O VE BEN...

Özgür DENİZ - 15.03.2014

Geçenlerde birine verdiğim cevabın son cevap yazısı olacağını söylemiştim ama dayanamadım ve bir cevap yazısı daha yazmak zorunda kaldım yine. Sözlerim bir yapının tepesine cevap olarak yazılsa da esasında yapının elemanlarınadır. Çünkü söz konusu işleri yapanlar elemanlardır.



O: “Güven ve istikrar, bir millet için her türlü terakkinin ve dünyada itibarının temelini teşkil eder. Hukukun üstünlüğüne saygılı, demokratik ve hesap sorulabilen bir idarede vatandaşlarla devlet arasında böyle bir güven mevzubahistir. Türkiye son on yılda bu güveni büyük zorluklarla tesis etti. Yakın zamana kadar dindar insanların idareye vaziyet ettiği demokratik bir devlet olarak kısmen de olsa refahı temin ederek güzel bir misal olarak görülür hale gelmişti.



BEN: Çok doğru bir söz. Güven temel taştır. Güvenilmeyen bir yapının ve kişinin işi yaştır. Yüz tane yüzü olana asla güvenilmez. Kodamanlarla, Türk ve İslam düşmanı kâfirlerle yani Siyonist Batı ile aynı kulvarda görüntü verenlere kim ve niçin güvensin? Millette güvenmiyor zaten. Hangi hukuk? Hukuk diyene bakın. Hukuku ayaklar altına al, hukukun anasını ağlat sonra da hukuktan bahset. Tabi yersek! Bir devleti devlet yapan, tabir caizse devletin kalbi olan MİT’e baskın yapmak hangi hukukla bağdaşır? Senin yanlış işlerini ortaya çıkaranları kodeslere tıkmak hangi hukukla bağdaşır? Milleti gözetlemek ve en mahrem bilgilere ulaşmaya çalışmak ve bu yoldan tehdit ederek gayelere vasıl olmak hangi hukuk ilkesinde vardır? Hesap sorulabilen bir idare ha! Sizden hesap sorabilen biri var mı beyim? Ya da böyyük ağabeylerden kim hesap sorabilir? Herkesten hesap soracaksın ama asla hesap vermeye yanaşmayacaksın. Çünkü mutlak doğrusun, layüselsin sümmehaşa. Bir defa acı bir gerçektir ki ülkemde tesis edilmiş bir güven ortamı yoktur. Başta zatınız dâhil olmak üzere güvendiğim hiçbir siyasi yapı ve gurup yapısı yoktur. Çıkarların egemen olduğu ve hayatın yönünü tayin ettiği bir ülkede güvenin olması mevzubahis bile olamaz. Keşke olsaydı. Ki dindarlıktan bahsedenlerin veremediği bir güveni verebilecek hiçbir kimse yoktur. Ama dindarlar da o güveni veremedi. Maalesef acı gerçek budur. Kabul etsekte etmesekte. Zira görünen köy kılavuz istemez. Bu ülkeyi ayakta tutan; ne parti liderleridir ne de cemaat denilen yapıların şeyhleridir. Bu mukaddes toprakların altında yatan şehitlerdir. Hayatın hiç görmediğimiz, hissetmediğimiz, duyumsamadığımız, bilmediğimiz köşelerinde dualarla vakit geçiren gözü yaşlı analardır.



O: Maalesef son dönemde hükümetin yürütme erki içindeki küçük bir hizip, ülkenin geleceğini rehin almış durumda. Türk halkının demokratik mülahazalarla Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AK Parti) verdiği desteğin yitirilmesi yanında Avrupa Birliği’ne girme fırsatı da tehlikeye girmiştir. Hükümetin adalet bakanına hâkim ve savcı tayinlerinde ve soruşturmalarında ciddi yetkiler veren HSYK yasası, internet özgürlüğünü kısıtlayan yasa ve MİT’e diktatör rejimlerinde görülen yetkiler veren yasa tasarısı gerek Avrupa Birliği gerekse başka Batılı merciler tarafından ciddi tenkit edildi. Askeri darbelerin ve siyasi istikrarsızlığın pençesinde geçen onca senenin ardından AK Parti’nin askeri vesayeti sonlandırma çabaları gerekliydi ve nitekim bu çerçevede yapılan demokratik reformlar gerek Avrupa Birliği (AB), gerekse 2010 anayasa referandumunda görüldüğü üzere Türk halkının büyük çoğunluğunca destek gördü.



