Geçenlerde birine verdiğim cevabın son cevap yazısı
olacağını söylemiştim ama dayanamadım ve bir cevap yazısı daha yazmak zorunda
kaldım yine. Sözlerim bir yapının tepesine cevap olarak yazılsa da esasında
yapının elemanlarınadır. Çünkü söz konusu işleri yapanlar elemanlardır.
O:
“Güven ve istikrar, bir millet için her türlü terakkinin ve dünyada itibarının
temelini teşkil eder. Hukukun üstünlüğüne saygılı, demokratik ve hesap
sorulabilen bir idarede vatandaşlarla devlet arasında böyle bir güven mevzubahistir.
Türkiye son on yılda bu güveni büyük zorluklarla tesis etti. Yakın zamana kadar
dindar insanların idareye vaziyet ettiği demokratik bir devlet olarak kısmen de
olsa refahı temin ederek güzel bir misal olarak görülür hale gelmişti.
BEN: Çok
doğru bir söz. Güven temel taştır. Güvenilmeyen bir yapının ve kişinin işi
yaştır. Yüz tane yüzü olana asla güvenilmez. Kodamanlarla, Türk ve İslam
düşmanı kâfirlerle yani Siyonist Batı ile aynı kulvarda görüntü verenlere kim
ve niçin güvensin? Millette güvenmiyor zaten. Hangi hukuk? Hukuk diyene bakın.
Hukuku ayaklar altına al, hukukun anasını ağlat sonra da hukuktan bahset. Tabi
yersek! Bir devleti devlet yapan, tabir caizse devletin kalbi olan MİT’e baskın
yapmak hangi hukukla bağdaşır? Senin yanlış işlerini ortaya çıkaranları
kodeslere tıkmak hangi hukukla bağdaşır? Milleti gözetlemek ve en mahrem
bilgilere ulaşmaya çalışmak ve bu yoldan tehdit ederek gayelere vasıl olmak
hangi hukuk ilkesinde vardır? Hesap sorulabilen bir idare ha! Sizden hesap
sorabilen biri var mı beyim? Ya da böyyük ağabeylerden kim hesap sorabilir?
Herkesten hesap soracaksın ama asla hesap vermeye yanaşmayacaksın. Çünkü mutlak
doğrusun, layüselsin sümmehaşa. Bir defa acı bir gerçektir ki ülkemde tesis
edilmiş bir güven ortamı yoktur. Başta zatınız dâhil olmak üzere güvendiğim
hiçbir siyasi yapı ve gurup yapısı yoktur. Çıkarların egemen olduğu ve hayatın
yönünü tayin ettiği bir ülkede güvenin olması mevzubahis bile olamaz. Keşke
olsaydı. Ki dindarlıktan bahsedenlerin veremediği bir güveni verebilecek hiçbir
kimse yoktur. Ama dindarlar da o güveni veremedi. Maalesef acı gerçek budur.
Kabul etsekte etmesekte. Zira görünen köy kılavuz istemez. Bu ülkeyi ayakta
tutan; ne parti liderleridir ne de cemaat denilen yapıların şeyhleridir. Bu
mukaddes toprakların altında yatan şehitlerdir. Hayatın hiç görmediğimiz,
hissetmediğimiz, duyumsamadığımız, bilmediğimiz köşelerinde dualarla vakit
geçiren gözü yaşlı analardır.
O:
Maalesef son dönemde hükümetin yürütme erki içindeki küçük bir hizip, ülkenin
geleceğini rehin almış durumda. Türk halkının demokratik mülahazalarla Adalet
ve Kalkınma Partisi’ne (AK Parti) verdiği desteğin yitirilmesi yanında Avrupa
Birliği’ne girme fırsatı da tehlikeye girmiştir. Hükümetin adalet bakanına
hâkim ve savcı tayinlerinde ve soruşturmalarında ciddi yetkiler veren HSYK
yasası, internet özgürlüğünü kısıtlayan yasa ve MİT’e diktatör rejimlerinde
görülen yetkiler veren yasa tasarısı gerek Avrupa Birliği gerekse başka Batılı
merciler tarafından ciddi tenkit edildi. Askeri darbelerin ve siyasi
istikrarsızlığın pençesinde geçen onca senenin ardından AK Parti’nin askeri
vesayeti sonlandırma çabaları gerekliydi ve nitekim bu çerçevede yapılan
demokratik reformlar gerek Avrupa Birliği (AB), gerekse 2010 anayasa
referandumunda görüldüğü üzere Türk halkının büyük çoğunluğunca destek gördü.
