Manevi yönden mahrum bir hayat, hayat değildir. Çünkü hayat
demek, can demek, canlılık demek, dirilik demektir. Can, canlılık, dirilik ise
ruh ile mümkündür. Ruh ise, insanda ki manadır, sonsuzluğu ifade eden mana.
İnsan, ruhu olduğu için, sonsuzluğa kanatlanabilir. Yoksa hayvan gibi yerin
mahkûmu olabilirdi. Eve, bir ruh katan, o evin içinde ki eşyalardır. O eşyalar
olmasa, dört duvarın, ev olduğu nereden anlaşılacak? Her şey bir ruhtur bir
yönüyle haddizatında. Allah-insan ilişkisinde ve iletişiminde; hayat-ölüm,
dünya ahiret, kadın erkek, ruh beden-cennet-cehennem, yer-gök, akıl-kalp
yönleri vardır ve her şey birbiriyle ilintilidir yine her şeyde bir denge
vardır ve bu denge mevcudatın ruhudur tabir caizse. Saydıklarımızın her biri,
bir diğeri ile anlamlıdır. Mevcudatta ne varsa Allah’tan insanadır ve insan, bu
yönlerle Allah ile bağ kurmaktadır. Manadan yoksun ekonomi, zulüm peyda eder.
Manadan yoksun insan tağutlaşır ve hayvani hırslarının tutsağı olur. Manadan
yoksun devlet şeytanileşir. Manadan yoksun millet, çer çöp misalidir ve
bataklıkta yaşamaya mahkûmdur. Mana
yoksa dünya kirlidir, karanlıktır. Çünkü temizlik ve aydınlık manadadır.
Manasız insan şeytani insandır. Manaya uzananlar, toprakla dostturlar. Maddede
boğulanlar ise ateşle dostturlar. Şeytan mutlak madde, melek mutlak ruh, insan
ise hem madde hem ruhtur. Mana âleminde temaşa halinde olanlar güller dererler,
madde âleminde boğulanlar ateşe veririler dünyayı. Toprakla bağ kuranlar, bu
yüzden Allah’a ram olurlar. Topraktan kopup ateşe gidenler ise bu yüzden
şeytanın izini takip ederler. Toprağın yoldaşı olan mana dostları işte bu
sebeple, merhametli, kadirşinas, alicenap ve mütevazıdırlar ve
sapıtmamışlardır. Ateşin yoldaşı olan maddenin köleleri ise bu sebeple mutlak
maddecidirler ve kibirlerine yenilmişler ve tuğyana sapmışlardır. Maddeciler,
müstekbirdirler, muannittirler, rahmetten yoksun kalmışlardır, kendilerini
müstağni sanırlar. Tüm maddeciler kahir ekseriyetle hatta istinasız da
diyebiliriz, duygudan, şefkatten, merhametten yoksundurlar. Manacılar yani
toprağın yoldaşları, üretirler ve paylaşırlar. Çünkü toprak, kendisi üzerinde
çalışarak, kendisini işleyerek zımnen isteyene verendir. Maddenin yani alevli
ateşin yoldaşları ise tüketirler ve tekelcidirler. Ya bireysel yani kapitalist
olarak tekelcidirler ya da devlet bazında yani komünist olarak tekelcidirler. Toprak
tabir caizse yaratıcı, ateş ise yok edicidir. Manacılar-toprakçılar bu yüzden
diridirler ve diriltirler. Maddeciler-ateşçiler bu yüzden ölüdürler ve
öldürürler. Toprakta istikamet vardır, ateş istikametsizdir. Bu nedenle,
toprakçılar yani manacılar, istikamet üzeredirler, dengelidirler, ölçülüdürler.
Ateşçiler yani maddeciler, istikametsizdirler, dengesizdirler, ölçüsüzdürler. Tam
da bu yüzden toprakçılar, manacılar, iman ederler. Ateşçiler, maddeciler isyan
ederler. Yaşayanlar, toprağın çocukları olacaklardır bu yüzden; yanacaklar ise,
ateşin çocukları olacaklardır bu yüzden. Yanma, yakma ama yanıyorsan sön,
yanıyorsa söndür ve diril, dirilt! İslam ve İnsan; işte bu yüzden bunu
yapmalısın. İslam suyunu yanan gönüllere, kurak topraklara serpmelisin dostum!
Sen dirilmelisin, insanlık dirilmeli!
Kuranmeali.org: AHZAB-72: Muhammed ESED: إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ
عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ
مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا
جَهُولًا… İnnâ aradnâl
emânete alâs semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne
minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen)… Muhakkak
ki, Biz, emaneti; göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik).
Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak
ki, o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir… İnsan, dünyaya gelmeyi, bizatihi
kendisi istemiştir. Allah, insanı, dünyaya, zorla göndermemiştir. Bu yüzden,
kimse, Allah bizi yaratmasaydı ya da bizi imtihan etmeseydi diyemez. Ki
haddizatında, bu tür cahilce itirazların sebebi de, dünyada ki imtihanın
zorluğundan ve kaybedişin neticesinde ki cehennem azabından dolayıdır, yoksa
yaratılmaktan dolayı değil. Mesele yaratılmakta değil, dünyaya gönderilmektedir
ama dünyaya gelmeyi insan istemiş, Allah’ta göndermiştir. Dolayısıyla insan,
istemek neticesinde düşmüştür dünyaya. Oysa insan da biliyordu, emanetin
ağırlığını, sorumluluğunu, katlanılmaz acılar doğuracağını ama bilerek istedi
ve kabul etti. Şimdi ağlaması, istediğini bilmezlikten gelmesi, kendisinin,
hakikaten zalim, cahil, nankör hatta yalancı olduğunun kesin kanıtıdır. Zaten,
insan kendisini bilse, tanısa, hem hakikati bilir ve anlar hem de Rabbini
tanır. Ama sorun, insanın, kendisini tanımamasından kaynaklanmaktadır.
Gariptir, tanımaya da yanaşmamaktadır. İnsan böyle cahil, böyle nankör, böyle
zalim, böyle yalancıdır işte. Filhakika, varlığı idrak zor bir şey değildir.
Biraz tefekkür kifayet edecektir ama birazcık zahmet iktiza eder bunun için
değil mi? Ağzını aç, bal döksünler öyle mi? Ah ahmak insan! Katı ve sert olan
dünya gerçekliği bazında düşünelim; siz istemedikten sonra, size, metazori
olarak, kim bir şey yaptırabilir? Bu kolay değildir, aksi ise istisnaidir. Ki
yaptırdı diyelim, bu, zaten, insanın zulme meyyal tabiatından dolayıdır ve
zulmeden de, muhakkak, en ağır şekilde tecziye edilecektir. Dedik ya, insan
zalimdir diye. Kendine zulmeden insan kime etmez ki? Allah, ise kullarına asla
zulmetmez. Kullarına asla zorlama yapmaz. Ama şu da bir hakikattir ki, herkes
mutlaka bir bedel öder ve bir karşılık alır. Çok basit ya, şöyle namusluca
tefekküre dalsak, olguları, olayları ve görüngüleri, dürüstçe tetkik ve tahlil
etsek inanın hakikate mülaki olmak hiçte zor değil. Ama dünya nimetleri insanı
aldatıyor. İnsan dilediğince yaşamak istiyor ama Allah böyle bir şeyi
istemiyor. İşte sıkıntı da buradadır. İnsan, buna cahil aklıyla isyan ediyor. Hayır,
ben, hürüm, istediğim gibi yaşarım diyor. Allah’ta yaşayamazsın diyor. Evet,
Allah, doğruyu ve yanlışı gösteriyor, ihtiyarımıza bırakıyor neyi tercih
edeceğimizi ama her tercihin de bir karşılığı olduğunu buyuruyor. Hayır, bunda
yanlış nerede ki? Akıl ıskat olur böyle yüce hakikat karşısında. Bir tercih
yapmışsın ve emaneti yüklenmişsin, nihayet dünyaya düşmüşsün ama burada da
tercihlerle dolu bir yaşam var, bunu unutamazsın. Ki bunu da biliyordun ve
bilerek deruhte ettin o hiçbir şeyin deruhte edemediği ağır ve sorumluluk yüklü
emaneti. Ki cahilliğin, nankörlüğün ve zalimliğin tam da bu noktada açık oluyor
işte. Allah, hiç bilmez mi, haşa, yarattığı kulunun benliğini? Kaçamazsın ey
insan ve kaçamayacaksın? Çünkü kaçtığın, kaçacağın yer de Allah’ındır.
