumluluğumuzun bilincine varma
ve gereken ne ise yapma zamanıdır. Kaçışın bedeli ağırdır ve daha da ağır
olacaktır. Suçlu arıyorsak şayet aynaya bakmamız kâfidir. Çünkü en büyük suçlu
oradadır. Her türlü belanın, felaketin, ihanetin, kötülüğün, çirkinliğin
temelinde sorumsuzluk vardır. Bu yüzden sorumluluğumuzun gereğini yapalım, boş
laf yapmayalım. Çünkü sorumluluğumuzun gereğini yaptığımız zaman bunların
hiçbiri olmayacaktır Allah’ın izniyle. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz!
Eğitimin durumu felç; niye? Çünkü sorumsuzuz. Sadece laf yapıyoruz.
Dershaneler milletin kanını emiyor; niye? Çünkü sorumsuzuz. Sadece laf
yapıyoruz.
Ülkenin, devletin, milletin, ümmetin hali perişan; niye? Çünkü sorumsuzuz. Sadece laf
yapıyoruz.
Neslimizin durumu içler acısı; niye? Çünkü sorumsuzuz. Sadece laf
yapıyoruz.
Mukadderatımıza hükmedenler genlerimizle uyuşmayanlar oluyorlar
daima; niye? Çünkü
sorumsuzuz. Sadece laf yapıyoruz.
Bir türlü barışı, kardeşliği, adaleti ikame edemiyoruz; niye? Çünkü sorumsuzuz. Sadece laf
yapıyoruz.
Aklımızı kiraya veriyor, bir türlü kullanmıyoruz; niye? Çünkü sorumsuzuz. Sadece laf
yapıyoruz.
Her şeyden şikâyet ediyoruz, bir adım atmaya mecal bulamıyoruz;
niye? Çünkü sorumsuzuz.
Sadece laf yapıyoruz.
Maddi ve manevi kaynaklarımız yağmalanıyor ama kılımızı
kıpırdatmıyoruz; niye? Çünkü sorumsuzuz. Sadece laf yapıyoruz.
Dinimizin ve kimliğimizin
tahrip ve tahrif edilmesinden şikâyetçiyiz ama yaşarken nedense unutuyoruz;
niye? Çünkü sorumsuzuz.
Sadece laf yapıyoruz. Sahtekârız.
Vs. vs. vs…