BEN: Rehin mi
vermesini istiyordunuz beyim? Alamayınca da rehin alındığından dem vuruyorsunuz
değil mi? Zira rehin alınan bir şey yok. Onları başa getiren bu halktır, baştan
alacak olan da bu halktır. Halkın gönlü kime de olursa, devletin kılıcı da onda
olur. Demek ki, halkı hiçe sayıyorsunuz. Zira böyle konuşmanızın bir anlamı
yok. Bu ülkeyi hükümetler yönetir. Onlar seçilmişlerdir ve bir nevi devletin
mümessilleridirler. Ki savunu babında söylemiyorum ama karşımızda küçük bir
hizip yok. Arkasına milyonların desteğini almış bir hükümet var. Gerçekleri
yazıyorum. Aleyhime de olsa, lehime de olsa. Binaenaleyh kimsenin gocunmasına
lüzum yok, gocunsa da umursayacak halim yok. Gocunan çıkar meydana sözünü
söyler. Zira insanlar fikirlerle dövüşmelidirler, pençeleriyle değil. Ki
gerçekte rehin almak isteyen kimdir bilmiyor değiliz. Hem de münhasıran devleti
değil, devletle birlikte tüm milleti. Hükümet desteğini yitirdiyse sevin işte,
korkmanıza gerek yok. Şunun şurasında ne kaldı ki seçime? Ama desteğin
yitirildiğine inanmıyorsunuz gibi bir haliniz var sanki. Zira elemanlarınızın
eylemleri, kâfir basınlara verilen demeçler bunun alametidir. Avrupa Birliği’ne
girmek isteyen kim? Sizi ve peşinizdekileri saymazsak bu milletin böyle bir
derdi yok. Yerin dibine batsın o domuzlar parlamentosu, diktatoryası. Bizim
lanetli birliğe feda edecek hiçbir değerimiz yoktur. Değeri olmayanlarında
böyle bir derdi yoktur, öyleyse onlara yol açıktır, buyursunlar girsinler. Dinden
ve kimlikten feragat tüm kapıların açılmasını sağlayacaktır ve üye olmaya da
gerek yoktur, bizatihi onlardan olurlar. Batılılar insan mıdır ki insan
olanları tenkit edecek düzeye gelmişler? Şahsen Türk Milletinin bir evladı
olarak onların tenkitini umursayacak kadar kimliğimi kaybetmedim. Onlara göre
yönümü belirleyecek kadar şeref yoksunu da değilim. Malum yasaların yapılması da
son derece yerindedir, yeter ki bu memleketin asıl evlatlarının aleyhine
işlemesin. Ve çıkarları koruyan bir külah olmasın. Tabi muazzez Türk Ordusu
yıpratılsın, tasfiye edilsin ve meydan sizlere kalsın değil mi? Bu yüzden
önemliydi Ordu üzerinde ki operasyonlar değil mi? Bir defa Türk Milleti yapılan
her reformu benimsemiş değildir ama elinden gelen bir şeyde yoktur. Yapılan iyiliklere
de eyvallah çekmesini biliriz tabi ki.
O: Ancak,
askeri vesayetin yerini şimdilerde yürütme vesayeti almış görünüyor. Bazı
vatandaşların siyasi veya dünya görüşlerinden ötürü fişlenmesi, devlet
görevlilerinin siyasi çıkar mülahazalarıyla sürekli olarak yerlerinin
değiştirilmesi ve medya, yargı ve sivil toplumun şimdiye kadar hiç olmadığı
kadar baskı altına alınması, son 10 yılın demokratik kazanımlarının üzerine
büyük bir gölge düşürdü. Kamuoyunun hükümete olan güvenini tamir etmenin ve
dünyada zedelenen itibarımızı yeniden kazanmanın tek çaresi evrensel insan
hakları ve hürriyetlerini, hukukun üstünlüğünü ve hesap verebilirliği esas alan
bir demokrasiye bağlılığın yenilenmesidir. Bu yenilenmenin temel taşı, siviller
tarafından hazırlanan yeni ve demokratik bir anayasa olmalıdır. Demokrasi,
İslam’ın idareyle alakalı prensipleriyle çatışmaz. Aslında, hayatın korunması
ve din hürriyeti gibi İslam’ın ahlaki gayeleri, vatandaşların yönetime
katıldığı demokrasilerde daha iyi şekilde gerçekleşir.