Dünya, ahirete uzanan bir yoldur. Adeta, bir tarla
konumundadır. Çünkü dünyada ne ekersen, ahirette onu biçeceksin. Bu kesin. Ölüm
varsa, kesin. Var ölüm! Ve kurtuluş yok ondan. Bu evrende yaşamak çok sancılı
ve acılı. İnsan, burayı bir altyapı olarak telakki etmeli, ahireti göz önünde
tutarak. Bu mantalite, insanlar arası barışı tesisi edicidir. Nasıl mı; ölüm,
arzulara gem vurur, arzular gemlenirse, insan dinlenir ve rahat eder, bu
rahatlık ona düşünme imkânlarını sunar. Düşünen insan, hakikatin sırrına
ereceği için, artık hırsları uğruna ne kendini ne de kendi dışındakileri feda
etmemesi iktiza ettiğini idrak edecektir. Böylece barış iklimi hâsıl olacaktır,
insanlık ailesinde, varlık evinde. Ölüm çok güçlüdür ve öğrettiği şey
hafızalardan kolay kolay silinmez. Don Juan Carlos öyle diyor; ‘’ölüm denilen
şey, kuvvetli bir öğreticidir.’’ Ölüm, terbiyecisidir, insan denilen varlığın. Onun
eğitemediği, terbiye edemediği insanı, kim terbiye edebilir, öyle değil mi? Ölümü
unutmak, yokluk kuyusuna yuvarlanma yönünde, atılacak ilk adımdır. Ölümü bilen,
götüremeyeceği şeye ölümüne sahip çıkmaması gerektiğini bilir ve sahip
olduklarını, paylaşması gerektiğini de bilir. Mal, birikirse ateştir,
bölüşülürse cennet. Tarlaya, iyilik eken iyilik, kötülük eken kötülük
bulacaktır, geri döndüğünde. İyilik yapmak, bir zevktir ve lükstür. Tabi
anlayanlar için. Kötülük yapmak, haddizatında bayağılıktır. Çünkü bayağı
insanların işidir. Hatta insanmış gibi görünenlerin işidir. Birey çalışır,
kazandığını paylaşırsa, tüm insanlar zenginleşirler. Zenginleşen millet ve
ülke, kuvvetli olur ve güçlü devlete sahip olur. Bu durum, hizmetin de
yayılmasını tevlit eder. Ama ateşin yoldaşı olan maddeciler bundan pek
hazzetmezler. Hazmettireceksiniz ve hazzettireceksiniz! Herkesin, birbiri için
varolduğunun, tüm beyinlerde uyandırılması, birliği, bütünlüğü ve barışı
getirecektir. Çünkü insanlar, birbirleriyle bağlantılıdırlar. Biri acı çekerse
diğeri de acı çeker. Biri gülerse, herkes güler. Hülasa, paylaşan bir toplum,
en mesut ve bahtiyar toplumdur. İstikbali aydınlıktır, istiklali tam olur böyle
bir toplumun. İzzet, şeref, üstünlük, güç; o toplum içindir artık. Böyle bir
toplumu, yıkabilecek hiçbir kuvvet yoktur. Her bir insanteki, bu ailenin ferdi
olmaktan dolayı kıvanç duyacaktır. Aldığı tatlar, lezzetler acılaşmayacaktır.
Ki, bizim en büyük sıkıntılarımızdan, sorunlarımızdan biri de bu değil midir? Biz
temiz değiliz, toplumumuz kirleniyor; toplum kirli olunca, biz kirlenmek
zorunda kalıyoruz. Böyle olunca da, kahroluyoruz, kendi dünyamızda sürgünü
yaşıyoruz. Sevinçlere ve gülmeye değil, acılara ve ağlamaya koşuyoruz. Servetin
yozlaştırıcı bir etkisi vardır. Servet avcılığı yapmak, yoksulların çoğalmasını
tevlit edeceği için ve yoksullukta, nefreti doğuracağı için, barış gider, huzur
kalmaz. İnsanlar, parayla alınıp, satılan gönüllü kölelere dönüşürler. Yani
servet avcılığı yapan hem kendisi yozlaşır hem de toplumu yozlaştırır. Şahsi
çıkarlar, toplumun çıkarlarının önüne geçer ve artık herkes kendi çıkarını
korumaya yönelir, bu da çatışmayı intaç eder. Böylece, anarşi, terör, kaos
egemen olur hayata. Binaenaleyh, kazanılan adil olarak paylaşılmalıdır. Servet
sahipleri, maymunluğa ve domuzluğa evrilmemelidirler. İnsan kalmak, en büyük
kazançtır, servettir. Paylaşmak, dengeyi muhafaza etmek demektir. Servettaparlık,
hiçbir toplumun, mukadderatı değildir ve olamazda. Paylaşmayan bir toplumda,
terakki kabil değildir. İnsan dünyaya düştü ama gökle bağı kopmadı, fakat
zayıfladı. Bu bağ koptuğu zaman, her şeyde kopuş başlar, işler şirazesinden
çıkar. Bu ne demektir, herkes bilir. Manadan kopup, maddenin tutsağı olmak,
lanetlenmeyi intaç edecektir. Fıtrat yasaları, bunu reddeder. Yani, insanı
korur, kollar. Tabi, insanın da, kendisini, koruyup kollaması iktiza eder. Çünkü
bu, yaşamanın muktezasıdır. ‘’Eğer parayı, kendinden öne geçirir de, sen onun
izini takip edersen, Allah seni rezil eder’’ der Hasan Basri hazretleri.
Bakınız, paraya söz etmiyor, evet parayı ne kadar da sevmesekte, hayatın katı
bir gerçeğidir para olgusu, paraya tapan insana söz ediyor ve bu her zaman
böyle olmuştur. Sorun, olgularda değil algılardadır. Olgular değildir,
algılardır, felaketlerin kaynağı. Bugün yüce İslam’ı tahrip ve tahrif ederek
şeytani ideolojilere payanda yapmaya gayret edenler vardır. Birileri, komünizme
payanda etmek derdindedirler; birileri de, kapitalizme payanda etmek
derdindedirler. Bizim; aşırı olan yani ifrat yönünde ilerleyenlere karşı da,
ılımlı olan yani tefrit yönünde ilerleyenlere karşı da, karşı cephede olmamız
iktiza eder. Vasatız biz, dengeciyiz. Çünkü İslam, hem sevgidir hem de kılıç,
öyleyse severiz ama icap ettiğinde de kılıcımızı çekeriz. Çünkü Müslüman, bir
yanağına vurulunca diğer yanağını çeviren değildir, olamaz, olmayacakta. İki
tarafta ihanet içindedir. Dar, sığ ve kurur mantığın kurbanıdırlar. Bakışları
yanlıştır, algıları yanlıştır ve yolları yanlıştır. Biz; yanlış olanların
tarafında olmayacağız, yanlış yolda yürümeyeceğiz, yanlış olanların arkasında
hizaya geçmeyeceğiz!
