YENİÇAĞ
‘Algı yönetimi’ kavramının literatürümüze yoğun olarak dâhil olmasını ve gün içinde bu kavramı birkaç kez telâffuz etmemizi ‘17 ve 25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları’na borçluyuz.
O
soruşturmalar olmasaydı ‘algı yönetimi’ denen kavramın, bir vakanın ve bir
olgunun nasıl zemininden kaydırılabildiğini göremeyecektik.
O soruşturmalar olmasaydı ‘algı yönetimi’ denen kavramın, rüşvetin bağışa,
haramın kazanca, vakfın dükkâna, hırsızın kahramana, câhilin âlime, mağdurun
mazluma, mazlumun mağdura, kanunun paçavraya, devletin çiftliğe nasıl
dönüştürülebildiğini göremeyecektik.
O soruşturmalar olmasaydı ‘algı yönetimi’ denen kavramın, yüzlerce yalanın,
yüzlerce doğru kılığında nasıl yutturulabildiğini göremeyecektik.
O soruşturmalar olmasaydı ‘algı yönetimi’ denen kavramın, bütün ülkenin gözleri
önünde vukû bulan her şeyin aslında olmadığına yine ülkenin yarısının
inandırılabileceğini göremeyecektik.
İşte bütün bunları ‘algı yönetimi’ denilen o efsunlu kavram sâyesinde başardı
AKP iktidarı, gazetecilik tarihinin yüz karası kadrolarıyla birlikte.
Yönettikleri ‘algı’nın kadîm bir kusuru vardı, dindar bir ‘algı’ydı
yönettikleri algı. ‘Kabultüheptü’ geleneği içine doğmuş, dinlerini zahmetsizce
süt gibi emmiş, hayatları boyunca tecessüs denilen bir zihnî melekeye ve
hakikat gibi bir derde sâhip olmamış kalabalıklardı yönettikleri ‘algı’ ve
muhakkik bir aklın hiç bir sorgulama melekesi faal değildi bünyelerinde.
Gazetelerdeki köşelerinden kalemlerini sıyıran vazifeli yazarlar, ‘algı’nın
yanında olduğunu göstermek için sıraya giren TSK’lar, iş adamları, belediyeler,
medya patronları, komutan eskileri, sosyal medyadaki ak-troller, televizyon
ekranlarından yağdırılan ‘algı’ bombardımanına katkı sunmak için can atan
menfaatperestler, hepsi bir ‘algı yönetimi ordusu’ oluşturdu.
Hep birlikte bir günah keçisi yarattılar ve adını da sağ kulağına üç kez
okudular günah keçisinin, “senin adın paralel, senin adın paralel, senin
adın paralel...”
Siyâsî tarihimizde misli görülmemiş bir düşmanlıkla saldırdılar. Misli
görülmedik suçlar istinâd ettiler. Mâden kâzâlarından küresel ısınmaya kadar
her şeyi ‘paralel’ ismi verilen bu günah keçisinin üzerine yıktılar.
Taşımakla sıfırlanamayan paralar, milyonluk kol saatleri, çikolata
kutularındaki, takım elbiseler içindeki ve ayakkabı kutularındaki milyonlarca
dolar birden bire zekâta, teberrûya, bağışa, fitreye dönüşüverdi.
Malûm vakfa bağışlanan servet tutarındaki paralar, arazîler, arsalar,
gayrimenkûller burs parasına, öğrenci yardımına dönüşüverdi.
Ergenekon, Balyoz gibi dâvâların savcısı olduğunu söyleyenler ve o dâvâlarda
‘paralel’ dedikleriyle iş birliği yapanlar, “Ordumuza kumpas kurdular”
diyerek o dâvâların gönüllü avukatı kesiliverdiler.
Mahrem hayatı, aile içi telefon görüşmelerini dinlemekle suçlanıp miting
meydanlarında halka yuhalattırılan ‘paraleller’ karşısında aslan kesilenler,
Türkiye’yi dinlediğini bizzat itiraf eden Almanya karşısında süt dökmüş kediye
dönüştüler ve “İstihbaratı güçlü devletlerin bunu yapması normaldir”
deyiverdiler.
“Orta Doğu’da bizden izinsiz yaprak bile kıpırdamaz” diyenler Musul
konsolosluğumuzun basılmasının istihbaratını alamadılar ama 101 gün sonra
başarılı bir operasyonla kurtardıklarını söyledikleri konsolosluk görevlileriyle
başkonsolos aracılığıyla her gün telefonla görüştüklerini söylediler.
Orta Doğu’yu kana bulayan bir örgütün elinde rehin(!) iken, 101 gün cep
telefonunun nasıl saklandığını casus filmlerinden aşırdıkları hikâyelerle
ispatlamaya çalışanlar, o telefonun nasıl şarj edildiğini açıklayamadılar. Her
dakikasını kontrolleri altında tuttuklarını iddia ettikleri rehine kurtarma
operasyonuyla alâkalı olarak bir emniyet görevlisi, 4 saat bekledikten sonra
MİT’in kendilerini almaya geldiğini anlatsa da, ‘algı yönetimi’nin ortaya
koyduğu bir simülasyon var ortada, o da gazetelere tam sayfa zafer ilânları
veren bir ‘Musul fatihi Ahmet Davutoğlu’.
Bu ‘algı yönetimi’ bir gün ülkenin bir bölümünü tapusuyla sattığında emin olun
ki gazetelere tam sayfa ilanlar verecek ve memleketin aslında ne kadar kârlı
çıktığını anlatacak ve yine emin olun ki buna inanacak ve bu ‘algı yönetimi’nin
üzerinde bonzai etkisi yaptığı büyük bir kitle var bu ülkede.
Uyuşturucu ile mücadelede etkin kararlar almaya hazırlanan Türkiye’de, adına
‘algı yönetimi’ denen uyuşturucu ile kim nasıl mücadele edecek, asıl mesele
bu!..