BEN:
Vesayet mi? Hangi vesayet beyim? Bu millet emsalsiz vesayet tehlikesini ve
tehdidini atlattı. Allah korusun eşi benzeri görülmemiş bir vesayetin ebedi
tutsağı olacaktı. Tabi vesayet kuramayınca vur da vur. Bu devleti korumak
içinse bir vesayet hoş gelmiş safa gelmiş. Yeter ki hainane emellerin koruma
duvarı olmasın. Öyle olursa da bu millet cezasını layığı ile verir zaten. Siz
merak ve dert etmeyin. Hem siz işinize bakın. Bu işler size göre değil beyim.
Bu işler sizi bozar. Ki zaten bu işlere bulaştığınız için sarsılmadı mı güven
ortamı? Gerçek bir ilim ehli ancak yol gösterici olabilir, bir tarafta durupta
diğer tarafa müdahale edici değil. Çünkü gerçek âlim, herkesi kucaklayıcı,
toparlayıcı, kuşatıcı olur. Zira onun mesleği hakikati haykırmaktır. Kendi tarafını
kayırmak değil. Bilakis her şeyini kaybeder. Ki kaybettiniz de. Bir taraf zaten
hiç yanınız da olmamıştı, şimdi Müslümanların gönlünden de düştünüz. Hayır,
taraf olan âlimi niçin dinleyeyim? Zira söyledikleri de taraftır ve bana hitap etmez.
Haddizatında izaha da lüzum yok, çünkü her şey ayan beyan meydandadır. Âlimliği
yitiren yoktur ki bulan bulmuş olsun. Bu ülke de Başbakanlar asıldı,
Başbakanlara alenen küfredildi, bu ülkede Liderlerin tırnakları söküldü, bu
ülkede partiler kapatıldı siz hangi dağdan konuşuyorsunuz beyim? Bugüne kadar
görülmeyen baskılar olmaktaymış? Buna kargalar bile güler beyim. Fişleme mi
dediniz? Fişlemeyi bırakın bu millet adeta şişlenmiş beyim. Bu memlekette
fişlenmeyen kim kalmış ki, kalanları da bunlar fişlesin? Herkes haddini ve
hududunu bilecek beyim. Devlet kendi aleyhine faaliyet içinde olana hoşgörüyle
bakacak değildi herhalde. Ne yani, MİT elemanlarına haddini aşarak silah
çektirenleri af mı edecekti? Onlara aferin mi diyecekti? MİT müsteşarını
gözaltı yapmaya yeltenen adamı ödüllendirecek miydi? Devletin gizli bilgilerini
pazarlayanları taltif mi edecekti? Baskı mı hangi baskıdan söz ediyorsunuz siz?
