Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Tabii
herkes için değil!
Bazıları
için…
Meselâ;
sendika başkanısınız… Elinizde güç, yetki ve kaynaklar var…
Arkasından milletvekili olmuşsunuz… Yeni güç ve
kaynaklar, imtiyazlar ve dokunulmazlık elde etmişsiniz. Ayrıcalıklarınız ömür
boyu sürecek, hatta çocuklarınız devam ettirecek… Üstelik sendikayı da tamamen
bırakmamışsınız, oğlunuzu vekil tayin etmişsiniz…
Danışman
olarak! 5.000 lira maaşla…
Acaba, danışmana 5 bin lira veren sendika yöneticileri
kendileri ne kadar alıyor?
Bunlar için dünya, tatlı, cazip bir dünya olmaz mı?
* * *
Daha tatlısı da var…
Yukarıda söz konusu edilen milletvekili muhalefette
olduğu halde güç sahibi…
Düşünün ki, hem milletvekili olmuşsunuz, hem de
iktidarsınız. Ülkenin bütün kaynakları, bütün kurumları emrinize amade…
Bir de Bakan, başbakan veya Cumhurbaşkanı olduğunuzu
düşünün…
Güç, yetki,
mevki, makam sahibisiniz.
Zirvedesiniz, hatta zirvesiniz!
Elinizin veya dudağınızın bir hareketiyle insanları
ikbale kavuşturuyor veya istikballerini karartabiliyorsunuz.
Hem korku,
hem çekim merkezi haline geliyorsunuz.
Çevreniz alabildiğine genişliyor, kadınlar-erkekler
etrafınızda pervane…
Böyleleri
için hayat tatlının da tatlısı olmaz mı?
* * *
Semavî dinler; ahret
yurdunun sonsuz, dünya hayatının ise geçici bir süreden ibaret olduğunu
bildiriyor.
Bir misalle açıklanacak olursa; ahret hayatı okyanussa, ona mukabil dünya hayatı bir damladır. Yani,
ahrete göre dünya hayatı hiçbir şey gibidir.
Kutsal kitabımızda bu gerçek, “Dünya hayatı, geçici bir metadır” cümlesiyle, insanlara sık sık
hatırlatılır.
Onun için, gaye ahret hayatını, o sonsuz yurdu dünyada
kazanmaktır.
Allah’ın rızasını kazanmaya çalışmak, oruçlar,
ibadetler, fitreler, sadakalar, zekâtlar, umreler, Hac’lar… vb. hep onun
içindir.
Uzatmayalım…
Soru şu:
Ahrete inancı olanlar; hakikaten ahreti okyanus, dünyayı da damla gibi mi
görüyorlar? Özellikle elinde yetki ve güç olanlar!
Öyle olsa, bu kadar kayırma, etrafı kalkındırma, “yoksulu-yetimi
itip kakma” olur muydu?
Bana öyle geliyor ki; bunlar, ahreti damla, dünya hayatını ise okyanus gibi görüyorlar.
* * *
Filozoflar, düşünürler “ölüm karşısında herkes eşittir” derler.
Bunun manasını galiba yeni anlıyorum.
Şöyle…
Yukarıda örneklenen; dünyada güç ve mevki sahibi olanlar,
çocuklarının hatta torunlarının istikbalini garanti(!) altına alanlar için “ölüm düşüncesi” tahammülü imkânsız bir
düşünce olsa gerek! Bunlar ne kadar yaşasalar dünyaya doyamazlar. “Ölüm”
akıllarına geldikçe çıldıracak gibi olurlar.
Halbuki, asgarî ücretle 4-5 nüfusu geçindirmek zorunda
kalanlar için dünya hayatı o kadar da tatlı değildir. Hele yıllardır işsiz olan birisi içinse, dünya hayatı,
bırakın tatlı olmayı, çekilmez bir
işkencedir.
Güç ve yetki sahipleri, ölüm hiç bizim semtimize
uğramasın, derler…
Fukara içinse…
“ölüm” safa
geldi, hoş geldi.
* * *
Eşitlik nerede?
Fakir,
hayata tahammül edemezken; imtiyazlı, ölüm düşüncesine tahammül edemiyor.
Bana, ters köşeden de olsa bir eşitlik var gibi
gözüküyor.
* * *
Tarihten
Amacımız bölmek ve hükmetmek olmalıdır. Biz gerçek ideali ‘din’miş gibi gözüken, mefaatçi bir grubu idareci olarak takdim etmeye çalışacağız.
A.
Ryan, İngiliz yetkili, 1919
* * *
Üstatlardan
Kader
Biri kara, biri ak, kaderin iki yüzü…
Ya
dört mevsim kış eder, ya bahar eder güzü.
Yücelerden
el eder, “gelme” mi der, “gel” mi der?
Bir manasız kelime “ağla” mı der, “gül” mü der?
Kâinat bir bilmece, sual sual içinde,
Manasız bir nesne yok, meal meal içinde.
…
Serhat
Kabaklı
Önceki Yazılar