Kuranmeali.org:
Tefhim-ul Kur’an: Fecr-17: Hayır; aksine, siz, yetime ikramda bulunmuyorsunuz.
Kuranmeali.org:
Tefhim-ul Kur’an: Fecr-18: Yoksula yedirmek için, birbirinizi teşvik
etmiyorsunuz.
Kuranmeali.org:
Tefhim-ul Kur’an: Fecr-19: Mirası, sınır tanımaz (helal, haram aldırmaz)
bir tarzda yiyorsunuz.
Kuranmeali.org:
Tefhim-ul Kur’an: Fecr-20: Malı da 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla'
seviyorsunuz.
Kuranmeali.org:
Fizilal-il Kuran: Tövbe-34: Ey müminler, birçok hahamlar ve rahipleri,
insanların mallarını eğri yöntemlerle yerler ve halkı, Allah'ın yolundan
alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip de bunları Allah yolunda harcamayanları
acıklı bir azapla müjdele!
Kuranmeali.org:
Fizilal-il Kuran: Tövbe-35: O gün, biriktirdikleri altın ve gümüşler,
cehennem ateşinde kızdırılır ve onlarla, alınları, yan tarafları ve sırtları
dağlanır; kendilerine «Bunlar biriktirdiğiniz altın ve gümüşlerdir şimdi
biriktirdiklerinizin azabını tadın bakalım» denir.
Kuranmeali.org:
Muhammed Esed: Nisa-82: Onlar, bu Kur’an’ı, hiç tedebbür etmeye, anlamaya
çalışmazlar mı? Eğer o, Allah’tan başka birinden gelmiş olsaydı, onda mutlaka
birçok (tutarsızlık ve) çelişkiler bulurlardı!
Ayetler önümüzde, gözlerimiz var görüyoruz, kulaklarımız var
işitiyoruz, beynimiz var düşünüyoruz, vicdanımız var hissediyoruz. Arkadaşlar,
ayetlerin, tertil ile her harfini okuyalım lütfen. Yani üstünkörü bakıp
geçmeyelim, gerçekten kendimizi verelim ve anlayalım. Şimdi bu ayetlerde
yoksul, öksüz, yetim mevhumu geçiyor mu? Yoksulun var olduğu bir hakikat mi?
Yani yoksul yok edilemez mi? Yoksula yedirmek ne demektir? Demek ki, yoksula
göre daha varlıklı biri var ki, o kişi yoksula yedirecek. Yani bir yoksul var,
bir de ona göre daha varlıklı biri var. Hülasa, mutlak eşitlik denen şey mutlak
saçmalıktır, zırvadır. Öyleyse böyle bir şeyi savunmak, fıtrata münafi bir şeyi
savunmaktır yani gerçekleşmesi kabil olmayacak bir şeyi, gerçekleşebilirliği
varmış gibi, insanlara aktarmak ve onları hayal âleminde oyalayıp durmaktır,
nihayetinde de gerçekleşebilecek şeylerden uzaklaşıp, uzaklaştırıp, kapitalizme
çalışmaktır zımnen. Yani İslam, komünizme payanda yapılamaz. Ki, özde mutlak
farklılık ihtiva eden ve üstelik birbirilerinin varlıklarına hayır diyen iki
şey, nasıl olurda, bir arada olabilir? Nisa Suresi 82. Ayeti, lütfen, yeniden
ve yeniden, tertil ile bir daha ve bir daha okuyunuz. Kur’an, ilk harfinden,
son harfine kadar mutlak hakikattir ve tutarlıdır, asla çelişki barındırmaz,
çünkü O, Allah’tandır, kuldan olsaydı çelişkiyle lebalep olurdu. Bu yüzden
hakikat ile yalan asla birleşemezler. İdeolojiler ile İslam kesinlikle bir
olamazlar. Bu hem hakikate, hem de insanın kendisine ihanettir. En azından,
idealinize ihanettir. Çünkü tahakkuku kabil olmayan bir şeyin peşinden
koşarsınız, yorulursunuz ve yolda kalırsınız, hedefe vasıl olamazsınız, sürekli
düşmanlarınız faydalanır bu halinizden. Geçelim! Burada iddihar etmek yani
biriktirmek, yığmak kötüleniyor mu? Hülasa; mutlak mülkiyet diye bir şeyde
mutlak saçmalıktır, zırvadır. Yani İslam, kapitalizme payanda yapılamaz. Öyleyse
ne olacak? ADALET. Yani kazanacaksın ama mülkün Allah’ın olduğunu unutmayacaksın.
