Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Toplumdaki etkin zihniyetin tam bir göstergesi…
Ciltlerle anlatılması zor olan toplumdaki hâkim anlayışın ete-kemiğe bürünmüş hali!
Her gün, ortalama 10 kişiyi “iş ve trafik kazalarında” kaybediyoruz… O 10 kişinin ölümü, “münferit”, yani değişik yerlerde, tek tek olduğundan, sıradan kabul edilip hiç üzerinde durulmuyor… Ona bütün millet razı(!) gözüküyor… Vakaları araştırmaya, sebeplerini tartışmaya değer bulmuyoruz.
Toplu ölümler meydana gelince, “toplum vicdanı” da biraz kıpırdıyor… Topluca üzerinde bir fırtına koparıyoruz… Hadisenin çapına göre; bikaç gün veya bikaç hafta konuşuyor, tartışıyor, inceliyoruz! Birileri suçlanıyor, başka birileri aklanıyor… Ama sonuçta, herkes aklanıyor! Mesul kimse kalmıyor… Kalsa da göstermelik kalıyor, üzerine okkalı bir “sorumluluk” yükleneni görmedik şimdiye kadar! Hele siyasîler… Onların hiçbir kabahati, hiçbir mesuliyeti bulunmuyor… Hepsi kaldığı yerden işine-görevine, vekilliğine-bakanlığına-başkanlığına devam!
Toplum derseniz, “kader”ine çoktan, hatta doğuştan razı…
Ne “tedbir” düşünüyor, ne de “yetkilileri” tedbir almaya zorluyor!
Öyle olmasa; hiçbir emniyet tedbirinin alınmadığı madenlerde çalışmaya razı olur mu?
Öyle olmasa; 24 kişilik vasıtaya 46 kişi binmeye razı olur muydu?
Isparta’daki, 18 kişinin öldüğü kazadan kurtulan “çocuk” işçi anlatıyor: “Hafta içi olduğu için midibüs çok kalabalık değildi, hafta sonu 87 (seksen yedi) kişi bindik”. Muhabir; “Nasıl sığdınız?” diye soruyor… Çocuk; “valla, sığdık ama nasıl sığdık ben de bilmiyorum?” diyor!
x x x
46 kişinin doldurulduğu aracı kullanan sürücü, “dayıbaşı” denilen işçi simsarıymış. İşçilere ödenen 55 liralık yevmiyenin 20 lirası ona kalıyor…
Kazada, ailesinden iki kişiyle birlikte “dayıbaşı” da ölüyor…
Şimdi düşünün;
1. Para hırsı, bu “dayıbaşı”nın gözünü nasıl bürümüş ki, büyük paralar kazandığı halde midibüsüne bir şoför tutmuyor, tutamıyor!
2. Balık istifi doldurduğu, dolayısıyla hiçbir emniyeti kalmayan aracını kendi kullandığı gibi iki yakınını da araca “atıyor”… Bu şahısta, “can”a zerre kadar değer verme var mı? Kendi canına on paralık değer vermeyenden başkalarının canına değer vermesi beklenebilir mi?
Peki, “dayıbaşı”nı yetiştiren iklim hangi iklim?
“Dayıbaşı” uzaydan mı geldi? “Dayıbaşı”, bu toplumdaki hâkim anlayışın, kelimenin tam manasıyla “kabadayı” bir ürünü, başına “taç” yaptığı bir ürünü değil mi?
Hem de gayet “verimli” bir ürünü!
x x x
GÜNÜN ÇİZGİSİ, TWITTER’dan…