Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Cebinde, 48 bin liralık maaşından bin lira kalmıştı.
Aybaşına daha 11 gün vardı. Cebindeki paranın aybaşına kadar yetmeyeceği gayet açıktı. Üç yıl önce evlendiğinden beri hep böyleydi. Malî sıkıntı içindeydi. Altı buçuk ay önce, askerî idare bitmiş, seçimler yapılmış, ülkeye demokrasi gelmişti. Demokratik bir hak olan dilekçe yazma ve halini arz etme hakkını kullanabilirdi, artık.
Bu ruh hali içinde, oturdu; dolma kalemle bir dosya kâğıdını dolduracak kadar arzuhalini yazdı. Mektubunda, özetle hayat pahalılığından, geçim sıkıntısından ve memur aylıklarının azlığından bahsetti.
Altına da adını ve adresini yazıp, imzasını çakarak; o makama oturmasına, kendisinin de 1 oyla katkıda bulunduğu Başbakan’a ismen postaladı.
Tarih, 1984 yılının 20 Mayıs’ını gösteriyordu.
* * *
O yıllarda posta, şimdiki gibi yavaş değildi. Şehirlerarası mektup, 15 gün gibi bir sürede alıcıya ulaşabiliyordu.
Üsteğmenin mektubu da devrin Başbakanı Turgut Özal’a, Haziran ayının başlarında ulaşmıştı.
Özal, mektubu okudu. Evirdi çevirdi… Düşündü!
“Üsteğmendeki cürete bak, direkt başbakana mektup göndermiş. Acaba arkasında örgüt falan mı var? Bu iş Genelkurmayı ilgilendirir, göndereyim incelesinler.” deyip, mektubu Genelkurmay’a intikal ettirdi. Bu arada, aklına bir genç subaylar hareketi olabileceği de gelmedi, değil!
* * *
Aradan haftalar geçti.
Gönderdiği mektup üsteğmenin aklından çıkmıştı. Şöyle düşünüyordu; Başbakan okur, güler, en fazla yırtar atar.
Mektubu gönderdiğinden 5 hafta sonra, 26 Haziran günü, akşama doğru Tabur Komutanı “Seni Ege Ordu Komutanı çağırıyor. Tugay Komutanı emretti; yarın sabah onunla birlikte gidecekmişsiniz. Yarın mesai başlangıcında tugay karargâhında ol.
Ordu Komutanı, neden seninle görüşmek istemiş olabilir?”
Üsteğmen çok şaşırmıştı. Aklına mektup falan gelmedi; sadece “Bilmiyorum!” diyebildi.
Tabur Komutanının yanından ayrılınca, jeton düştü. Fakat o mektubun böyle bir trafik izleyeceğine hiç ihtimal vermiyordu.
* * *
O gece ramazanın 27’nci gecesi, yani, Kadir gecesiydi.
Mübarek geceyi evinde (lojmanda) ihya etmeye çalıştı. Dualarında, Ordu Komutanıyla görüşmesinin de hayırlara vesile olmasını dilemeyi ihmal etmedi.
* * *
Sabah mesai başlangıcında karargâha gitti. Biraz sonra Tugay komutanı, Tuğgeneral Şükrü Yazırdağ geldi ve onun makam aracıyla yola koyuldular.
Bornova’dan Narlıdere’ye gidiyorlardı. Sabah trafiğinde, yol 1 saat kadar sürecekti. Komutanla selâmlaşmışlar, başka da bir şey konuşmamışlardı. Şükrü Paşa iki yıldır Tugay komutanıydı, bunun 1 yılında üsteğmenle yakın mesai yapmışlar, üsteğmen komutanın güvenini kazanmıştı. Samimi bile sayılabilirlerdi.
Üsteğmen daha fazla dayanamadı; “Komutanım heyecanlandım” dedi, “Ordu Komutanı beni neden çağırmış olabilir?”
“Heyecanlanacak bir şey yok. Sen birisine mektup falan yazmış mıydın?”
Üsteğmen anlattı. Komutan,
“Sen niye bana söylemedin?”
Verecek cevap bulamadı ve Narlıdere’ye varıncaya kadar da başka bir şey konuşmadılar.