Bu milletin evlatları ne baskılara maruz kaldılar ve hala ne baskılar altında
yaşamaktadırlar beyim. Ortaya çıkartılmıyor da farkına varan olmuyor. Bu millet
tarihin görmediği baskıların üzerine karabasan gibi çökmesine ramak kala
kurtuldu. Allah korudu bu milleti. Ne din kalacaktı, ne devlet, ne millet ne de
vatan. Önce İslam’ı derinlemesine bir öğrenin, sonrada demokrasi nedir onu
öğrenin, ondan sonra konuşun. Zira hakikati konuşmuyorsunuz. Birilerini memnun
edecek şekilde konuşuyorsunuz. Demokrasi denilen melanetin Allah belasını
versin. Müslümanlar bu mikroptan çektiğini hiçbir şeyden çekmedi. Şahsım olarak
Komünizmi, Faşizmi bile bu melanete tercih ederim. Bakınız
merhum üstat, necip münevver, mümtaz şahsiyet Nurettin Topçu ağabey ne
diyor:‘’Sokrat’ı yetiştiren Atina Demokrasisi değildir. Peygamberimizin
istişare rejimi de halkın oyuna başvuran bir demokrasiden çok uzaktı. İslam’ın
idare tarzının demokrasi olduğunu söylemek, GERÇEKLERE GÖZ YUMMAKTIR. Peygamber
ve ashap devrinde, halkın idare ile hiç alakası yoktu. Peygamber, sadece, yine
kendisinin seçtiği ‘işlerden anlayanlar’ ile görüşüp danışarak idare
hususunda kararlarını yine kendisi veriyordu. Eski demokrasilerin en mükemmel
örneği olan Atina demokrasisi, Yunan Devletinin yıkımını hazırladı.’’ Allah
bize demokrat olunuz demiyor, peki ne diyor? ‘’Emrolunduğun gibi dosdoğru
ol!’’ diyor. Ama biz Batı'nın istediği gibi olmaya çalışıyoruz. Sonra
da güya İslam’dan dem vuruyoruz. Tabi yenirse! Önce İslam’a bağlanmayı bir
becerelim, sonra sıra Demokrasi denilen mikroba bağlanmaya gelsin. Ki zaten o
mikrop gövdelerimizi dağlamış, bağlanmaya gerek yok. Tabi ya öyle ya, demokrasi
ile hayat daha güzel korunuyor, ahlaki gayeler daha ideal düzeyde
gerçekleştiriliyor. Bunu nasıl söyleyebiliyorsunuz vallahi şaşıyorum diyeceğim
ama şaşmıyorum. Zira insan dediğin dünya nimetleri peşinde koşmaktadır!
Koşarken de illa ilkelerden taviz verecektir, zira o nimetlere ulaşması kabil
değildir. Evet, hayatınız da hiç tenkit etmediğiniz kâfirlerin demokrasisi
Müslüman dünyanın hayatını çok iyi korudu! Türk Gençliği bu mikropla ahlaki
ideallere daha çabuk ulaştı! Emekçiler hak ettikleri yaşama kavuştular bu
pislik aracılığıyla. Âlimlik ha! Kaybeden olmadığı için ben hala bulamadım.
Evrensel insan hakları ve hürriyetleri öyle mi? Mazlum ve masum Gazzelilerin
terörist olması hangi insanlıkla bağdaşmaktadır beyim? Hangi hürriyet ve hukuk
telakkisine uygun düşmektedir bu yargılama?
O:
Toplumda ahengin temini için birtakım temel değerlerin özümsenmesi icap eder.
Bu değerlerin başında her türden farklılıklara –dini, kültürel, sosyal ve
siyasi– saygı gelir. Toplumdaki farklılıkları saygı ve hoşgörü, dini duygu ve
düşünceye tezat teşkil etmez. Tam tersine, siyasi görüşleri, dini inançları
veya etnik kökeni ne olursa olsun, her insanı aziz tutmak, Allah’ın bütün
insanlara bahşettiği hür iradeye de saygının ifadesidir. Fikir ve ifade
hürriyeti demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Türkiye’nin şeffaflık ve medya
özgürlüğü bakımından demokratik ülkelerin çok gerisinde kalması esef vericidir.
İftira ve hakarete girmeyen eleştirileri hazımkârlıkla karşılamak olgun
ruhların şiarıdır. Bu eleştiriler şayet bir hakikate dayanıyorsa bizim
inkişafımıza vesiledir ve hayrımızadır. Fakat bizim eleştirilerimiz şahıslardan
ziyade yanlış fikir, vasıf ve fiillere matuf olmalıdır; çünkü şahıslara yönelik
eleştiriler bazen ayrışmalara ve kutuplaşmalara sebep olabilir.
BEN: Hiç
şüphesiz çok doğru bir ifadedir bu; ahengin olması için temel değerlere
bağlılık esastır. İlk önce İslam ahlakının ve adaletinin özümsenmesi icap eder.