BEN: Rehin mi vermesini istiyordunuz beyim? Alamayınca da rehin alındığından dem vuruyorsunuz değil mi? Zira rehin alınan bir şey yok. Onları başa getiren bu halktır, baştan alacak olan da bu halktır. Halkın gönlü kime de olursa, devletin kılıcı da onda olur. Demek ki, halkı hiçe sayıyorsunuz. Zira böyle konuşmanızın bir anlamı yok. Bu ülkeyi hükümetler yönetir. Onlar seçilmişlerdir ve bir nevi devletin mümessilleridirler. Ki savunu babında söylemiyorum ama karşımızda küçük bir hizip yok. Arkasına milyonların desteğini almış bir hükümet var. Gerçekleri yazıyorum. Aleyhime de olsa, lehime de olsa. Binaenaleyh kimsenin gocunmasına lüzum yok, gocunsa da umursayacak halim yok. Gocunan çıkar meydana sözünü söyler. Zira insanlar fikirlerle dövüşmelidirler, pençeleriyle değil. Ki gerçekte rehin almak isteyen kimdir bilmiyor değiliz. Hem de münhasıran devleti değil, devletle birlikte tüm milleti. Hükümet desteğini yitirdiyse sevin işte, korkmanıza gerek yok. Şunun şurasında ne kaldı ki seçime? Ama desteğin yitirildiğine inanmıyorsunuz gibi bir haliniz var sanki. Zira elemanlarınızın eylemleri, kâfir basınlara verilen demeçler bunun alametidir. Avrupa Birliği’ne girmek isteyen kim? Sizi ve peşinizdekileri saymazsak bu milletin böyle bir derdi yok. Yerin dibine batsın o domuzlar parlamentosu, diktatoryası. Bizim lanetli birliğe feda edecek hiçbir değerimiz yoktur. Değeri olmayanlarında böyle bir derdi yoktur, öyleyse onlara yol açıktır, buyursunlar girsinler. Dinden ve kimlikten feragat tüm kapıların açılmasını sağlayacaktır ve üye olmaya da gerek yoktur, bizatihi onlardan olurlar. Batılılar insan mıdır ki insan olanları tenkit edecek düzeye gelmişler? Şahsen Türk Milletinin bir evladı olarak onların tenkitini umursayacak kadar kimliğimi kaybetmedim. Onlara göre yönümü belirleyecek kadar şeref yoksunu da değilim. Malum yasaların yapılması da son derece yerindedir, yeter ki bu memleketin asıl evlatlarının aleyhine işlemesin. Ve çıkarları koruyan bir külah olmasın. Tabi muazzez Türk Ordusu yıpratılsın, tasfiye edilsin ve meydan sizlere kalsın değil mi? Bu yüzden önemliydi Ordu üzerinde ki operasyonlar değil mi? Bir defa Türk Milleti yapılan her reformu benimsemiş değildir ama elinden gelen bir şeyde yoktur. Yapılan iyiliklere de eyvallah çekmesini biliriz tabi ki.



O: Ancak, askeri vesayetin yerini şimdilerde yürütme vesayeti almış görünüyor. Bazı vatandaşların siyasi veya dünya görüşlerinden ötürü fişlenmesi, devlet görevlilerinin siyasi çıkar mülahazalarıyla sürekli olarak yerlerinin değiştirilmesi ve medya, yargı ve sivil toplumun şimdiye kadar hiç olmadığı kadar baskı altına alınması, son 10 yılın demokratik kazanımlarının üzerine büyük bir gölge düşürdü. Kamuoyunun hükümete olan güvenini tamir etmenin ve dünyada zedelenen itibarımızı yeniden kazanmanın tek çaresi evrensel insan hakları ve hürriyetlerini, hukukun üstünlüğünü ve hesap verebilirliği esas alan bir demokrasiye bağlılığın yenilenmesidir. Bu yenilenmenin temel taşı, siviller tarafından hazırlanan yeni ve demokratik bir anayasa olmalıdır. Demokrasi, İslam’ın idareyle alakalı prensipleriyle çatışmaz. Aslında, hayatın korunması ve din hürriyeti gibi İslam’ın ahlaki gayeleri, vatandaşların yönetime katıldığı demokrasilerde daha iyi şekilde gerçekleşir.