Kazandıklarında payı olanlar bulunduğunu bileceksin. İhtiyacını karşılayacaksın
ve belki biraz da kazandım ve biraz daha rahat olabilirim diyebilirsin ama
ihtiyacını gördükten sonra, gerisi, pay sahiplerinindir. Yani İslam maskeli
katı Komünizm de olamaz, İslam maskeli ılımlı Kapitalizm de olamaz. Ya ne olur?
İslam olur. Eğer bu şekilde yaşarsanız, yine karşı tarafa çalışmış olursunuz.
Son tahlilde; Komünizm, güya insanlık için dövüşüyor olur, Kapitalizm de, güya
varlığını koruyor olur ve İslam, bu tutarsız ve saçma kavgada arada kaybolur,
bu çatışmadan arka perde de kapitalizm kazanır ve siz hakikatte oraya çalışmış
olursunuz ama İslam derseniz; ikisine de tavır almış, hem kendinize, hem de
insanlığa çalışmış olursunuz. Eğer
ikisinden birinin olabileceğini iddia eder, insanları bu yöne kanalize eder ve
hakikati örterseniz, vallahi insanları bölersiniz ve yine kapitalizme çalışmış
olursunuz. HAKİKAT TEMELLİ ADALET DEVRİMİ için, ikisine de hayır demeli ve
insanları hakikat yönüne kanalize etmelisiniz. Herkesi mutlak eşitlerseniz,
denge kaçacaktır. Yine mülkü mutlaklaştırırsanız da açlık zuhur edecektir.
Diyelim ki, bu dünyada herkesi müsavi kıldınız, Kur’an’a da inanıyorsunuz,
Kur’an’da da iddihar edip, sayıp duranlardan bahsediyor ve bunların acıklı bir
azapla tecziye edileceklerini söylüyor. Peki, eşitlediğiniz zaman, dünya da
böyle bir şey olmayacak? O zaman, ahirette, cezalandırılacak olanlar kimler
olacak? Kur’an boşuna mı konuşuyor, haşa? Peki, sizce, aklımızı kullandığımız
zaman, burada bir tutarsızlık yok mudur? Ama Kur’an’da tek bir tutarsızlık
bulamazsınız. Sahip olunanlar, dünya hayatı için bir süs, ahirete matuf
olarakta birer imtihan vesilesidirler. Sahiplenin ama hakiki sahibini unutmayın
ve ona göre yaşayın, kullanın. Kur’an, VASAT der, ADALET der, DENGE der, ÖLÇÜ der
arkadaşlar. İfratı da, tefriti de yasak eder. Biz, Önderimizin (sav) hayatında
böyle bir şeyi kesinkes görmüyoruz. Ne mutlak eşitlenin diyor, ne de mutlak
sahiplenin diyor. Ama ADİL olun diyor. Çalışın diyor, üretin diyor, tabiat
ortaktır diyor. Hak sahibine hakkını verin diyor. Zulmetmeyin diyor. O, Hakikat
Çizgisinin tam üzerinde idi, ne altında ne üstünde idi. Kitabı ve ölçüyü
getirendi Kendileri, çünkü. Ama bizler, O’na bağlılığımızda, tutarlı
olamıyoruz, O’nu, yanlış tanıyoruz ve tanıtıyoruz. O’na, hakikatle uymayan
sözler isnat ediyoruz, kendisi böyle bir şeyi lanetlediği halde. Selam olsun
O’na, ashabına ve sevenlerine. O’na karşı galiz ve müptezel bir şekilde laf
etmek, haddi aşmaktır, hayvanlaşmaktır hatta hayvandan bile daha aşağı
düşmektir. Misal, domuzdan bile daha aşağı düşmektir.
Arkadaşlar! Bir iş yapıyorsak ne yaptığımızı, nasıl
yaptığımızı, niçin yaptığımızı bileceğiz ve işimizi de ciddiyetle yapacağız. Yalanlarla
yaşayıpta, bir hedefe ulaşmaya çalışmak aptallıktan başka bir şey değildir.
Vahiy, Allah’tan, Önderlere gelir, Önderler de bizlere bildirirler. Vahiy,
mutlak hakikattir. Vahiyden başka hakikat yoktur. Önce bunu bir bilecez,
hazmedecez. Kavgamızı da ona göre verecez. Yalancıları ıskat edeceğiniz yegâne
şey hakikattir. Hiçbir ideolojiye sığınarak yalancıları ıskat edemezsiniz ki,
ideolojilerin kendileri yalan üzerinedirler zaten. Nerden baksan tutarsızlık yüklüdür, nerden
baksan ahmakçadır. Bu yüzden de, ideolojiler daima birbirilerini beslerler.