* * *
Ege Ordu Komutanı Orgeneral Süreyya Yüksel’in huzurundaydılar. Ordu Komutanı, makamında oturuyor, Tuğgeneral ve üsteğmen kapı girişinden iki adım ileride ayakta duruyorlardı. Makam masasıyla aralarındaki mesafe
Orgeneralin elinde bir dosya kâğıdı vardı. Şöyle bir kere daha bakıp masaya bıraktı. Üsteğmen onun, Başbakan’a gönderdiği mektup olduğunu anladı. Orgeneralin ilk sorusu:
- Evli misin?
- Evet, komutanım.
- Çocuk var mı?
- Evet, komutanım, bir kızım var.
- Peki, bu mektup ne, niye yazdın bunu?
- Eee, komutanım, işte…
Komutan, aradaki mesafeyi de hesaba katarak sesini yükseltti:
- Üsteğmenim, subaylık şövalyeliktir. Subay, parasızlıktan şikâyet etmez. Ben bir orgeneralim bir evimden başka bir şeyim yok. Vs. vs.
Orgeneral söyleyeceklerini bitirdikten sonra, Tugay komutanına döndü, “Siz de bir konuşursunuz.” dedi.
Şükrü Paşa, dönüş yolunda sadece “bir daha yapma, mahkemeye verirler.” dedi ve konuyu kapattı.
* * *
Üsteğmen, orgeneralin ilk sorusunun neden “Evli misin?” olduğunu 5 sene sonra daha iyi anlayacaktı. Ordu Komutanına, üsteğmenin evli ve çocuklu olduğu bilgisi mutlaka önceden verilmiştir. Ama o, özellikle bir şeyi vurgulamak istiyordu.
Bu olaydan 5 yıl geçtikten sonra Özal cumhurbaşkanı olmuş, ona, 1 teğmen “alışamadım” diye bir telgraf çekmişti. Teğmen bekârdı ve silahlı kuvvetlerden uzaklaştırılmıştı.
Mektup hadisesindeki üsteğmenin evli olması ordudaki görevine devam etmesini sağlamıştı. Orgeneral de ilk sorusuyla bunu vurgulamak istemişti. Bekâr olsaydın defterini dürerdik, demeye getirmişti.
Neticede; ordu komutanı çapında bir fırçayla, 1 üsteğmen darbesi daha atlatılmış oluyordu.
* * *
Aradan 2 ay geçti.
Ege Ordu Komutanı Süreyya Yüksel, 30 Ağustos’ta emekli oldu.
Aynı yılın Eylül ayı başlarında, yıllık iznini Sandıklı’da geçiren üsteğmen o dönemin yüksek tirajlı gazetelerinden Tercüman’ı okuyordu.
İkinci sayfayı çevirdi. Bütün sayfa Emekli Orgeneral Süreyya Yüksel’le yapılan röportaja ayrılmıştı. Emekli paşanın bir cümlesi iri puntolarla 8 sütuna manşet olmuştu. Orgeneral şöyle söylüyordu: “Hayat Pahalıdır, geçim sıkıntısı vardır.”
Paşa’nın gazetedeki sözlerini gören, üsteğmenin babası şöyle dedi:
“Hakkı, kumandan sana hak vermiş, aslında!”
* * *
Beş Teğmen Bir Harbiyeli
Hafta sonunda istikballeri karartılan “ 5 teğmen ve 1 Harbiyeli” bana yukarıdaki hikâyeyi çağrıştırdı.
Haberlerde, teğmenlerden birinin darbe planları yaptığını bile söylediler.
Doğrudur, yukarıda bahsi geçen üsteğmenin darbe yapma potansiyeli ne kadarsa, bu teğmenlerin de o kadar darbe yapma gücü vardır.
Şu pırlanta gibi çocukların bir suça karışma ihtimalleri o kadar zayıf ki!
Başbakan’a mektup yazan üsteğmenin suçundan daha fazla olduğunu tahmin etmiyorum.
Bu kadar da buluttan nem kapmamak lâzım!
Hava Kuvvetleri Komutanının deyişiyle “Ne olduğu bile belli olmayan” bir davada, pırıl pırıl memleket evlatlarını harcamayalım.
* * *
Üstatlardan
Bir Ses
Bir ses getir unutulmuş,
Uzak düşleri söylesin…
Hasreti, gurbeti, aşkı,
Masal kuşları söylesin.
Bir ses ver devler çağından,
Bir nakış İrem bağından,
Aşılınca Kaf Dağından,
Olan işleri söylesin.
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
Önceki Yazılar