BEN: Vesayet mi? Hangi vesayet beyim? Bu millet emsalsiz vesayet tehlikesini ve tehdidini atlattı. Allah korusun eşi benzeri görülmemiş bir vesayetin ebedi tutsağı olacaktı. Tabi vesayet kuramayınca vur da vur. Bu devleti korumak içinse bir vesayet hoş gelmiş safa gelmiş. Yeter ki hainane emellerin koruma duvarı olmasın. Öyle olursa da bu millet cezasını layığı ile verir zaten. Siz merak ve dert etmeyin. Hem siz işinize bakın. Bu işler size göre değil beyim. Bu işler sizi bozar. Ki zaten bu işlere bulaştığınız için sarsılmadı mı güven ortamı? Gerçek bir ilim ehli ancak yol gösterici olabilir, bir tarafta durupta diğer tarafa müdahale edici değil. Çünkü gerçek âlim, herkesi kucaklayıcı, toparlayıcı, kuşatıcı olur. Zira onun mesleği hakikati haykırmaktır. Kendi tarafını kayırmak değil. Bilakis her şeyini kaybeder. Ki kaybettiniz de. Bir taraf zaten hiç yanınız da olmamıştı, şimdi Müslümanların gönlünden de düştünüz. Hayır, taraf olan âlimi niçin dinleyeyim? Zira söyledikleri de taraftır ve bana hitap etmez. Haddizatında izaha da lüzum yok, çünkü her şey ayan beyan meydandadır. Âlimliği yitiren yoktur ki bulan bulmuş olsun. Bu ülke de Başbakanlar asıldı, Başbakanlara alenen küfredildi, bu ülkede Liderlerin tırnakları söküldü, bu ülkede partiler kapatıldı siz hangi dağdan konuşuyorsunuz beyim? Bugüne kadar görülmeyen baskılar olmaktaymış? Buna kargalar bile güler beyim. Fişleme mi dediniz? Fişlemeyi bırakın bu millet adeta şişlenmiş beyim. Bu memlekette fişlenmeyen kim kalmış ki, kalanları da bunlar fişlesin? Herkes haddini ve hududunu bilecek beyim. Devlet kendi aleyhine faaliyet içinde olana hoşgörüyle bakacak değildi herhalde. Ne yani, MİT elemanlarına haddini aşarak silah çektirenleri af mı edecekti? Onlara aferin mi diyecekti? MİT müsteşarını gözaltı yapmaya yeltenen adamı ödüllendirecek miydi? Devletin gizli bilgilerini pazarlayanları taltif mi edecekti? Baskı mı hangi baskıdan söz ediyorsunuz siz? Bu milletin evlatları ne baskılara maruz kaldılar ve hala ne baskılar altında yaşamaktadırlar beyim. Ortaya çıkartılmıyor da farkına varan olmuyor. Bu millet tarihin görmediği baskıların üzerine karabasan gibi çökmesine ramak kala kurtuldu. Allah korudu bu milleti. Ne din kalacaktı, ne devlet, ne millet ne de vatan. Önce İslam’ı derinlemesine bir öğrenin, sonrada demokrasi nedir onu öğrenin, ondan sonra konuşun. Zira hakikati konuşmuyorsunuz. Birilerini memnun edecek şekilde konuşuyorsunuz. Demokrasi denilen melanetin Allah belasını versin. Müslümanlar bu mikroptan çektiğini hiçbir şeyden çekmedi. Şahsım olarak Komünizmi, Faşizmi bile bu melanete tercih ederim. Bakınız merhum üstat, necip münevver, mümtaz şahsiyet Nurettin Topçu ağabey ne diyor:‘’Sokrat’ı yetiştiren Atina Demokrasisi değildir. Peygamberimizin istişare rejimi de halkın oyuna başvuran bir demokrasiden çok uzaktı. İslam’ın idare tarzının demokrasi olduğunu söylemek, GERÇEKLERE GÖZ YUMMAKTIR. Peygamber ve ashap devrinde, halkın idare ile hiç alakası yoktu. Peygamber, sadece, yine kendisinin seçtiği ‘işlerden anlayanlar’ ile görüşüp danışarak idare hususunda kararlarını yine kendisi veriyordu. Eski demokrasilerin en mükemmel örneği olan Atina demokrasisi, Yunan Devletinin yıkımını hazırladı.’’ Allah bize demokrat olunuz demiyor, peki ne diyor? ‘’Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!’’ diyor. Ama biz Batı'nın istediği gibi olmaya çalışıyoruz. Sonra da güya İslam’dan dem vuruyoruz. Tabi yenirse! Önce İslam’a bağlanmayı bir becerelim, sonra sıra Demokrasi denilen mikroba bağlanmaya gelsin. Ki zaten o mikrop gövdelerimizi dağlamış, bağlanmaya gerek yok. Tabi ya öyle ya, demokrasi ile hayat daha güzel korunuyor, ahlaki gayeler daha ideal düzeyde gerçekleştiriliyor. Bunu nasıl söyleyebiliyorsunuz vallahi şaşıyorum diyeceğim ama şaşmıyorum. Zira insan dediğin dünya nimetleri peşinde koşmaktadır! Koşarken de illa ilkelerden taviz verecektir, zira o nimetlere ulaşması kabil değildir. Evet, hayatınız da hiç tenkit etmediğiniz kâfirlerin demokrasisi Müslüman dünyanın hayatını çok iyi korudu! Türk Gençliği bu mikropla ahlaki ideallere daha çabuk ulaştı! Emekçiler hak ettikleri yaşama kavuştular bu pislik aracılığıyla. Âlimlik ha! Kaybeden olmadığı için ben hala bulamadım. Evrensel insan hakları ve hürriyetleri öyle mi? Mazlum ve masum Gazzelilerin terörist olması hangi insanlıkla bağdaşmaktadır beyim? Hangi hürriyet ve hukuk telakkisine uygun düşmektedir bu yargılama?