Çünkü ideolojiler, halka hizmet etmeleri için değil, şeytanilerin iktidarlarını
kemikleştirmeleri için üretilmişlerdir. Vallahi, billahi, tallahi, hiçbir
ideoloji insanları düşünmez, düşünemez, çünkü varlık sebeplerine aykırıdır bu. İnsanlar
ideolojik yaşayama maalesef alışmışlardır ya da alıştırılmışlardır. Alışkanlık
tehlikelidir. Alışkanlıklar zamanla dinleşirler ve dinin yerini alırlar ve
bozuk, sakat bir insan var ederler. Bu, insan için, felaketin alametidir. Vahiylerde
yoksulluk ve yoksul olgusundan bahsolunur. Bu olgular şu şekilde geçmez;
yoksulluk arızidir ve ilga edilebilir, edilmesi iktiza eder diye bahsolunmaz. Aksine,
bu olgular bir gerçekliğe yönelik olarak söylenir ve yoksulluğun yok edilmesi
değil, yoksulların gözetilmesi emredilir. Aslında zenginlik ve yoksullukta bir
denge unsurudur, eğer aklederseniz. Çünkü paylaşmak, sevgiyi, muhabbeti,
birliği, beraberliği tevlit eder. Eğer insanlar paylaşmasalardı, nasıl bir
araya geleceklerdi, muhabbet nasıl doğacaktı, birbirilerini nasıl seveceklerdi.
Hayat, paylaşım üzerine kuruludur. Allah, ADALETİ emreder. Zaten mutlak eşitlik
kabil olsaydı, ADALETE ihtiyaç olmazdı. Allah, AHLAKLI olmayı emreder.
Paylaşmak, aynı zamanda, mülkün sahibini hatırlamaktır. Paylaşmayan kişi,
kazandığının kıymetini nasıl bilecek, kazandığını nasıl temizleyecek? Hayata
nereden bakarsanız bakınız, hayatın hangi yönünden bakarsanız bakınız, tabiatta
bir paylaşım söz konusudur. İddihar etmek, varoluşa ihanettir. İddihar edipte
paylaşmayanlar, hem bu dünyada, insanların, akıllarını kullanıp vahdete
erişmeleri ve ADALET DEVLETİNİ tesis etmeleri neticesinde tecziye
edileceklerdir hem de ahirette kahredici bir azapla karşılık bulacaklardır. Yeter
ki doğru yerde ve doğru şekilde olalım. Çünkü Allah’ın vaadi vardır;
mustazafları, ezilenleri, sömürülenleri, yeryüzünün varisleri kılmıştır. Mutlaka
bileceğiz ve inanacağız ki; mutlak eşitlenme de, mutlak sahiplenme de yalandır,
böyle bir şey muhaldir. Bu yalanlara inananlar, aldananlardan ve kaybedenlerden
olacaklardır. Verilen emeğin, dökülen alın terinin karşılığında elde edileni,
metazori olarak müsadere etmek yeryüzünün kızıl nehirlere dönüşmesini intaç
edecektir. Tam tersi şekilde, verilen emeğin, dökülen alın terinin karşılığının
alınmaması da zulümdür ve buna son vermek iktiza eder ama bunun yapılması,
insanların bir olmalarını ve hakikatin saflarında buluşmalarını gerektirir. Sonu,
bir yönüyle belli, bir yönüyle belirsiz yollara kendini adamak;
bilinçsizliktir, hamakatlıktır, cahilliktir.
Dünya var. Dünya nimetleri var. Dünya iktidarı var. Ve
dünyaya egemen olmak isteyenler var. Bir yanda Şirk ve Şirkin yolcuları
Müşrikler, diğer yanda Tevhid ve Tevhidin yolcuları Muvahhitler var. Bunlar
genel tanımlar. Özel de, iyiler ve kötüler var, mazlumlar ve zalimler var,
ezilenler ve ezenler var. İnsanlık tarihi de; Tevhidin ve Şirkin mücadelesi
tarihidir. Muhakkak bir hakikattir bu. Sağ, sol tümü yalandır. Bu ayırım,
insanları bin parçaya bölmenin adıdır. Çünkü sağ ve sol dendiği anda, farklı
renklerde ortaya çıkacaktır ve ideolojiler bu şekilde türemişlerdir, böylece
bölünme büyüyecektir. Allah’ın davasını dava edinenler ve şeytanın izini takip
edenler, fasılasız ve amansız bir kavgadadırlar. Bitmeyecek bir kavgadır bu.
Ebedi ve ezelidir. Hakikatle sabittir. Şeytan saptırıcıdır ve görevi, insanları
saptırmaktır, insanların doğru yollarının üzerine postunu atar ve onları kendi
istediği yöne (her yöne yönelik ideolojiler mevcuttur) çevirmeye çalışır. Başarılı
mıdır? Maalesef ki öyledir. Bunun için yemin etmiştir. Şeytan, bölücüdür,
azdırıcıdır, karanlıktır, nefsi körükleyicidir. Ama gariptir ki, dostluğu baki
değildir, darağacında yanınızda olmayacaktır. İnsan ve şeytan; dünya üzerinde
egemenlik tesis etmeye çalışır. İnsan, hakikatten; şeytan, yalandan beslenir.
