Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Yaradan, bizleri bolluk içinde yaratmış. Kâinat,
yıldızlar ve dünyadaki yer altı ve yerüstü kaynakları bize bolluğu haykırıyor.
Bunu, Stephen Covey şöyle özetliyor: “Bolluk zihniyeti, insanın kendisine
verdiği köklü değer ve güven duygusundan doğar. Bu, herkes için her şeyden
yeterince olduğunu varsayan görüş açısıdır.”
* * *
Bolluk
bilincinde olan birisi hiç kimseyi
kıskanmaz. Arkadaşı şu dersten 100 almışsa, kendisi de, diğer arkadaşları da
alabilir. Kendisi ve başkaları almakla 100’ler tükenmez. Bütün mesele 100
almaya lâyık olabilmekte.
Bu bilinçteki insan, hiç kimsenin malına, mülküne,
maddî ve manevî varlığına haset etmez. İsterse, gördüğü her şeye ve daha
fazlasına kendisi de sahip olabilir. Çünkü bize gerekli olanlar, bütün
insanların kullanabileceğinden çok fazladır. Boldur. Tükenmez.
Bu bilinçteki birisi için rüşvet almanın,
çalıp-çırpmanın, hortumlamanın hiçbir anlamı yoktur. Böyle şeylere dönüp bakmaz
bile...
Bolluk
bilincine sahip olan insan bilir ki,
insanın sahip olduğu en değerli kaynak beynidir. Öyle bir kaynak ki,
kullandıkça gelişiyor, potansiyeli artıyor. Bu en değerli kaynağımızın, beyin gücümüzün
yüzde bir kadarını kullanabildiğimizi daha önceki bir makalemde belirtmiştim.
Bu iki
anlama gelebilir:
Birincisi,
bu değerli kaynak o kadar geniş kapasiteli ki, yüzde birini kullanmak insan
için yeterli oluyor. Yani, Allah, beyin
gücünü her insana, diğer kaynaklarda olduğu gibi, gerektiğinden çok fazla, bol bol vermiş.
İkincisi,
pek az bir bölümünü kullandığımız bu kaynak, istediğimiz ân, daha fazlasından
yararlanabilmemiz için emrimize amadedir. İstediğimiz kadar kullanarak problemlerimizi çözelim, üretimlerimizi
artıralım ve nasıl bir dünya istiyorsak onu hayata geçirelim.
* * *
“Ekonomi” ilmiyle 1976 yılının Ekim
ayında tanıştım. İlk dersimizde hocamız, ekonominin tanımını yaptı bize: “Kaynaklar kıt, ihtiyaçlar ise sınırsızdır.
İşte, sınırsız ihtiyaçlarla kıt kaynakları dengeleme bilimine ekonomi denir.”
Aradan geçen 32 yılda gördüklerim, yaşadıklarım bana gerçek durumun, tarifteki
gibi olmadığını gösterdi. Benim gördüğüm; ihtiyaçların
sınırlı, kaynakların ise ihtiyaçlarla kıyaslanmayacak kadar bol olduğudur.
Sanırım mesele, “ihtiyaç”ın
belirlenmesinde ortaya çıkmaktadır.
İhtiyaç nedir?
İhtiyaç;
hayatımızı sağlıklı olarak sürdürebilmemiz, gelişebilmemiz, dinlenebilmemiz
için gerekli olan mal, hizmet... Vs.dir. Örneğin: Yiyecek, içecek, hava, güneş,
konut, araç, gereç, TV gibi... Bunların hepsinden sınırlı miktarda tüketebilir
veya kullanabilirsiniz. Tüketebileceğimizden
fazlasını arzu etmek ihtiyaç değil, lüks veya hırstır.
1978-79’larda petrol kaynaklarının gittikçe azaldığı ve yirmi yıl içinde de
tükeneceği yazılıp, söyleniyordu. 2000’lere geldiğimizde, petrol kaynağı bitmek
şöyle dursun, yeni petrol ve enerji kaynakları bulunduğundan, petrolün önemi ve
değeri otuz yıl öncesine göre azaldı.
Son otuz yılda aklınıza gelebilecek her şeyin; yiyecek, içecek, elektronik
eşya, otomotiv, giyecek, beyaz eşya, kâğıt, iletişim... Vs. üretimi arttı,
kaliteli hale geldi ve satın alma gücümüz temel alındığında ucuzladı.
Üretimdeki bu artışlar savaşlara, çevreyi alabildiğine kirletmemize, ormanları
yakmamıza, inanılmaz savurganlığımıza rağmen gerçekleşti.
Bitkiler, hayvanlar, deniz ürünleri, her
çeşit yerüstü ve yeraltı kaynakları bolluğu haykırıyor bize.
* * *
Diyeceksiniz ki; öyleyse neden dünyanın yarısı açlık sınırında, gelişmiş
ülkelerde bile yoksulluk, fukaralık diz boyu?
Acaba neden?
Bize göre bunun ilk sebebi; yukarıda verdiğimiz “ekonomi bilimi”nin yanlış tanımı ve ekonomi politikalarının o
yanlış tanıma göre uygulanmasıdır. Kaynaklarımız kıt, ihtiyaçlar sınırsız
zannediyoruz. Bu temel düşünce her türlü karar ve davranışımızı etkiliyor: Dar kafalılıkla sakatız ve cimrilik
ediyoruz. Bunların sonucunda ise; ekonominin daralması, dengelerin
yitirilmesi, verimsizlik, sınırlılık, huzursuzluk, gelir dağılımının gittikçe
bozulması gibi problemler ortaya çıkıyor.
İkinci sebep ise, inanılmaz israf. İddia
ediyorum ve diyorum ki; dünya nüfusunun varlıklı olan yarısının israf ettiği
yiyecek ve içecekle, yoksul olan öteki yarı rahatlıkla doyurulabilir.
* * *
Netice…
Çoğumuz “bolluk
bilinci”nde olmadığımız için kısır, kıt, cimrilik ve darlık içinde bir
hayatımız var. Bunu aşıp, bolluk
zihniyetine ulaşmadan kaliteli bir hayat standardına ulaşmamız da mümkün
olmayacaktır.
* * *
Üstatlardan
Hediyelerin, biz fanilerin bütün ihtiyaçlarını
karşılar, yine de eksilmeden sana dönerler.
Tagore
* * *
Böyle Kanun Mu Olur?
İktisatçılar diyor ki;
Kaynaklar kıttır, ihtiyaçlar sınırsız...
İlahiyatçı diyor ki;
Kalbiniz boşsa, siz öyle sanırsınız.
***
En doğrusu da şudur ki;
Sonsuz nimetler, biz insanoğluna has,
Sınırsız olan, insandaki ihtiras...
(İstanbul:15.01.2006) Ekrem Şama