SÖYLENEN:
Hiçbir zaman iki ceketim olmadı.
GERÇEK:
Ama muhtelif ceketlerle arzı endam eylendi hep. Peki, bu nasıl bir davranış
şeklidir Allah aşkına? Göz göre göre insanları aldatmak değil midir bu? Ya da
bu nedir anlatsın biri bana. Hakikaten bir izaha muhtacım. Gerçekten muhtacım.
İzah edilsin ki öğreneyim ve yanlışsam özür dileyeyim.
SÖYLENEN:
Tek bir odam var, kirasını da kendim öderim.
GERÇEK:
Ama hep muhtelif odalarda görüntüler verildi ve adeta devasa bir sarayda
yaşanıyor. Bu yapının her şeyinden sorumlu olan bir insan, nasıl olur da
gözlerin içine baka baka bu şekilde konuşabilir? Her şeyi sahipleneceksin, tüm
müntesiplerin adına konuşacaksın, rafineriler devredeceksin, ananaslar,
tespihler ve saatler hediye edeceksin ama hiçbir şeyin sahibi değilim diyeceksin
ve biz de yiyecez öyle mi? Bizleri bu kadar alık mı görüyorsunuz?
SÖYLENEN:
Hiçbir partiye destekte olmadım, köstekte.
GERÇEK:
SP: Beceremediniz artık bırakın. AKP: Bunlarla tek eğri düzeltilemez. MHP:
Kasetlerle yok edilmek istendi. CHP: Baykal tek bir kasetle yok edildi. Şimdi
de açıktan CHP destekleniyor, AKP ise adeta yok sayılıyor. Peki, şimdi bu katı
ve sert gerçekler güneş gibi ortadayken, apaçıkken nasıl olurda bu şekilde
konuşulabilir vallahi hayret ediyorum. Yani söylenen belli, gerçek belli. Ne
bileyim nasıl bir izah getirilebilir buna?
SÖYLENEN:
Arkadaşlarıma yolsuzluğu görmeyin diye nasıl derim? Bunun hesabını ahirette
nasıl veririm?
GERÇEK:
Ahireti düşünen kim? Öyle olsaydı Önderin olimpiyata gelmesinin, gökten
indirilip kamyonete bindirilmesinin, tivit atın demesinin, Cebrail parti kursa
desteklemem demenin, sınavlarda yapılanların, hâkim ve avukat satın almaların
hesabı nasıl verilecek düşünülürdü. Yani şuna bakar mısınız dostlar, hem ahreti
düşüneceksin hem de alenen mutlak ters olan hareketler yapacaksın. Hadi biz
yapsak neyse de!
SÖYLENEN:
Yaşadıklarımız askeri darbelerden on kat daha fazla.
GERÇEK:
Çünkü askeri darbelerden hep beslendiniz. Hiçbir zarar görmediniz. Millet
ağladı, siz güldünüz. Sizler her devrin güleni oldunuz beyim. Zira darbelerin
devrinde hep güç kesbettiniz. Bu söz hangi ruh haliyle söylenmektedir hakikaten
merak ediyorum. Böyle bir durum olsa bir defa durduğun yerde duramaz sürekli
kaçakları oynardın beyim. Kolundan tutarlar zorla getirirlerdi. Açık tek bir
dershanen olmazdı, okulların yok edilirdi, toplanan kayıtsız paraların hesabı
acımasızca sorulurdu. Peki, bu nasıl on kat zulümdür?
SÖYLENEN:
Tesettür füruattır.
GERÇEK:
Ref-i tesettür, fıtrata münafidir diyor Said Nursi. Hani Said Nursi’nin izinden
gidiyordun. Büyüyesiye kadardı değil mi? Güçlenip, dallanıp budaklanasıya
kadardı bu söylemler değil mi? Şimdi ihtiyaç kalmadı zira Said Nursi’ye.
SÖYLENEN:
Dün neredeysek, bugün de oradayız.
GERÇEK:
Evet doğru, hep yerinizde saydınız. Geçmişte de burada değildiniz, bugünde
burada değilsiniz. Dün, bugün ayrımı yapmıyorum, hiçbir zaman buraların yanında
yer almadınız. Çünkü burası güçlü değildi. Siz ise güce âşıktınız. Bu yüzden de
hep gücün, güçlünün yanında yer aldınız. Müslümanlar ise tüm dünya da hep
güçsüzdüler! Ve güçsüzlerin çocuklarına ağlanmazdı. Güçsüzler otoriteye
başkaldıramazlardı. Güçsüzlerin yanında yer alarak dünyada palazlanmak kolay
değildi. Güçsüzlerin yanında yer alarak kendi devletini ele geçirme
teşebbüsünde bulunmak cesaret isterdi.
SÖYLENEN:
Otoriteden izin almadan uluslar arası iş yapılamaz.
GERÇEK:
Gerçek otorite Allah’tır ve Allah mazlumlara yardımı emreder, zalimlere karşı.
Zira zalime yardım, mazluma zulümdür. Zulme rıza zulümdür. Pek, din ve iman
nerede kaldı? Hani ince ruhluluk? Hani Kur’an ahlakı? Hani hizmet ya da hizmet
ama kime?
SÖYLENEN:
Oraya yapılacak bir AVM bir damla kan eder miydi? Bir can eder miydi?