O: Toplumda ahengin temini için birtakım temel değerlerin özümsenmesi icap eder. Bu değerlerin başında her türden farklılıklara –dini, kültürel, sosyal ve siyasi– saygı gelir. Toplumdaki farklılıkları saygı ve hoşgörü, dini duygu ve düşünceye tezat teşkil etmez. Tam tersine, siyasi görüşleri, dini inançları veya etnik kökeni ne olursa olsun, her insanı aziz tutmak, Allah’ın bütün insanlara bahşettiği hür iradeye de saygının ifadesidir. Fikir ve ifade hürriyeti demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Türkiye’nin şeffaflık ve medya özgürlüğü bakımından demokratik ülkelerin çok gerisinde kalması esef vericidir. İftira ve hakarete girmeyen eleştirileri hazımkârlıkla karşılamak olgun ruhların şiarıdır. Bu eleştiriler şayet bir hakikate dayanıyorsa bizim inkişafımıza vesiledir ve hayrımızadır. Fakat bizim eleştirilerimiz şahıslardan ziyade yanlış fikir, vasıf ve fiillere matuf olmalıdır; çünkü şahıslara yönelik eleştiriler bazen ayrışmalara ve kutuplaşmalara sebep olabilir.



BEN: Hiç şüphesiz çok doğru bir ifadedir bu; ahengin olması için temel değerlere bağlılık esastır. İlk önce İslam ahlakının ve adaletinin özümsenmesi icap eder. Misal; bir Müslüman’a benden değil diyerek selam vermemek temel değerlere ihanet etmektir. Bir insanın mahremini deşifre etmek temel değerlere ihanet etmektir. Bir insanın peşine düşüp nereye gittiğini tespit etmeye ve sonrasında da elde edilen bilgiyle o insanı tehdit etmeye çalışmak temel değerlere ihanettir. Bir kişilik bünyesinde bin kişilik barındırmak temel değerlere mugayirdir. İslam düşmanlarıyla aynı yerde görünmek ve kodamanlara boyun eğmek temel değerlerle taban tabana zıttır. Zira İslam ahlak ve adaleti yoksa bir yerde orada bataklık hâkimdir. Misal; Gazzelilere terörist demek katıksız bir ahlaksızlıktır ve ahengi tarumar eder. Belki ilgilenmeyebilirsin, belki savunmaya da bilirsin, hatta destekte vermeyebilirsin ama terörist diyemezsin. Eğer yüreğin yetiyorsa, eğer İslam ahlakından ve insanlık erdeminden zerre nasibin varsa Siyonist denilen vahşi canavara terörist demelisin. Yahudilerin bile hayatlarını cehenneme çeviren Siyonist domuza terörist diyemiyorsan ama beri yanda gariban, çaresiz, güçsüz, mazlum Gazzelilere terörist diyorsan bana dinden, imandan bahsedemezsin. Bana ahenkten, disiplinden bahsedemezsin. Benim varlığıma ve kutsallarıma