Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
“Teorik akıl” terimine, “Hukukun Temel Kavramları” ders kitabında rastladım.
Demek, “teorik akıl” bir hukuk kavramı… Onun peşinden bir de “pratik akıl” geliyor. Her ne kadar, “pratik akıl” güncel dilde de çok kullanılıyorsa da hukuktaki anlamı biraz farklı…
Hukuk, “teorik akıl”ı; “Teorik akıl, nesneler ve olgular üzerine düşünür. NEYE İNANILMASINA karar verir.” diye tanımlıyor.
“Pratik akıl” tanımı ise şöyle: “Ne yapılması gerektiğine karar verir. Pratik akıl, amaçlar ve hedefler koyar, projeler üretir, bu amaç ve hedeflere nasıl ulaşılacağını belirler. ‘Şimdi ne yapmalıyım?’ sorusuna verdiği yanıta göre eylemde bulunur.”
Hukuka göre bu kavramlar ahlâkla ilgilidir:
“Şimdi ne yapmalıyım?’ sorusunun cevaplanmasıyla ‘ahlâki yargılar’ ortaya çıkar. Ahlâk kuralları, iyiye ulaşmak için hangi ilke ve kuralları izlememiz gerektiğini söyler.”
Son tahlilde, ahlâk kuralları “kişisel”dir. Yani, kişinin izlemesi gereken “ahlâk kurallarını” dışarıdan biri, misal toplum koymuyor, kişi bizzat kendisi koyuyor. Evet, konan kural toplu(m)ca benimseniyor olabilir ama uyulması konusunda kişi kendisi karar veriyor.
Hal böyle olunca; ahlâktan bahsederken, kitabın tabiriyle; “Uyulması gereken kurallardan değil, uyulmakta olan kurallardan bahsederiz.”
Demek ki neymiş? “Uyulması gereken değil, uyulmakta olan kurallar”!
Arada çok mu fark var?
Evet, bazen çok fark olabiliyor!
Peki, fark olunca ne oluyor?
Kitaptan okuyalım: “Bir ahlâk kuralına uymamanın iki tür sonucu olabilir. Birincisi, kişinin kendi içinde yaşadığı çelişkinin sonucunda duyulan ve genellikle vicdan azabı olarak isimlendirilen huzursuzluktur.”
Burada, bir sual akla takılıyor: Millette huzur var mı? Eğer yoksa bunun sebebi, fert fert içinde yaşattığı “çelişki”, yani vicdan azabı olabilir mi?
“İkincisi, kişi başkaları tarafından ayıplanabilir, kınanabilir, hatta dışlanabilir.”
Şimdi, düşünelim, “teorik aklımız” hırsızlığın yanlış olduğuna İNANIYOR. Ama pratik aklımız hırsızlığa göz yumuyor.
Hırsızı ayıplamıyor,
Kınamıyor,
Dışlamıyor!
İçimizde bir çelişki meydana gelir ve bu gittikçe büyür mü? Bu çelişki bizi huzursuz eder mi?
Peki, bu çelişki toplumu da huzursuz eder mi?
Eğer ederse bu güzel bişey… Çünkü düzelme ihtimali, doğruya dönme ümidi var demektir.
Ya çelişki rahatsız etmiyor, vicdan azabı duymuyorsak, bu ne demektir?
Vaziyet vahim demektir!
Kendine (fıtrata) yabancılaşma demektir… Yozlaşma demektir! Yozlaşmanın toplumu sarması demektir. O vakit, umut Kaf Dağının ardında demektir!
x x x
ÇİZGİ, anetteblogzamazingo.wordpress.com'dan