Misal; bir Müslüman’a benden değil diyerek selam vermemek temel değerlere
ihanet etmektir. Bir insanın mahremini deşifre etmek temel değerlere ihanet
etmektir. Bir insanın peşine düşüp nereye gittiğini tespit etmeye ve sonrasında
da elde edilen bilgiyle o insanı tehdit etmeye çalışmak temel değerlere
ihanettir. Bir kişilik bünyesinde bin kişilik barındırmak temel değerlere
mugayirdir. İslam düşmanlarıyla aynı yerde görünmek ve kodamanlara boyun eğmek
temel değerlerle taban tabana zıttır. Zira İslam ahlak ve adaleti yoksa bir
yerde orada bataklık hâkimdir. Misal; Gazzelilere terörist demek katıksız bir ahlaksızlıktır
ve ahengi tarumar eder. Belki ilgilenmeyebilirsin, belki savunmaya da bilirsin,
hatta destekte vermeyebilirsin ama terörist diyemezsin. Eğer yüreğin yetiyorsa,
eğer İslam ahlakından ve insanlık erdeminden zerre nasibin varsa Siyonist
denilen vahşi canavara terörist demelisin. Yahudilerin bile hayatlarını
cehenneme çeviren Siyonist domuza terörist diyemiyorsan ama beri yanda gariban,
çaresiz, güçsüz, mazlum Gazzelilere terörist diyorsan bana dinden, imandan
bahsedemezsin. Bana ahenkten, disiplinden bahsedemezsin. Benim varlığıma ve
kutsallarıma düşmanlık eden hiçbir şeye saygı duyamam. Saygı duyana da eyvallah
der geçerim. Varlığıma, birliğime, dirliğime, dinime ve kimliğime karşı gizli
ya da açık savaş açanlara asla hoşgörüyle bakamam. Bakıyorsam da bu tavrım
dinle asla bağdaşmaz. Önce dini öğrenelim beyim. Her insanı aziz tutamam,
Allah’ta bizden böyle bir şey asla istemez. Misal; Siyonist domuzları aziz
tutamam. İnsanlığın emeğini, yaşını, terini emenleri aziz tutamam. Eğer
tutarsam bu benim alçaklığıma delalettir. Beni hayvanlardan daha aşağı
düşürecek bir davranış olur bu. Demokrasi ile alakam olmadığı için kirli
nimetleriyle de alakam olamaz. Türklüğün ve İslam’ın kökünü kazımaya ahdetmiş
fikirlerin canı cehenneme. Medya özgürlüğümü dediniz? Sahiden siz uyanık
mısınız, uykuda mısınız? İslam’a küfreden, Türklüğü aşağılayan, Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanının mezarına tükürten bir medya özgür değil öyle mi? Bence
siz kendinizde değilsiniz beyim. Önce bir kendinize geliniz, sonra konuşunuz.
Sahi zatınızın demokratik ülkelerini açıklasanız da öğrensek olmaz mı? Sahi
tenkite tahammülünüz gerçekten var mı? Ya da tenkit edenler olgunlukla
karşılanıyorlar ama aforoz mu ediliyorlar? Yemiyoruz beyim yemiyoruz. Çünkü
milletimizin içindeyiz ve her şeyi biliyoruz. Ha mağarada yaşasanız da her
şeyinizden bihaber olsak neyse ama böyle bir durum yok. Hangi ayrışmadan,
kutuplaşmadan bahsediyorsunuz ki? Zaten kendinizi toplumdan, toplumu da
kendinizden ayırmışsınız.
O: Dinin
siyasi bir ideoloji olarak görülmesi –din adına siyasi güç peşinde
olmak–İslam’ın ruhuna aykırıdır. Din ile siyaset karıştığında her ikisi de, ama
en çok din zarar görür. Türk toplumunun her kesiminin devlet kurumlarında
temsil edilme hakkı vardır. Maalesef Türkiye’de bazı devlet kurumları uzun
müddet lekendi vatandaşlarına ve memurlarına ideolojik mülahazalarla ayrımcı
muamele yaptı. Demokratik kucaklayıcılık, insanların cezalandırılma veya tehdit
olarak algılanmaktan korkmadan şahsi görüşlerini ifade etmelerine imkân
tanıyacaktır. 1970’lerden beri toplumun her kesiminden bu camiaya gönül
verenler, ortaya koydukları eğitim müesseseleri ve projeleriyle toplumun her
kesimine fırsat eşitliği sağlamaya çalışmışlardır. Bu insanları harekete
geçiren, esas itibariyle kendi mutluluğunu başkalarının mutluluğunda aramak
şeklinde özetlenebilecek iç saiklerdir.