düşmanlık eden hiçbir şeye saygı duyamam. Saygı duyana da eyvallah der geçerim. Varlığıma, birliğime, dirliğime, dinime ve kimliğime karşı gizli ya da açık savaş açanlara asla hoşgörüyle bakamam. Bakıyorsam da bu tavrım dinle asla bağdaşmaz. Önce dini öğrenelim beyim. Her insanı aziz tutamam, Allah’ta bizden böyle bir şey asla istemez. Misal; Siyonist domuzları aziz tutamam. İnsanlığın emeğini, yaşını, terini emenleri aziz tutamam. Eğer tutarsam bu benim alçaklığıma delalettir. Beni hayvanlardan daha aşağı düşürecek bir davranış olur bu. Demokrasi ile alakam olmadığı için kirli nimetleriyle de alakam olamaz. Türklüğün ve İslam’ın kökünü kazımaya ahdetmiş fikirlerin canı cehenneme. Medya özgürlüğümü dediniz? Sahiden siz uyanık mısınız, uykuda mısınız? İslam’a küfreden, Türklüğü aşağılayan, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının mezarına tükürten bir medya özgür değil öyle mi? Bence siz kendinizde değilsiniz beyim. Önce bir kendinize geliniz, sonra konuşunuz. Sahi zatınızın demokratik ülkelerini açıklasanız da öğrensek olmaz mı? Sahi tenkite tahammülünüz gerçekten var mı? Ya da tenkit edenler olgunlukla karşılanıyorlar ama aforoz mu ediliyorlar? Yemiyoruz beyim yemiyoruz. Çünkü milletimizin içindeyiz ve her şeyi biliyoruz. Ha mağarada yaşasanız da her şeyinizden bihaber olsak neyse ama böyle bir durum yok. Hangi ayrışmadan, kutuplaşmadan bahsediyorsunuz ki? Zaten kendinizi toplumdan, toplumu da kendinizden ayırmışsınız.



O: Dinin siyasi bir ideoloji olarak görülmesi –din adına siyasi güç peşinde olmak–İslam’ın ruhuna aykırıdır. Din ile siyaset karıştığında her ikisi de, ama en çok din zarar görür. Türk toplumunun her kesiminin devlet kurumlarında temsil edilme hakkı vardır. Maalesef Türkiye’de bazı devlet kurumları uzun müddet lekendi vatandaşlarına ve memurlarına ideolojik mülahazalarla ayrımcı muamele yaptı. Demokratik kucaklayıcılık, insanların cezalandırılma veya tehdit olarak algılanmaktan korkmadan şahsi görüşlerini ifade etmelerine imkân tanıyacaktır. 1970’lerden beri toplumun her kesiminden bu camiaya gönül verenler, ortaya koydukları eğitim müesseseleri ve projeleriyle toplumun her kesimine fırsat eşitliği sağlamaya çalışmışlardır. Bu insanları harekete geçiren, esas itibariyle kendi mutluluğunu başkalarının mutluluğunda aramak şeklinde özetlenebilecek iç saiklerdir.