İnsan, İslam’dır; şeytan, ideoloji. İnsan, Müslim; şeytan, asidir. Hayat, bunu
doğrular. Zaten, hayatı gözlemleyebilsek, yalan imparatorluğu yerle yeksan olur
ama bizler, ne kendimizi, ne tabiatı ne de hayatı gözleyebiliyoruz. Burada
şöyle bir detay vardır: evet taraflar vardır ama taraflar, saflık
barındırmazlar. Bir taraf mutlak ezen, diğer taraf mutlak ezilen diye bir şey
yoktur. İki tarafta da hem müstekbirler hem de mustazaflar bulunmaktadırlar. Çünkü
hiçbir tanım, hayatın içine dâhil olunca asliyetini koruyamıyorlar maalesef,
illaki tahrifata uğruyorlar. Normalde müntesipler, sahip oldukları düşüncenin
rengini almaları icap eder ama hayatın içine girince öyle olmuyor. Hayat,
yozlaştırıyor. İdealler, realiteye dönüşünce büyü bozuluyor maalesef. Hem
Müşriklerin saflarında servet sahipleri ve yoksullar vardır hem de
Muvahhitlerin saflarında servet sahipleri ve yoksullar vardır. Misal, Hz.
Ebubekir gerçekten zengindi ama buna mukabil Bilal Habeşi gerçekten yoksuldu,
hatta siyahi bir köleydi. Ve ikisi de aynı davanın müntesipleri idiler. İkisi
de İslam’dı. Bu örneğe aynı şekilde karşı tarafta yani Müşriklerin tarafında da
rastlanmanız kabildir. Ki bunu bizzat yaşadığımız hayatta da müşahede ediyoruz.
Yani insanlık tarihi, bir sınıf kavgası tarihi değildir, bu koca bir yalandır
ve aldatmadır. Eğer insanlık tarihi, ezen ve ezilenlerin mücadelesinin tarihi
derseniz, o zaman ezenler bir yanda ezilenler bir yanda olması gerekir. Daha da
müşahhaslaştırırsak, zenginler bir yanda, yoksullar bir yanda olması gerekir.
Ama böyle bir şey yoktur. Arkadaşlar! Hakikat acıdır ve hiçbir zaman bizim
istediğimizi bize sunmaz. Bu insanın nefsine zor gelebilir ama ittihaz etmek
mecburiyetindeyiz. Ve büyük hakikat çerçevesinde kalarak, ulaştığımız küçük
hakikatleri de izhar etmek, insani ve İslami görevimizdir. Hülasa, hem zengin
ve yoksul olan kötüler vardır hem de zengin ve yoksul olan iyiler vardır. Olaya
bu çerçeveden bakmak zorundayız. Farklı bakış, hakikatten sapmamızı tevlit
edecektir ve bizi karanlığın dehlizlerine doğru çekecektir. Bir nevi şeytanın
tuzağına düşürecektir. Anlamak ve anlamak temelinde hakikatli bakış sahibi
olmak, bizi aydınlığa ulaştıracak ve şeytanın tuzaklarına karşı uyanık
kılacaktır. Anlamak, dünyada ki en büyük mutluluktur! Velakin anlayanlarda,
akıl sahipleridirler. Düşünmek ve anlamak, karanlığı aydınlığa tedvir
eyleyecek, en ulvi eylemlerdir. Manevi eylemlerdir.
‘’Anlama kabiliyeti,
bir karakter için, en yüce kabiliyettir. Seçkinliktir. Yalnızlığı sevdiren şey,
anlama kabiliyetinin net bir şekilde ortaya koyduğu üstünlük özelliğidir.
İnsanlardan oluşan bir toplulukta, nicelik değil de nitelik önemsenmiş olsaydı,
uzun yaşamayı isterdi herkes. Kalabalıklar içinde ki bin alık, hiçbir zaman tek
bir akıllı adamın yerini tutamaz. Ruhsal zenginlikten yoksun olanlar,
kalabalığa karışmayı çok severler. Anlama yetisine ve tinsel zenginliğe sahip
olanlar, kendi başlarına yaşamayı başarabilirler ve kimsesiz yurtları yüksek
düşünceleriyle aydınlatıp, şenlendirebilirler. Anlayan adam, mutludur.’’ Böyle
diyor Arthur Schopenhauer. Evet, hakikaten anlamak çok farklı bir şeydir, çok
üstün bir yetidir. Belki acıda doğurabilir ama gerçekten mutluluk sunduğu
yadsınamaz. Bir şeyi bilebilirsiniz ama
onu anlamak, zihniyet dünyasında devrim yapmaktır. Ki zaten zihinlerde bir
devrim yapmadıkça, dünyada devrim yapmak muhaldir, yapılsa da sağlıklı bir
şekilde işlemesi ve idamesi muhaldir. Geçelim! İyilerin ve kötülerin mücadelesi
hüküm sürmektedir evrende. Bunu kesinlikle iyi anlamamız iktiza eder. Çünkü bu
anlaşıldığı zaman, çok şey anlaşılacaktır, hallolacaktır. Şunu kati surette iyi
görmek, algılamak iktiza eder. Hem iyilerin safında ezen ve ezilen vardır hem
de kötülerin safında ezen ve ezilen vardır. Şimdi ezen bir mülk sahibiyle,
ezilen bir mülksüzün aynı safta bulunması nedir, nasıl olabilir? Evet olabilir,
çünkü ikisi de Müşriktir, kötüdür ve bu yüzden olabilir. Hani sınıf kavgası?