BEN: Din
siyasettir, siyasette dindir bir yerde. Önce İslam’ı öğreniniz beyim. Din adına
siyasi güç peşinde olmak ha; sahi kimi anlatıyorsunuz? Devleti bile tarumar
ettiniz. Demek ki bedeni dağıttınız, ruh falan da tanımıyorsunuz artık. Sahi
hangi yaptığınız İslam’ın ruhuyla bağdaşmaktadır? Kodamanlarla iş çevirmek,
Gazzelilere terörist demek, şu sınav işleri, devlet kurumlarını kaosa mahkûm
etmek, Peygamberi gökten indirip kamyonete bindirmek, gökten Osmanlı askerleri
indirmek, kodamanların takdirine mazhar olmak vs. hangisi İslam’ın ruhuyla
bağdaşmaktadır? Lütfen izah ediniz bizde öğrenelim. Zira âlimlerin vazifesi,
cahilleri hakikatin ışıklarıyla aydınlatmaktır. Sahiden farklı fikirlere tahammülünüz
var mıdır merak ediyorum ama soruyu da öylesine soruyorum. Toplumun her
kesimine fırsat eşitliği ha! Güldürmeyin adamı be. Bilmesek yiyecez bizde.
Namussuz evladıyım Doğu illerinden birinde gariban bir kız çarşaf giyip geldi
diye kapıdan kovuldu, üstelikte yüzü açıktı. Yani sadece gözleri gösteren
türden bir çarşaf değildi. Tabi bu olay uzun zaman önce oluyor. Galiba 28 Şubat
denilen dönemde. Parası olmayanların yüzüne bile bakılmaz. Parası olanlar da
isterlerse değer düşmanları olsunlar baş tacıdırlar. Fırsat eşitliği ha! Kendi
mutluluğunu başkalarının mutluluğunda aramak; vay be, ne ulvi bir ideal; ama
gerçekse tabi. Adalet için ne yaptınız bu ülkede? Hangi kodamana meydan
okudunuz? Emekçilerin haklarını alması adına yaptığınız bir eylem var mıdır? Hediye
verdiğiniz tek bir emekçi var mıdır? Emekçiler, akıttıkları terin karşılığını
istemektedirler ve bununla mutlu olacaklardır. Hadi çalışan insanları mutlu
etmek için, onların kavgalarında yanlarında yer alın ve kodamanlara karşı
mücadele edin. Tabi kodamanlarla birlikte olup emekçilere kaşı mücadele
etmiyorsanız. E tabi devasa bir holdinge hükmetmek kolay değil. Emekçilerin
mutluluğuna kendini adayarak holding ayakta tutulamaz. Ben başkalarının
mutluluğuna kendi mutluluğunu feda eden tek bir kişi bile tanımıyorum. Vallahi
böyle bir kişi olduğuna da inanmıyorum. Kendi mutluluğuna delicesine düşkün
olan insanların başkalarının mutluluğunu düşünecek zamanlarının bile olacağını
sanmıyorum.
O:
Benimde aralarında olmaktan şeref duyduğum bu insanların 40 yıldan fazladır
ellerindeki mali imkânları ve enerjilerini eğitime, diyaloga ve insani yardıma
adamaları, siyasi makamlardan ve bununla alakalı pazarlıklardan şuurlu bir
şekilde müstağni kalmaları ispat eder ki siyasi güç veya bunun getireceği
avantajlar peşinde değildir. Bütün vatandaşlarımızın kendi serbest tercihleri
yönünde demokratik anayasal haklarını kullanmaları tavsiyesi dışında, herhangi
bir partinin desteklenmesi ya da engellenmesi gibi bir düşünce ve davranış
içinde değilim ve bundan sonra da asla olmayacağım. Ben milletimizin basiret ve
ferasetine güveniyor; onların partiler üstü düşüneceğini, herhangi bir partiden
ziyade millet ve memleket menfaatlerini öne çıkaracaklarını ümit ediyorum.
Hayatımın son 15 senesini manevi bir inziva halinde geçirdim. Türkiye’deki
durum nasıl olursa olsun, hayatımın geri kalan kısmını aynı şekilde devam
ettirme niyetindeyim. Fakat temennim odur ki, mevcut sıkıntılar bir fırsat
bilinerek Türkiye demokrasisi, hürriyetleri ve hukuku daha ileriye götürülsün.