BEN: Din siyasettir, siyasette dindir bir yerde. Önce İslam’ı öğreniniz beyim. Din adına siyasi güç peşinde olmak ha; sahi kimi anlatıyorsunuz? Devleti bile tarumar ettiniz. Demek ki bedeni dağıttınız, ruh falan da tanımıyorsunuz artık. Sahi hangi yaptığınız İslam’ın ruhuyla bağdaşmaktadır? Kodamanlarla iş çevirmek, Gazzelilere terörist demek, şu sınav işleri, devlet kurumlarını kaosa mahkûm etmek, Peygamberi gökten indirip kamyonete bindirmek, gökten Osmanlı askerleri indirmek, kodamanların takdirine mazhar olmak vs. hangisi İslam’ın ruhuyla bağdaşmaktadır? Lütfen izah ediniz bizde öğrenelim. Zira âlimlerin vazifesi, cahilleri hakikatin ışıklarıyla aydınlatmaktır. Sahiden farklı fikirlere tahammülünüz var mıdır merak ediyorum ama soruyu da öylesine soruyorum. Toplumun her kesimine fırsat eşitliği ha! Güldürmeyin adamı be. Bilmesek yiyecez bizde. Namussuz evladıyım Doğu illerinden birinde gariban bir kız çarşaf giyip geldi diye kapıdan kovuldu, üstelikte yüzü açıktı. Yani sadece gözleri gösteren türden bir çarşaf değildi. Tabi bu olay uzun zaman önce oluyor. Galiba 28 Şubat denilen dönemde. Parası olmayanların yüzüne bile bakılmaz. Parası olanlar da isterlerse değer düşmanları olsunlar baş tacıdırlar. Fırsat eşitliği ha! Kendi mutluluğunu başkalarının mutluluğunda aramak; vay be, ne ulvi bir ideal; ama gerçekse tabi. Adalet için ne yaptınız bu ülkede? Hangi kodamana meydan okudunuz? Emekçilerin haklarını alması adına yaptığınız bir eylem var mıdır? Hediye verdiğiniz tek bir emekçi var mıdır? Emekçiler, akıttıkları terin karşılığını istemektedirler ve bununla mutlu olacaklardır. Hadi çalışan insanları mutlu etmek için, onların kavgalarında yanlarında yer alın ve kodamanlara karşı mücadele edin. Tabi kodamanlarla birlikte olup emekçilere kaşı mücadele etmiyorsanız. E tabi devasa bir holdinge hükmetmek kolay değil. Emekçilerin mutluluğuna kendini adayarak holding ayakta tutulamaz. Ben başkalarının mutluluğuna kendi mutluluğunu feda eden tek bir kişi bile tanımıyorum. Vallahi böyle bir kişi olduğuna da inanmıyorum. Kendi mutluluğuna delicesine düşkün olan insanların başkalarının mutluluğunu düşünecek zamanlarının bile olacağını sanmıyorum.



O: Benimde aralarında olmaktan şeref duyduğum bu insanların 40 yıldan fazladır ellerindeki mali imkânları ve enerjilerini eğitime, diyaloga ve insani yardıma adamaları, siyasi makamlardan ve bununla alakalı pazarlıklardan şuurlu bir şekilde müstağni kalmaları ispat eder ki siyasi güç veya bunun getireceği avantajlar peşinde değildir. Bütün vatandaşlarımızın kendi serbest tercihleri yönünde demokratik anayasal haklarını kullanmaları tavsiyesi dışında, herhangi bir partinin desteklenmesi ya da engellenmesi gibi bir düşünce ve davranış içinde değilim ve bundan sonra da asla olmayacağım. Ben milletimizin basiret ve ferasetine güveniyor; onların partiler üstü düşüneceğini, herhangi bir partiden ziyade millet ve memleket menfaatlerini öne çıkaracaklarını ümit ediyorum. Hayatımın son 15 senesini manevi bir inziva halinde geçirdim. Türkiye’deki durum nasıl olursa olsun, hayatımın geri kalan kısmını aynı şekilde devam ettirme niyetindeyim. Fakat temennim odur ki, mevcut sıkıntılar bir fırsat bilinerek Türkiye demokrasisi, hürriyetleri ve hukuku daha ileriye götürülsün. Temel demokratik ilkelere bağlılığımızı yenileyerek ülkede güven ve istikrarı yeniden ikame edebileceğimize ve böylelikle bölgeye ve dünyaya ilham kaynağı olmuş Türkiye misalini tekrar ikame edebileceğimize inancım tamdır.”



