Bu deyim, sohbet esnasında çok kullanılır. Genelde, olumsuz bir algı olarak “kalıbının adamı değilmiş, yanılmışım!” bir çırpıda ağızdan çıkıverir. Yanılmanın en genel ifadesidir. Bütün mesele, kalıbının adamı olabilmektir. Yani, zarf başka, mazruf başka olunca, kalıpla adam ters düşüyor. Maalesef, üzülerek ifade etmeliyim ki; günümüzde, kalıbıyla örtüşmeyen o kadar insan türedi ki, kalıp ya dar, ya da çok geniş. Kesim yanlış olduğu için terziler de çaresiz(!)
Yıllar önce, süper terziler vardı bu ülkede!. Girersiniz terzi dükkânına, önce kumaşlar gösterilir, birini beğenirsiniz, sonra çok titiz bir şekilde ölçü alınır ve işlem başlar. Usta yaka, paça vs. ile ilgili notlar alır. Terzi, özel kalıp çıkarır ve provalar başlar. Birinci, ikinci prova derken, okka gibi bir takım çıkar ortaya. Giydiğinizde, sanki yeni damat elbisesi gibi oturur üzerinize. Bu, yıllar yılı bu şekilde devam etti. Ne zaman ki, konfeksiyon, hazır takımlar başladı, işte sorunlar da, o zaman başladı. Kalıpla adamı uyumlu hale getirmek için, bir takım operasyonlar yapmak zorunluluğu doğdu. Köroğlu’nun dediği gibi, “ tüfek icat oldu.., mertlik bozuldu!”…Kalıpla adam bu safhadan sonra bir türlü uyuşmadı.
İnsanlarda da, şekil ve içerik vardır. İnsanlarda, şekil dış görünüştür. Yani, kılık-kıyafet ve Allah'ın her insana bahşettiği fiziki görüntüdür. İçerik ise, insanların iç dünyasıdır. Yani duygu ve düşünce dünyası… ilk gördüğümüzde, etkilendiğimiz, moda deyişle, elektrik aldığımız bazı insanların, iç yüzünü zaman geçtikçe, tüm çıplaklığıyla görür ve hayal kırıklığına uğrayabiliriz. Fiziki güzelliğin altında gizlenen, ruh ve düşünce kirliliğini fark edince, hayranlık, imrenme ve sevgi duygularımız birden yok olabilir.
Yukarıda yaşananın tam tersi de yaşanabilir. İlk gördüğünüzde, itici gelen, yüzünü, sesini, kıyafetini beğenmediğiniz, içinizden “Ne gıcık biri!” dediğiniz kişiyi, zaman geçtikçe daha iyi tanır ve temiz kalbini sever, sağlıklı düşünce yapısına imrenirsiniz.
Tarihin
derinliklerinde de, hiç şüphesiz ki, riyakâr insanlar, birçok eserde
eleştirilmiştir.Yunus gibi, Nedim gibi, Şair Eşref gibi, bu tip sahtekârların,
iğrenç içyüzünü gösteren, ipliğini pazara çıkaran nice şairlerimiz vardır. Bu
sahte sofular, günümüzde olduğu gibi, Yunus zamanında da sarık, şalvar, cübbe
giyerek halkın gözünü boyar, sakal salıp tespih çekerek, şıh, şeyh, mürşit
olduklarını halka kanıtlamaya çalışır, din istismarı yaparak halkın sırtından
bir sülük gibi yaşarlardı.
Toplumda en çok rastladığımız tipler, kalıbının adamı olmayan, sözleriyle
yaptıkları örtüşmeyen ikiyüzlü insanlardır. Hz. Mevlâna, bu konuda “Ya
göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün.” Diyerek noktayı koymuştur. Arif
Nihat Asya’da bir şiirinde; “Adamlar bilirim sönük/ Adamlar bilirim çürük/
Adamlar bilirim rozetleri/ Yüreklerinde büyük!” demek sureti ile kalıbıyla
örtüşmeyenleri çok iyi tasvir etmiştir.
Zaman içinde, bu topraklarda öyle okumuş-üflemişler yetişip, öyle yetkili-etkili makamlara ulaştılar ki, toplum onların karşısında, ayran budalası gibi ağzı açık kaldı. Adam gibi görünenlerin meğer omurgaları yokmuş. Fare gibi, her delikten geçer konumdalar. Ölçü de alamıyorsunuz, kalıp ta çıkartamıyorsanız. Çünkü omurgaları yok. Darwin’in evrim teorisi gibi!. Bunlar o kadar evrime uğramışlar ki, omurgasızlaşarak sürüngenleşmişlerdir((!) “El etek öperek, yerde sürünen/ Gözü gökler de sürüngenler gördüm!” demekle şair son noktayı koymuştur.
Bazıları, ”Hediye Türk Geleneğidir!”e sığınıp, buharlaşıp enjeksiyon makinelerinden geçerek, ayakkabı ve çikolata kutusu kalıbına dönüşürken(!), bu milletin baş tacı ettiği bazı kişiler de, birlikte yola çıktıkları arkadaşlarını, yarı yolda bırakmışlardır. “Kasaptaki ete soğan doğramam diyerek!” Yüzlerce silah arkadaşının, yıllarca cezaevlerinde yatmalarına seyirci kalmışlardır. Üniforma içinde adam gibi görünenlerin, üniformayı çıkardıktan sonra, buz kalıbı gibi, buharlaşarak kaybolmaları millette derin bir acı ve güven bunalımı yaşatmıştır. Üniforma kalıbı, meğer onları öyle gösteriyormuş, kalıp gidince buz gibi eriyiverdiler. Tarih bunları nasıl yazacaktır çok merak ediyorum, siz merak etmiyor musunuz?
Hilmi ÇAKIR
29.11.2014