Temel demokratik ilkelere bağlılığımızı yenileyerek ülkede güven ve istikrarı
yeniden ikame edebileceğimize ve böylelikle bölgeye ve dünyaya ilham kaynağı
olmuş Türkiye misalini tekrar ikame edebileceğimize inancım tamdır.”
BEN: Vay
vay vay ne yüce ideallerle yaşanıyormuşta bihabermişiz! Diyalog ama kiminle?
Papazların hep galip geldiği diyalog. Peygamberin isminin anılmasına bile
tahammül edilemeyen diyalog. Siyasi makamlardan ve bu mevzuuyla alakalı
pazarlıklardan müstağni olmak ha! Bilmesek yiyeceğiz yani. Buna vallahi de
inanmam, billahi de inanmam, tallahi de inanmam. Ve bir âlim hep doğruyu söyler
benim bildiğim. Zira âlimliğin anlamı, kıymeti kalmaz. Dinde de yalan olmaz. Ki
son zamanlarda yaşadığımız olaylar bile bunun aksini söyler. Ki ne makamlar
adına neler yapıldığını biliyoruz. Ya da bu işleri yapanlar bunlardan
değillerdir! Bunların içine sızmış tiplerdir! CIA ve MOSSAD ajanları falan
yani. Devleti ele geçirmeye çalışın, ama siyasi ikbal peşinde olmadığınızı
söyleyin. Vallahi gülerler buna, hem de acı acı. Devletin tüm kurumları ele
geçirilmiş, adam makamdan müstağniyiz diyor ya. İnsaf denir buna. Herhangi bir
parti desteklenmemiş ya da engellenmemiş. Göz göre göre diyecem ama
söylememeyim. En iyisi yemedik, yutmadık deyip geçeyim. Ya daha yeni ‘’bunlarla
bir eğri düzeltilemez’’ diyen ben miydim? Birilerine on yedi vekil karşılığında
oy veren ben miydim? Şimdilerde elemanları birilerine destek oldurtup,
birilerine köstek oldurtan ben miyim? Hayır, bunlar yalansa ve ben namertlik
yapıyorsam söyleyin. Özür dileyeyim ve çekileyim kenara. Ama bari gözümüzün
içine baka baka bize yanlış yapmayın. Bizi aptal yerine koymayın. Zamanın
Erbakan hükümetine beceremediniz artık çekin gidin diyen ben miydim? Vallahi
ben utanıyorum bu ifadelerden. Hiç merak etmeyiniz beyim; bu millet her zaman
için din, devlet, vatan, millet demiştir ilk evvelde. Çıkarını bir kenara
fırlatıp atmıştır. Valla ne yaparsanız yapın, nasıl yaşarsanız yaşayın hiç
umurumda değil, milletin kahir ekseriyetinin de umurunda olduğunu sanmıyorum.
Yeter ki din, devlet, vatan, millet mevzularında müdahil olmayın. Yani bir
ihsan istemiyoruz. İnzivanıza devam edin. Tabi inzivada iseniz. Rahat olun bu
millet kendi kaderini yine kendisi çizecektir. Tasa etmeyin ama milleti yasa
boğacak şeylerde yapmayın, yaptırmayın. Türk Milleti bir gün gövdesini
dağlamış, kaderini bağlamış demokrasi mikrobunu söküp atacaktır bağrından
inşaallah. Tüm dünyaya da yeniden nizamat verecek tek güç olacaktır inşaallah.
Sontahlilde;
Tarihten ve dinden kati hüccetlerle karşınızda olabilirdim ama ne zamanım vardı
ne de takatim. Bu yazıyı da hasta halimle yazıyorum. Ama din ve tarih
temelinde, tüm söylediklerinizi kati surette, tüm beyinleri ikna ve ıskat
edecek şekilde çürütmek sonsuz derecede basit bir işti haddizatında. Zira
dayanaksız, temelsiz laflar; temel değerler ekseninde söylenmiş sözler
karşısında kâğıttan kule misalidir.
O VE BEN...
Özgür DENİZ - 15.03.2014
Tarih: 15.03.2014
Okunma: 648
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.