BEN: Vay vay vay ne yüce ideallerle yaşanıyormuşta bihabermişiz! Diyalog ama kiminle? Papazların hep galip geldiği diyalog. Peygamberin isminin anılmasına bile tahammül edilemeyen diyalog. Siyasi makamlardan ve bu mevzuuyla alakalı pazarlıklardan müstağni olmak ha! Bilmesek yiyeceğiz yani. Buna vallahi de inanmam, billahi de inanmam, tallahi de inanmam. Ve bir âlim hep doğruyu söyler benim bildiğim. Zira âlimliğin anlamı, kıymeti kalmaz. Dinde de yalan olmaz. Ki son zamanlarda yaşadığımız olaylar bile bunun aksini söyler. Ki ne makamlar adına neler yapıldığını biliyoruz. Ya da bu işleri yapanlar bunlardan değillerdir! Bunların içine sızmış tiplerdir! CIA ve MOSSAD ajanları falan yani. Devleti ele geçirmeye çalışın, ama siyasi ikbal peşinde olmadığınızı söyleyin. Vallahi gülerler buna, hem de acı acı. Devletin tüm kurumları ele geçirilmiş, adam makamdan müstağniyiz diyor ya. İnsaf denir buna. Herhangi bir parti desteklenmemiş ya da engellenmemiş. Göz göre göre diyecem ama söylememeyim. En iyisi yemedik, yutmadık deyip geçeyim. Ya daha yeni ‘’bunlarla bir eğri düzeltilemez’’ diyen ben miydim? Birilerine on yedi vekil karşılığında oy veren ben miydim? Şimdilerde elemanları birilerine destek oldurtup, birilerine köstek oldurtan ben miyim? Hayır, bunlar yalansa ve ben namertlik yapıyorsam söyleyin. Özür dileyeyim ve çekileyim kenara. Ama bari gözümüzün içine baka baka bize yanlış yapmayın. Bizi aptal yerine koymayın. Zamanın Erbakan hükümetine beceremediniz artık çekin gidin diyen ben miydim? Vallahi ben utanıyorum bu ifadelerden. Hiç merak etmeyiniz beyim; bu millet her zaman için din, devlet, vatan, millet demiştir ilk evvelde. Çıkarını bir kenara fırlatıp atmıştır. Valla ne yaparsanız yapın, nasıl yaşarsanız yaşayın hiç umurumda değil, milletin kahir ekseriyetinin de umurunda olduğunu sanmıyorum. Yeter ki din, devlet, vatan, millet mevzularında müdahil olmayın. Yani bir ihsan istemiyoruz. İnzivanıza devam edin. Tabi inzivada iseniz. Rahat olun bu millet kendi kaderini yine kendisi çizecektir. Tasa etmeyin ama milleti yasa boğacak şeylerde yapmayın, yaptırmayın. Türk Milleti bir gün gövdesini dağlamış, kaderini bağlamış demokrasi mikrobunu söküp atacaktır bağrından inşaallah. Tüm dünyaya da yeniden nizamat verecek tek güç olacaktır inşaallah.



Sontahlilde; Tarihten ve dinden kati hüccetlerle karşınızda olabilirdim ama ne zamanım vardı ne de takatim. Bu yazıyı da hasta halimle yazıyorum. Ama din ve tarih temelinde, tüm söylediklerinizi kati surette, tüm beyinleri ikna ve ıskat edecek şekilde çürütmek sonsuz derecede basit bir işti haddizatında. Zira dayanaksız, temelsiz laflar; temel değerler ekseninde söylenmiş sözler karşısında kâğıttan kule misalidir.

Tarih: 15.03.2014 Okunma: 648

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?