Aynı şekilde mülk sahibi ve mülksüz biri aynı safta bulunabilir, bu nasıl olur?
Olur, çünkü ikisi de Muvahhittir, iyidir, bu yüzden olur. Hani sınıf kavgası?
Bunu hayat yalanlayabilir mi? Hayır. İnsan yalanlayabilir mi? Hayır. Biryanda
Allah diyenler vardır, diğer yanda şeytan diyenler vardır. Zıt olarak
bildiğimiz iki farklı tarafı buluşturan şey budur işte. Allah diyenler, aydınlığa ve anlama
çağırırlar; şeytan diyenler yani tağutlar karanlığa, belirsizliğe, manasızlığa
çağırırlar. Bakara Suresi 257. Ayete bakınız lütfen. Ezen-ezilen, İyi-kötü,
hak-batıl, müşrik-muvahhid, şirk-tevhid; işte hakiki taraflar bunlardır.
Ezenler, kötüler, batıllar, müşrikler ve şirk, şeytanı temsil eder. Ezilenler,
iyiler, hak olanlar, muvahhidler ve tevhid, Allah’ın yanındadırlar. İki
kulvarda da hem zenginler hem de yoksullar bulunabilir ve bu mantığa da,
eşyanın tabiatında da aykırı değildir. Böyleydi, böyledir, böyle olacak, böyle
gidecek. Allah’a şirk koşan mülk sahibi ve mülksüz yok mu? Kötülük denizinde
yüzen mülk sahibi ve mülksüz yok mu? Keza, şeytana başkaldıran mülk sahibi ve
mülksüz yok mu? İyilik denizinde yüzen mülk sahibi ve mülksüz yok mu? Şimdi
bana birisi söyleyebilir mi lütfen; sınıf kavgası adına, Allah’a inkıyad etmiş
mülksüzle, şeytanın izini takip eden mülksüzü nasıl birleştireceksiniz? Hayır,
bu olmaz bebeğim! Öyleyse sınıf kavgası diye bir şey de zaten yoktur ve olamaz
da. Bunu anlamak asla zor değildir, eğer fikir kavgasını namusluca yapıyorsak.
İnandıklarımız, inanmak istediklerimiz elbette nefsimize hoş geliyor olabilir
ama hakikat indinde boş olduktan sonra ne fayda eder? İdeolojik körlüklerimiz,
yanılgılarımız, saplantılarımız, inançlarımız yüzünden hakikati tahrif ve
tahrip etmek zulümdür, yanlıştır. Hem kendimize, hem ideallerimize hem de
insanlığa ihanettir. Ne yani, bir kişi eziliyorum bahanesi ile gidipte
müşriklerin saflarında yer alır mı, alabilir mi, böyle bir hakkı var mı? Müşrik
ile muvahhid aynı safta olamazlar, demek ki kavga iman kavgasıdır. Ya da şöyle soralım; iman eden bir zenginle,
imansız bir zengin aynı kulvarda koşabilir mi? Bu olmaz. Ne yaparsanız yapınız
olmaz. Varlığın doğasına münafidir bir kere. Ezen ve ezilen mücadelesi
tanımlaması ardında dehşetli bir tezgâh vardır. Bu tezgâhta, insanlığın başına
bin türlü çorap örülmektedir. Ve insanlık bu yalana aldandıkça daha feci
şekilde sömürülmektedir, sömürülecektir. Aldanan insanlığın eline geçecek
hiçbir şey yoktur ama aldatanlar dünyaya egemen olmaktadırlar, daha da ileri
düzeyde egemen olacaklardır. Öyleyse ADALET KAVGASI ancak ve ancak şaşmaz,
değişmez, mutlak tutarlı, ölçülü, dengeli, mutlak kesinlikte olan yüce
hakikatler temelinde verilmelidir. Artık, ideolojilerin, bir adalet
arayışlarının olmadığını ve asla olamayacağını anlamanız icap eder. Zor
değildir arkadaşlar; sadece ve sadece derin bir gözlem yapınız, inanın şu
hakikat size gülümseyecektir; ideolojiler, muhakkak surette Siyonizm’e
çalışırlar yani şeytana. Defaten söyledik yine söylemiş olduk. Umarım
anlaşılırım. Zira tüm ömrümü yeryüzünde tahakkuk etmesini tüm gönlümle arzuladığım
YÜCE ADALET DEVRİMİ yoluna adadım. Çünkü Rabbimin vaadi mutlak olarak tahakkuk
edecektir. Yeter ki bizler vazifemizi bihakkın ifa edelim ve Rabbimizin bizlere
bahşettiği yüce nimetleri yerli yerinde istimal edelim. Yani akıl, irade, ihtiyar,
kalp, vicdan ve cesaret gibi nimetleri.