GERÇEK: Gerçeğin
AVM olmadığını dünya âlem biliyorken bunu hangi vicdanla söyleyebiliyorsunuz? Kimse
alık değil beyim. Ki bu sözlerin zımnen tahrik etmek ve taraf kazanmak
olmadığını bilmeyecek kadar alık değiliz. Peki, halkın parasıyla yapılan
yolların sökülmesi, araçların mahvedilmesi, halkın dükkânlarının yağmalanması
normal midir? Peki, sizin gibi birinin konuşması bu şekilde mi olmalıdır yoksa
daha yapıcı mı olmalıdır ya da zımni bir muhalefet tavrıyla mı konuşuyorsunuz?
SÖYLENEN:
Karalama o kadar haddi aşacak noktaya geldi ki, her gün yeni bir yalana hatta
iftiraya rastlıyoruz.
GERÇEK:
O zaman doğruları söyleyin, savunun ve müntesiplerinize doğruluğu tavsiye edin.
İnsanları takip edip, en hassas yerinden vurmaya yeltenmek hangi doğruluğa
sığar? Ya da şu ana değin yukarıda sıralayıp geldiklerimizin içerisinde tek bir
doğru var mı? İnsanları tahrik etmek hangi doğruluğa sığar? Müntesiplerinizin
içerisinde Kur’an ile mütenasip yaşayan biri var mıdır? Şayet varsa, niçin
fenerle doğru birilerini arıyoruz millet olarak. İnsanların özel hayatlarını
röntgenlemek doğrulukla bağdaşır mı?
SÖYLENEN:
Kur’an, katı kalpli olmamayı,
yumuşak bir kalp taşımayı, ince ruhlu olmayı tavsiye ediyor. Kalp kasveti
ruhları esir alınca, insan dünyalık bir hedefe ulaşmak için meşru, gayri meşru
farkı gözetmeksizin her yola başvurur.
GERÇEK:
Evet Kur’an aynen bunu öğütlüyor. Ama bu kalbe sahip olan, Müslümanlara
zulmedenlere, Müslümanların mallarını yağmalayanlara, Müslümanların namuslarını
kirletenlere nasıl sessiz kalabilir, nasıl ince ruhlu olabilir? Müslümanlara
hayatı boyunca muhalefet etmiş olanlara nasıl hediyeler gönderebilir? Evet, çok
doğru, devleti ele geçirmek için her şeyi yapabiliyor insanlar. Hatta devlete
ait bilgileri küresel ajanlara bile aktarabiliyorlar. İnsanların mahremlerini
denetim ve gözetim altına alarak onları kendi emelleri doğrultusunda
yönlendirmeye çalışıyorlar.
SÖYLENEN: Burada milletimizin zararına,
rüşvetler, irtikâplar, adam kayırmalar, ihalelere fesat karıştırmalar varsa,
örtbas ediliyorsa Allah sorar bunu.
GERÇEK:
Ah, Allah’ın soracağı öyle şeyler var ki, elbette zamanı gelecek. Zira her
şeyden kaçsan da o hesaptan asla kaçamayacaksın. O zaman hiçbir otorite de
kurtaramayacaktır. Hiçbir güç o hesabı erteleyemeyecektir ve bozamayacaktır.
Zira orada kuvvet değil adalet ölçü olacaktır.
SÖYLENEN:
Küçük hesaplar uğruna ülkenin birlik ve
bütünlüğünü bu kadar rahat riske atmalarını anlamakta zorlanıyorum.
GERÇEK:
Sahi gerçekten anlamak için mücadele veriyor musun? Peki, ülkene bu kadar düşkünsen
niçin ülkende değilsin? Ülkesini seven ve düşünen biri ülkesinin düşmanlarıyla
dost olabilir mi? Düşmanlar ona kefil olabilir mi? Ülkesinin birlik ve
bütünlüğünü düşünen, sırf şahsi hesapları için insanların arasını açmaya
çalışır mı? Şu ifadeleri kullanmak ülkesinin birlik ve bütünlüğünü düşünen
birinin düşünceleri olabilir mi? ((Oraya yapılacak bir AVM bir damla kan eder
miydi? Bir can eder miydi?))
SÖYLENEN: Dershane kapatarak tefessühü mü
önlemiş oldular?
GERÇEK:
Peki dershane ile önlediğiniz tefessühler neler? İnsanların ceplerini
boşaltmakta tefessühü yaygınlaştırmak değil midir? İnsanları mankurtlaştırmak
tefessühü yaygınlaştırmak değil midir? İnsanların bilinçlerini, şuurlarını,
mukavemetlerini iğdiş etmek tefessühü yaygınlaştırmak değil midir?
Son tahlilde;
Daha fazlasına hem tahammülüm yok hem de lüzum yok ve zamanım da yok. Ayrıca
sonsuz bir isteksizlik var yazı yazma konusunda. Çünkü bir yerde insan da
bıkıyor. Zira beyni, gözü, vicdanı olanlar herşeye şahitler. Şimdi güya hizmet
ettiğini, üstelik dindar da olduğunu söyleyen bir yapının tepe ismi bu kadar keskin
ve net tenakuz içine düşüyorsa, şahsım adına böyle bir yapıya nasıl inanayım,
güveneyim, bir şey emanet edeyim. Göz göre göre aldatılıyorum. Hayatında zulme
başkaldırmamış, zalime ses etmemiş, emeğin hakkını savunmamış bilakis tam
tersini yapmış bir yapıya niçin sevgi, saygı duyayım? İnsanları kullaştıran ve
köleleştiren bir yapıya niçin destek olayım? Aldatanlara niçin inanayım,
güveneyim, bir şey emanet edeyim? Bunlardan ülkeme, milletime, dinime, devletime,
ümmetime ve insanlığa bir fayda geleceğine niçin inanayım? Tek bir sebep
gösterin kifayet edecektir.